31 Aralık 2005
YENİ YILINIZ HUKUKLU OLSUN !
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
İLETİŞİM FAKÜLTESİ’NİN
2005 YILI DEĞERLENDİRMESİ
2006’ya girerken, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi zorlu ama huzurlu bir yılı geride bırakıyor. Kestirmeden söylersek, İletişim Fakültesi Dekanlığının 2005 yılındaki tüm icraatları iflas etmiştir ve 2006’nın başında, Dekanın yapacağı en huzur dolu, yapıcı ve hayırlı iş istifa etmektir.
Bildiğiniz gibi ama tekrarında yüksek miktarda fayda var, süreç, eski Rektör Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun hukuksuz olduğunu ileri süren YÖK kararının, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylandığı 23 Eylül 2004 günü başladı. 17 Ocak 2005 tarihinde ise, Rektörlük seçimleri sonucunda Prof. Dr. Mesut Parlak Rektörlük görevine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atandı. Bu iki başlangıç noktası, İletişim Fakültesi’nde, eski Dekan Prof. Dr. Nükhet Güz’ün ayrılması ile beş yıl önce başlayan hukuksuzlukların da sonu oldu. Bu beş yıl süre boyunca, Fakültemizde başta Prof. Dr. Veysel Batmaz, Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, Prof. Dr. Edibe Sözen’in gizli açık destekleri ile Dekanlık görevini yürüten Prof. Dr. Suat Gezgin, 2002 yılının Mayıs ayından itibaren, misli görülmemiş hukuksuz davranışlar sergilemeye başladı. Anabilimdallarının tümü Dekan’ın yazdığı hiç bir bilimselliğe sığmayan gerekçe ile tümden kaldırıldı. Maksat, bilimsel çalışmalarda “bürokrasiyi” kaldırmak veya iddia edildiği gibi doçentlik için kolaylık değil, ceberrut yönetimi ihdas etmekti. Daha sonra, anlamı olmayan, usulen ve hukuken sakat, hukuku çiğneyen davranışlar, zaman zaman terbiyesizlik boyutlarına vardı. Serdar Taşçı’nın başına gelenler; keyfi olarak Hikmet Kırık’ın üzerine gidilmesi ve ona doktora danışmanlıklarının verilmemesi; Veysel Batmaz’ın akla hafsalaya sığmayan bir biçimde “ders yapmadığının, okula gelmediğinin, mesai saatlerine uymadığının” hem zamanın Rektörü Alemdaroğlu, hem de Dekan Suat Gezgin tarafından günlük geyik muabbeti niteliğinde ileri sürülmesi ve daha da önemlisi, müfretad programının sektörel olarak düzeltilmesi gerekirken, arkadaşsal; ahbap-çavuşsal tarzda, ilgisiz bir yığın sektörel “star”a ders verilmesi şekline dönüştürülmesi süreci yaşandı. Bölümlerin başkanlıkları, bir alavere dalavere ile Dekan’ın uhdesine Dekan’ın kendisi tarafından toplandı. Kişsel husumetin boyutları giderek artınca ve Fakülte artık Dekanın “babasının çiftliği” görünümüne bürününce, gerekli yasal müdahaleler ortaya çıktı. İlkönce Vekil Rektör Prof. Dr. Tankut Centel, Dekan’ın hukuksuzluklarına dur dedi. Sonra, Veysel Batmaz, Bölüm Başkanlığı için Mahkemeye gitti. Serdar Taşçı ise kendine yapılan husumetli davranışlara gereken olgunlukta ve bir bilim adamının vakarı ve sertliği ile cevaplar verdi. Serdar Taşçı’ya “Vistilef Elektronik Posta Grubunda” yayınladığı bilimsel eleştiriler nedeniyle, Dekan mesnetsiz hakaret davası açtı. Hikmet Kırık doçentlikteki karşılaştığı adaletsizliği Mahkemeye taşıdı. Celalettin Aktaş, birden fazla idarede keyfilik ve haksız işlem için Mahkemeye gitti. Ardından Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak, çeşitli konuşmalarında, “İletişim Fakültesi’ndeki akademik yapılanmaya karışmayacağını” ilan ederek, demokrat ve bilimsel bir yönetim tarzının somut karinelerini ortaya koydu. Bu arada, eski açılan davalar da bir bir sonuçlanmaya başladı. Barış Çoban Mahkeme kararı ile okula döndü (şu anda Beykent Üniversitesi’nde); Birsen Altıner, görevden azledilmesi davasını kazanarak okula geri geldi. Mustafa Mutlu’nun davası sürüyor. Bu arada, Veysel Batmaz’ın, Bölümlerin ve Anabilimdallarının yeniden kurulması görüşü, Rektörlükçe de benimsenerek, Dekan’a gerekli talimatlar verildi. (Batmaz’ın davası sürüyor; Batmaz, Bölüm Başkanlığı’na atanmasına rağmen davasından vazgeçmeyeceğini Vistilef’e açıkladı; hâttâ, yeni davalar açma hazırlığı içinde olduğunu, YÖK Denetleme Kurulu’nun İletişim Fakültesi’nde yapmaya çalıştığı denetlemeden bir sonuç alınamayacağını, Rektörlüğün de akademik yapılanmaya karışmayacağının açıklanmış olması nedeniyle ancak Mahkemeler yolu ile Fakülteye hukukun geleceğini söylüyor... Gazetecilik Bölüm Başkanlığının da hâlâ Dekan’da olmasının da, yasaya aykırı bir hukusuzluk olduğunu belirtiyor...)
Bu arada, geçtiğimiz beş yıl içinde, “İletişim’de 2005 atılımı”nı belirleyen başka hukusuzluklar da ortaya çıktı: Anlaşıldı ki, 2004 yılının sonuna kadar, İletişim Fakültesi’nin Senato’da yasanın amir hükmü gereğince seçilmiş bir Senatörü yoktu. Bu da, bazı idari hukuk profesörlerine göre, beş yıldır İstanbul Üniversitesi Senatosu’nu aldığı tüm kararların hukuken “yok hükmünde” olduğunu gösteriyordu. Ayrıca, anabilimdallarının 2002 Mayıs’ından sonra tümüyle kaldırılmış olması sonucunda, 2002 yılından sonra Fakülte kadrolarına alınan Öğretim Elemanlarının, kadroya alınmalarının “yok hükmünde” olduğu sözkonusu olmaktaydı.
İşte 2005 yılına, bu idari ve bilimsel savsaklamalarla gelindi ve 2005 yılı bir RESTORASYON sürecinin başlangıcı oldu. Biz buna, İLETİŞİMDE 2005 ATILIMI diyoruz. Restorasyon devam ediyor ve asıl başlangıç noktasına Dekan’ın istifası sonucunda ulaşılacak. Bu konuda tüm Fakülte Yönetim Kurulu’nu, Vistilefçiler olarak göreve çağırıyoruz.
2005 yılının son ayında ise aslında son beş yılın tüm hukuksuzluklarını bir kez daha hangi sallapatiliklerle, hangi karakuşiliklerle, hangi keyfi ceberutçuluklarla oluştuğu hakkında bir fikir veren iki küçük ama önemli olay da oldu.
İletim gazetesinin çıkartılması ve Web sayfaları için üç yıldır angarya şeklinde çalıştırılan; son bir yıldır da Mediko-Sosyal’den öğrenci bursu niteliğinde 100 YTL’lik bir aylıkla, hukuki statüsü meşkuk şekilde çalışan Süleyman Türkoğlu arkadaşımızın, Yönetim Kurulu’nda, Veysel Batmaz’ın “gerekçeli kararla, Araştırma Görevlisi kadrosuna alalım, yoksa Rektörlük red eder” uyarısını yerine getirmeyen Dekanlığın vurdumduymazlığı ile kadroya atanması Rektörlükçe uygun bulunmadı. Bu üzücü durumun yaratılmasında Dekan’ın bizzat kusuru vardır. Aynı şekilde, ikinci olay da Ahmet Kadri Kurşun’un doktoraya alınmasında yaşanmıştır. Askere celp edildiği tarihte yapılan bu işlem de hukuksuzdur ve Kurşun’a ilerdeki mesleki hayatında güçlük çıkartacaktır.
Dakan’ın hukuka uymamasının cezasını, meslekte ilk basamakları çıkanlar yaşamaktadırlar. Bu konuda Rektörlüğün de işe elkoyması, akademik yapılanmaya karışmadan, Fakülteyi hukuksallığa oturtması gerekmektedir. Burada saymadığımız; ayrıca, YÖK Denetleme Kurulu’nun da pek bulamayacağı daha başka hukuksuzluklar da Fakültemiz’de mevcuttur ve bu durumun kimseyi mağdur etmeden düze çıkartılması ve hukuka kavuşturulması gerekmektedir.
2005 yılı, epey zorlu ama yapıcı ve huzurlu geçti. Dekanlık artık Yasanın kendine hangi yetkiler ve görevler verdiğini öğrendi. Henüz uygulayamayor ama ya uygulayacak, ya da istifa edecek.
Bu arada komik şeyler de olmadı değil 2005’te:
Fakültemiz TSE-ISO-9000 kalite belgesi aldı. Bu belgenin nasıl alındığı hiç önemli değil; neye yaradığı ve neye yarayacağı da gülünüp geçilecek türden bir şey. Fakülteye bakanlar bu belgenin tam bir şaka olduğunun farkındalar. Ancak çok önemli bir olgu var ki, gülünç ama gülünüp geçilecek cinsten değil: Fakültemiz profesörlerinden Veysel Batmaz, BSI’dan ISO-9000 denetçisi. O bile bu sürecin farkına varmadı ve ona hiç kimse haber bile vermedi. Oysa, ISO-9000’in en önemli koşulu, kuruluşta bulunan en küçük görevliden en yüksek görevliye kadar herkesin, kalite belgesi alınan süreçten haberdar olması.
İkinci komiklik de şiltleşme ve özürdileme kutlaması olan 55. YIL kutlaması idi. Aslında, geçen beş yılın hiç yaşanmamış olması nedeniyle; çünkü söylediğimiz gibi her şey hukuken “yok hükmünde”, bu aslında Fakültemizin 50. kuruluş yılı olarak kutlanabilirdi. Ama fırsat kaçtı...
En önemli konuyu sona bıraktık, bu konu daha sonra ele de alınacak Vistilef tarafından: Fakültenin varlık nedeni olan öğrenciler Fakültenin ders programlarından; hocaların kendilerine olan yaklaşımlarından ve Fakülte’nin mimari yapısı ile depreme dayanıksızlığından şikayetçidirler. Restorasyon asıl öğrencilerimiz için önemlidir. Bunun için bazı Bölümlerin kolları sıvamış durumda olduğu Vistilef editörleri tarafından görülmektedir.
İLETİŞİMDE 2005 ATILIMININ 2006 RESTORASYONUNA dönüştürülmesi için Vistilef, bilimsel, hukuksal ve kamusal olarak göreve hazırdır.
Herkese hukuk dolu yeni bir yıl diliyoruz. İLETİŞİMDE 2005 ATILIMI, 2006’da da sürecek...
Güzel bir İLETİŞİMSEL EYLEM, GÜZEL BİR FAKÜLTE OLUŞTURACAK. FAKÜLTE “BECERİ” DEMEKTİR.
Vistilef Editörler Grubu
24 Aralık 2005
BU DEKAN YÖK YASASINI OKUMAMIŞ...
Öğretim Üyelerinin görev yerleri yasa ile belirlenmemiş durumdadır; bir akademisyenin mesai saati günde 24 saattir; öğretim üyelerinin yurtdışı izinleri hariç, diğer izinleri Bölüm Başkanı yetkisindedir... Aşağıdaki haberde yer alan Dekan bunları bilmiyor; Dekanın önerisi ile verilecek disiplin kararı İdari Mahkemeden geri teper, kendine döner... Sözkonusu öğretim üyelerinin yaptıkları Yasa'da yazdığı gibi, "üniversite ile ilişkili çalışma" şeklindeki işlerdir ve izne tabi değildir...
Şimdi Haber:
Tutuklu bulunan Van YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın 14 Aralıkta 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmasına fişlendiklerini ileri sürerek müdahil olarak katılan YYÜ Tıp Fakültesi’ndeki 4 öğretim üyesi hakkında idari soruşturma başlatıldı. Haklarında soruşturma başlatılan YYÜ Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Ramazan Şekeroğlu, Temel Tıp Bilimleri Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hasan Haluk Dülger, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Abdurrahim Öner ve Yrd.Doç.Dr. Bülent Özbay’dan Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mansur Kamacı imzalı yazı ile savunma istendi. Mahkemeye gitmek için dilekçe veren ancak hiçbir idareciye haber vermeden hastaneden ayrılan İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Reha Erkoç ise uyarıldı.Dekan Prof.Dr. Kamacı imzasıyla öğretim üyelerine gönderilen 19 Aralık 2005 tarihli yazıda, ‘14.12.2005 günü Rektör Sayın Yücel Aşkın’ın duruşmasına idareden izin almadan müdahil olarak katıldığınıza dair dekanlığa bilgi ulaşmış bulunmaktadır. Kurumdan izin almadan görev yerini terk ettiğinizden dolayı yazılı savunmanızı 7 gün içerisinde vermenizi rica ederim’ denildi.Konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapan Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mahsur Kamacı, mahkemeye kimlerin katılacağı konusunda herhangi bir celp gelmediğini ve öğretim üyelerinin mahkemeye müdahil olarak katıldıkları için değil, izinsiz görev yerlerini terk ettiklerinden dolayı haklarında soruşturma başlatıldığını söyledi. 29 Aralık 2005 tarihinde tekrar görülecek davanın ikinci duruşmasına kimlerin katılacağı konusunda kendilerine mahkeme celbi geldiğini belirten Prof.Dr. Kamacı, müdahillerin mahkemeye gitmelerini engellemek gibi bir şeyin söz konusu olmadığını, ancak dekanlıktan izin almaları gerektiğine dikkat çekti.Bu arada haklarında soruşturma açılan öğretim üyeleri açıklama yapmazken, Rektör Aşkın’ın makam odasındaki kasada 418 kişinin özel bilgileri bulunmuş ve bu mahkeme dosyasına eklenmişti. 14 Aralık'ta yapılan ilk duruşmada fişlendiklerini iddia edenlerden 7 kişi müdahil olarak katılmıştı. Bu kişilerden 4'ü Tıp Fakültesi'nde görev yaparken, diğerleri başka bölümlerde ve daha sonra emekli olmuş durumda. www.haberturk.com 24 Aralık 2005
22 Aralık 2005
TABELA SAVAŞI BÜYÜYOR....
Bölüm Başkanlığı tabelanızın odanıza bilginiz dışında asılması vesilesiyle kaleme aldığınız (yoksa tuşlara bastığınız mı demek daha doğru) yazınızda haklı olarak sorduğunuz sorular ne kadar doğruysa, konuyla ilgili değerlendirmelerinizde de bir o kadar isabet olduğunu belirtmek isterim. Yalnız bana biraz mübalağalı geldiğini de belirtmeden geçemiyeceğim.
Efendim şöyle izah edeyim: bir kere bu durum öyle zannettiğiniz gibi üst belirlenimsel alttan tek dalmalı, paça kasnak semeyoloji memeyoloji felan gibi ince ayar, gavur icadı kelamlarla İ.FAK’IN umum efkarı umumiyesinin izanını karıştıracak izahat biçimlerine ihtiyaç hissetiren bir şey değildir. Ayrıca ben şahsen yazınızda sözünü ettiğiniz Fuko veya Fiko isimli şahsın mı yoksa iktidarın mı heryerde olduğunu anlamış değilim. Bu Fiko ne memen bi şahsiyettir ki her yerde oluyor (tövbeden gelin Sayın Batmaz) Yanlış anlamış olmayı umuyorum. Yoksa bizim odaya yerleşmiş olabileceğini söylediğiniz üçüncü kişi bu Fiko mu? Yoksa İktidar mı geldi odaya? İyi de ben niye göremiyorum mirim (aman Alahım yoksa ben kör mü oldum, n’olamazzz!!!)
Bence efendim bu iş öyle Bartez’in falan karışacağı bir iş de olamaz. Adam formunun zirvesinde niye gelip Türkiye’de top koştursun ki. Aslında sizin odanıza haberiniz olmadan tabela asılması benim kanaatimce size sürpriz yapıp sevindirmekten ibarettir. Biliyorsunuz burada sürprizleri severler. Dileyen olursa bu sürprizleri sayabiliriz bilahare.
Ama yok bu değil derseniz ısrar etmem. O zaman derim ki, bu iş tamamen hendese işidir. Yok yok öle çok derin ali-hendeseden söz etmiyorum bilakis iptidai bir 4 işlem meselesidir ki, kerrat cetvelinde üçlere kadar ezberinde olan her adem oğlu ve kızı şıppadanak anlar. Şimdi efendim biliyorsunuz bölüm başkanlığında selefiniz olan sayın Dekan dekanlığı yanında her üç bölümün de başkanı idi. Dolayısıyla 3+1=4 eder. Mutabıkmıyız? Şimdi, sayın dekanın bu dört görevi büyük bir özveriyle yerine getirdiği dönem boyunca (ki ısrarla son ana kadar bölüm başkanlıklarını bırakmak istememiştir ihtimaldir ki sırf başta siz olmak üzere başka arkadaşlar yorulup üzülmesin diye böyle yapmıştır kıymetini bilelim) kaç odası vardır? Efendim biri dekanlık odası biri de çalışma odası olmak üzere 2 (yazıyla iki) O halde, 4/2 = 2 yani, her iki idari görev başına bir oda düşer. Buradan hareketle sizin kaç idari göreviniz var? Tabi ki 1 ve bu durumda yukardaki formulü uygularsak ½= ½ yani sizin hakkınız zaten yarım oda (öbür yarısı da bendenize ait) olduğu hendese üzerinden isbat edilip delillendirilmiştir.
Şimdi bir de sekreter istemişsiniz aynı hesap orada da geçerlidir. 4 görev iki sekreter 1 görev yarım sekreter. Yani bana öyle geliyor ki yarım sekreter nasıl olur onun formulünü düşünüyorlardır yoksa verirler canım. Belki de buna bir çözüm arıyorlardı kimbilir?
Bu oda ve sekreterlik meselesi biliyorsunuz Dekan yardımcıları için de geçerliydi. Bundan önceki dekan yardımcılarının (Prof. Sözen, Doç. Özgen ve Yrd. Doç. Yolcu) da dekan yardımcısı odalarından başka bir de çalışma odaları ve sekreterleri vardı. Sanki makam odalarında eğlenip çalışma odalarında çalışıyolardı galiba diye düşünebilir kötü niyetli kişiler. Düşünmesinler bence. Kaldı ki, şimdiki yardımcılarının ne çalışma odaları ne de sekreterleri var. Önemlidir bence tesbit etmiş olalım.
Sayın Batmaz sayın dekanın bölüm başkanlıklarına sıkı sıkıya yapışmış olması meselesini abartıp yanlış anlamayın lütfen. Kurumlar vefakar, fedakar ve çilekeş idarecilere ihtiyaç duyar bilirsiniz. Sayın dekan da böyledir. Ben sanmıyorum ki bu idari görevleri zinhar sırf güç arzusunu tatmin veya herşeyi kontrol altında tutup iktidar kurma hevesiyle yapmış olsun. Baksanıza sayın dekan bu fedakar tutumunu başta akdemik faaliyetler her alanda sürdürmektedir. Bir rivayete göre 20 bir rivayete göre 30 adet Yüksek lisans ve doktora öğrencisine danışmanlık yapmaktadır ve bu danışmanlıklar öyle sadece antropoloji konusuyla falan ilgili değil her nevi konuyu kapsar. Ve ben bunu hem bizlerin hem de öğrencilerin rahatı ve huzuru için yapıyor. Mesela bana eskiden Yrd. Doç.’im diye danışmanlık vermiyordu şimdi Doçent oldum hala ısrarla benim adımı enstitüye gönderdiği listeye yazmıyor. Ama iki tane Yrd. Doç ve Doç. Murat Özgenle birlikte kendisi benim yükümü paylaşmak inceliğini gösteriyor. Ne alicenap bir davranış. Açıkça öneriyorum tez elden ferman çıkartıp Gines tesmsilcisini huzura çağırın ve uzmanı olmadığı konularda bu kadar sayıda doktora yönettiği için Gines kitabına adını altın harflerle nakşedin ki dost düşman Prof. görsün. Buna tabii bu öğrencilere karşı hüsnüniyetli davranışı da eklenmeli. Ben şahidim Allah için hiçbir jüride öğrencinin zorlanmasına yüreği dayanamaz. Ya hiç soru sormaz yada “eeee anlat bakalım bize sen neler yaptın” gibi uzmanlık sorusu sorar ki, herkese parmak ısırtıp “valla bu kadarı da olmaz” dedirtir.
Dolayısıyla mirim böylesine değerli bir idarecinin Prof. olmak için bırakın SSCI endeksinde makale yayınlamayı akademik nitelikte bir makale bile yazmamış olmasının (en azından benim bildiğim) ya da doktorasını hangi konuda yaptığının bilinmemesinin ne önemi var. ISO belgesi almış daha ne istersiniz. Ha SSCI ha ISO ikisinde de hem S var hem de I. Eminim er ya da geç bu fedakarane ve cefakarane çabalarının karşılığını görecektir bir tamam
Saygılarımla
Doç. Dr. Hikmet Kırık
Vistilef'in Notu: Konu ile ilgili bir önceki haber, Veysel Batmaz tarafından değil, Vistilef Editörler Grubu adına yazılmıştır... Zaten haberin üstanlamsal okunmasından da bu apaçık ortadadır. Semioloji bilenler, ya da söylem analizinde usta olanlar bunu bilirler... Veysel Batmaz, sitemize yaptığı konu ile ilgili açıklamada, kendi yazdığı yazılarda "Veysel Batmaz" imzasını açıklıkla kullandığını söylemektedirler. İlgililere duyurulur...
20 Aralık 2005
İKİ KİŞİ Mİ? ÜÇ KİŞİ Mİ?
19 ARALIK 2005 tarihi itibariyle, İletişim Fakültesi’ndeki HUZUR OPERASYONU sona ermiştir. Arş. Gör. Serdar Taşçı’nın, SBE’den görevli olarak İ.Ü. İ.F. Gazetecilik Bölümünde, Dekan’ın “süre uzatmama” kararını Yönetim Kurulu’na oy çokluğu ile aldırmasına rağmen, süresi bir yıl olarak uzatılmıştır. Bu konuda titiz katkıları ve yüksek onayı olan, başta Sevgili Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mesut Parlak olmak üzere, okulumuzun eski yöneticilerine teşekkür ediyoruz.
Fakülte artık, “öğrencilerin sorunları ve ders içerikleri” ile uğraşmaya başlayacak ve bilimsel özgürlüğün Anayasal öğrenci yetiştirme ile ilgili tüm gerekleri yerine getirilecektir.
Huzur operasyonu çok büyük bir oranda huzurlu ve aksaksız yürümüştür. Huzur tam anlamıyla artık Fakültemizdedir. Kimsenin bozmaya çalışmamasını tavsiye ediyoruz. Ancak bu “huzur operasyonu” süresince bazı kazalar da olmamış değildir. Yukarıdaki fotoğrafta bu kazaların en son örneklerinden biri görülmektedir:
Bu fotoğrafa göre, kimdir Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı ve iki kişilik odada ne işi vardır, ne arıyordur? Bir Bölüm Başkanı iki kişilik odada oturur mu? Yoksa, boş Bölüm Başkanlığı odaları varken bu “kaza” hep söylendiği gibi “sehven” midir? Kasıt var mıdır; yok mudur? Yoksa Bölüm başkanı iki kişi birden mi olmuştur? Ya da Doç. Dr. Hikmet Kırık’ın ismi daha büyük harfle yazıldığı için o mu olmuştur, Bölüm Başkanı? Yoksa, altta yer aldığı için Başkan Yardımcısı mıdır?; aynı odayı bir Başkanla paylaştığı için...
Vistilef tabii konuya semiolojik olarak yaklaşmayı tercih etmiştir: Bu üçlü tabela diziminin hiyerarşik göstergesine göre, gösterilenler üç tanedir: (1) Adı belli olmayan bir Bölüm Başkanı (2) Veysel Batmaz ve (3) Hikmet Kırık'ın yıllardır "huzurla" paylaştığı odaya gelip oturmuştur. Şimdi odada üç kişidirler. İşin, Barthes'ın mitolojilerine göre ya da Foucoult'nun "iktidar her yerdedir" önermesine uygun olarak, tabelaların diziminin üstbelirlenimsel anlamı budur...
Bu tür teorik mülahazlara, teorilerinde yer olmayanlara göre ise, bu tür “terbiyesizliklere” kaza da olsa, tahammülü olmayan bir düzeye gelmiştir, İletişim Fakültesi... Artık, meslek yüksek okulu olmaktan yavaş yavaş üniversiter bir eğitim kurumu olma yoluna girmiştir.
Edindiğimiz bilgilere göre, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Veysel Batmaz, kendisine haber verilmeden özel odasına takılan, sözkonusu yeni Başkanlık “tabelesını,” kendi özel odasından çıkartarak, Bölüm Başkanlığı Makam Odasına takılmak üzere, Dekanlığa iade etmiştir.
14 Aralık 2005
FAKÜLTEMİZİN 15. YILINI HUZURLA KUTLAYACAĞIZ...
İstanbul Üniversitesi’nin 12 yıllık İletişim Fakültesi’ne, 3 yıl sonra 15. yılını kutlayacağımız Fakültemize AKADEMİK HUZUR, eski Rektör Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, YÖK’ün “Rektörün hukuksuzluk yaptığı” gerekçesine dayanarak görevinden alındığı 23 Eylül 2004 tarihinde gelmişti.
Fakültemize İDARİ HUZUR ise değerli ve saygın Rektörümüz Prof. Dr. Mesut Parlak’ın, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atandığı 17 Ocak 2005 tarihinde geldi ve sağlamlaşarak devam ediyor. Rektörümüzün bugüne kadar gösterdiği icraat, herkesin sevgisini ve coşkusunu kazanmıştır. Bu icraatın hukuk içinde; bilimsel ve sosyal alanlarda devam edeceğine kuşku duymuyoruz. Prof. Dr. Mesut Parlak yönetiminde İDARİ HUZUR, AKADEMİK HUZUR ile birleşmiştir.
Üniversitede ve kamusal hizmet hayatından, Rektör Yardımcımız Sayın Prof. Dr. Melih Boydak’ın tarafıma bizzat söylediği gibi, “özlük hakları kutsal ve dokunulmaz haklardır ve ancak Mahkemelerce yok edilebilir.”
Bölümlerin kuruluşu tamamlanmaktadır. İki Bölüm, kuruluşunu, eski Bölüm Başkanlarının, ki yasaya aykırı olarak bu tek kişiydi, sümmetedarik, karakuşi ve keyfi olarak yaptığı hukuka aykırı icraatları sayesinde oluşmuş olan idari ve ciddi eksikliklerle yasal teşekkül oluşum yapısına getirmeye çalışmaktadır. Sıra Gazetecilik Bölümü’ndedir.
Şimdi ise artık iş BİLİMSEL HUZURA ve DÜZEYİN YÜKSELTİLMESİNE gelmiştir. Çünkü bu üçüncü aşama artık, bu devlet okulu ve milletin malı olan Fakültenin asıl ve asal işlevi olan Anayasal öğrenci yetiştirmek görevi ile doğrudan ilgilidir ve burada hepimizin varlık nedenidir.
Fakültemizde şu anda varolan hukuksal, akademik ve idari HUZURA katkıda bulunan herkese teşekkür ediyorum.
Huzurumuzu bozmaya kalkacaklara da, kamusal hizmetimizin verdiği yükümlülükle, cevabımızın haşin ve sert olacağını saygılarımla arz ediyorum.
Prof. Dr. Veysel Batmaz
HİT Bölüm Başkanı
Fakülte Kurulları Üyesi
Senatör
12 Aralık 2005
88. YILDA, 55. YIL KADROSU NEDEN YOKTU?
Bir tasadüf müdür yoksa, kaderin garip cilvesi mi, artık, İstanbul Üniversitesi’nde çift rakamlı yıldönümleri kutlanıyor.
İletişim Fakültesinde, şiltleşme yıldönümü, "özürdilercesine," anlamsız bir 55. yıl olarak kutlanmasından sonra, dün akşam da, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın Darül Elhan oluşundan sonra geçen 88. yılı, muhteşem bir konser ile kutlandı.
İcra edilen tüm güfte ve besteler mükemmeldi ancak biz bir Üniversiter kurumdan eskinin nostaljisini yaşatan icracılık değil, öncülük ve yenilik; yeni sesler, yeni besteler, yeni güfteler bekleriz. Anadolu, İstanbul Üniversitesi'nden, yeni Bartoklarını arıyor, bekliyor.
Bir de, Mevlana geleniğinin Sufilik yorumunu Bale figürleriyle sentezlerken dikkate edilecek en önemli husus, bir barış düşüncesi olan Mevlevilik ve Sufilik’in gösterimi sırasında, Balet ve Balerinlerin, ellerini Semah yapan Mevlevinin tahta platformuna vurarak yüksek dozajda şiddet dolu bir ses çıkartmalarının, “barışçı düşünceye” ters tonaliteler yaratmış olması önlenmeliydi.
Bu iki durumun ötesi gece mükemmeldi. Kalabalık, salonu hınca hınç doldurmuştu. Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mesut Parlak’in ise konuşması geceye tüm anlamını kazandırdı: “İşte, Atatürk’ün laik demokratik eseri...”
Fakat, o ne?
Bizim 55. yıl kadrosundan hiç kimse yoktu ortalıkta... Neredeydiler? Yoksa Rektörlüğü protesto mu bu? Biz böyle bir cesarete sahip olamayacaklarını ve başka daha önemli işleri olduğundan geceye katılamadıklarını düşünüyoruz. Belki de 56. yıl kutlamasına hazırlanıyorlardır, kimbilllllir?
Bu durumun takipçisi olacağız.
08 Aralık 2005
KALİTE BELGESİ/ISO-9000'in SIFIRLARI...
Ancak bu durum gerçekleri tam olarak yansıtmıyor: Son iki yılda, Fakültemiz öğretim elemanlarından bir kısmı, Türkiye çapında önemli eserler verdiler ve tartışmalar yarattılar: Emine Yavaşgel, Hikmet Kırık, Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Veysel Batmaz, Serdar Taşçı, Arzu Kihtir, Nilüfer Öcel, Ayla ve Aydemir Okay, Barış Çoban (Dekanlık tarafından okuldan süresi uzatılmayarak uzaklaştırıldı; şimdi Beykent'te), Mete Çamdereli (Dekanlık tarafından kadro verilmediğinden istifa ederek Kocaeli Üniversitesi'ne geçti), Bilal Arık ( Dekanlık tarafından yükseltilme yapılmadığından Konya Selçuk İletişim'e geçti) ve bazı bilimsel yayınlarda makaleleri yayınlanan arkadaşlarımızla birlikte oldukça önemli yayınlar yaptılar. Fakat bu arkadaşlarımızın hepsi, ya, şu andaki Yönetimce baskıya ve hukuksuzluğa maruz bırakılmış durumdalar, ya da okuldan uzaklaştırıldılar. Garip olan da bu. Yayın yapanlar, bu yönetim tarafından sevilmiyor ama Fakülte de toplam yayından "sıfır" alıyor. Bu konunun masaya yatırılarak, Bölümler çapında tartışılması gerekli. Çünkü yayınlar yeterli değil ve bütün okula şamil değil. Bir Fakültenin kalitesi, yaptığı yayınlardan ve verdiği derslerden anlaşılır...
Bu amaçla, zaman geçirilmeden, İletişim Fakültesi Dergisine çeki düzen verilmeli, çünkü bu dergide yayınlanan yazılar için Doçentlik jürilerine giren profesörler, hakemli olduğunu iddia ettiği halde, "olmadığı için" puan vermiyorlar... Daha önce yazdık, (Bkz: http://vistilefblog.blogspot.com/2005_09_18_vistilefblog_archive.html ) İletişim Fakültesi Dergisi'nde yer alan "bilimsel" bir makalede, bu Fakültede profesör olan bir kişinin 25 yıl önce yazdığı cümleler bir piyasa yazarının cümleleri olarak yer alabiliyor.
Özetle, durumumuz, çok da kıymet-i harbiyesi olmayan SSCI Indeksinde "atıf alamamaktan," ya da bu endekste yer alan makale yayınlayamamaktan da vahim...
İşte, TSE'den kalite belgesi alan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin ibret belgesi:
08 Aralık 2005
http://www.milliyet.com.tr/2005/12/08/guncel/gun04.html
Sıfırcılar
YÖK, devlet ve vakıf üniversitelerinin 2004'te uluslararası bilim endekslerine (SCI, SSCI ve AHCI) gönderdikleri yayınlarla ilgili verileri açıkladı. Tam zamanlı öğretim üyeleri olan 18 üniversiteden bazı fakülteler endekste "sıfır çekti." Çoğunluğunu sosyal bilimler alanından fakülteler ve MYO'ların oluşturduğu, ÖSS'de öğrencilerin girebilmek için birbiriyle yarıştığı "sıfır çeken" fakülteler ve bağlı olduğu üniversiteler şöyle:
Atatürk: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF), İlahiyat, Erzincan Hukuk, Bayburt Eğitim, Aşkale MYO, Kelkit MYO, Bayburt MYO, Erzurum Sağlık Yüksekokulu.
Çukurova: İlahiyat.
Dicle: İlahiyat ve Hukuk.
9 Eylül: İİBF, İşletme, Güzel Sanatlar, İlahiyat, Hukuk.
Ege: Eğitim ve İletişim.
Gazi: Hukuk ve İletişim.
Gaziantep: İİBF.
Osmangazi: İİBF ve İlahiyat.
Uludağ: Fen-Edebiyat, İİBF ve İlahiyat.
Yıldız Teknik: İİBF ve Eğitim.
Fırat: İlahiyat.
İstanbul: Hukuk, İktisat, İlahiyat, İletişim.
Kahramanmaraş: İİBF, İlahiyat.
Niğde: Aksaray İİBF, Niğde İİBF, İşletme
Atılım: Hukuk.
Başkent: Hukuk.
Galatasaray: Fen-Edebiyat, Hukuk, İİBF, İletişim.
Işık: İİBF.
İzmir Ekonomi: 56 öğretim üyesinin yayın sayısı sıfır.
Yaşar: YÖK'e veri göndermedi.
Okan: 26 öğretim üyesi sıfır yayın yaptı.
Ufuk: 29 öğretim üyesinin 1 yayını var.
05 Aralık 2005
BU BİLDİRİYE KATILMAZSANIZ ÜZÜLÜRSÜNÜZ DEMİŞTİK... ÜZÜLÜRSÜNÜZ...
ETİK DOSTU SAYGIDEĞER ÖĞRETİM ELEMANLARI:
İzmir'deki basın toplantısında kamuoyuna açıklayarak ayrıca YÖK; ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA üyeleri ile Başbakanlık, MEB ve Cumhurbaşkanlığı makamlarına bilgi için ilettiğimiz "Bilimsel ve Etik Değerlere Saygı Çağrısı" nın basındaki yankılarını sizlerle paylaşmıştım.
Ancak bizlerin bu çağrıyı yapmaktaki amacımız ve ilgili kurumlardan olan beklentimiz çağrı metninde açıkça ifade edilmesine karşın ilgili kurumların duyarsızlığı devam etmektedir.
Duyarlılık göstermek yerine tam tersine "YÖK sisteminde yöneticiler için bilimin/bilim adamının tarafsızlığı ilkesini yaşam biçimi haline getirmek zorunluluğu yoktur. Onlar akademik yaşamla ilgili her türlü yetki ve sorumluluğu istedikleri keyfilikte kullanmakta özgür ve dokunulmazdırlar" şeklinde açığa çıkan otoriter ve baskıcı yaklaşımlardan vazgeçmeyeceklerinin kanıtı olabilecek uygulamalar yaşama geçmeye devam etmektedir.
Hepinizin akademik yaşamda böylesi ilkesiz bir yönetim anlayışını ortaya çıkaran yaşanmış örnekleriniz olduğundan eminim. Zaten yaptığımız kamuoyu açıklaması için bizleri biraraya getiren de yöneticilerin, tanığı olduğumuz ve kanıtlarını bildiğimiz, etik dışı olaylar karşısındaki kabul edilemez tutumları idi.Tırmanarak devam eden bu tutum karşısında ben kendi adıma sizlerle de paylaşmak istediğim şu soruları sormadan edemiyorum.
* Bir yandan bilim etiğine sahip çıkıyoruz diye ders kitabında intihal yaptığı kanıtlanan Başbakanlık Müsteşarı'nı öğretim üyesi mesleğinden atarken, diğer yandan yazdığı ders kitabındaki intihali kanıtlanmış olan bir başkasına "çok sayıdaki yurt dışı yayınına çok sayıda atıf yapılmıştır" gerekçesiyle TÜBİTAK tarafından bilim ödülü verilmesi gibi bir çifte standart hangi çağdaş ülkede kabul görebilir?, hangi çağdaş ülkenin YÖK'ü böyle birini defalarca dekan atayıp ödüllendirebilir? "h faktörü" nekadar olursa olsun ders kitabında intihal yapmış bir bilimciye hangi ülkenin "önde gelen bilim insanları" arasında yer verilebilir?
** Hangi ülkede bilimsel aşırmacılıklar karşısında bilim insanı sorumluluğuyla tavır alıp "yapılmamış deney veya gözlemleri yapılmış, yapılanların sonuçlarını çarpıtmış yada yapılan deney ve gözlemlerle hiç ilgisi olmayanları bunları yapmış gibi gösteren" yayınların sahiplerine dokunulmazken, bu olaylara karşı tavır alıp mücadele eden, toplumda etik bilinci oluşması adına düzenlenen panellere konuşmacı olarak katılan ve yazılar yazan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmaya çalışılmasına, haklı olduğunu gösteren kanıtları tarafsız uzmanların incelemesinden kaçırıp müfteri suçlamasıyla cezalandırılmasına izin verilir?
YÖK Başkan ve üyeleriyle, TÜBA üyelerine ve ayrıca bilgi için TÜBİTAK yöneticilerine göndermek gereği duyduğum aşağıdaki mesajı ve
100'ün üzerinde uluslararası makalesine yüzlerce atıf almış, ortaya çıkardığı bilimsel etiğe uygun olmayan çalışmaların sahiplerine gereken yaptırımların uygulanması için mücadele veren ve aynı zamanda "Bilim Etiğine Saygı Çağrısı"na imzasıyla destek vermiş olan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İzge GÜNAL'ın bana gönderdiği ve en alta mavi yazılı olarak aktardığım iletisini
okuyunca yukarıdaki sorularda yer alan "hangi ülkede? " sorusuna verdiğiniz "ancak ve ancak etik bilincinden yoksun bizim gibi ülkeler" yanıtınızın haklılığını gösteren benzer kendi örnekleriniz dışında yeni ve çarpıcı birer örneğini daha göreceksiniz
Bunları okuyunca "BİLİM ETİĞİ OLMADAN BİLİM ÜRETİLEBİLİR Mİ?" sorusunu birkez daha yineleyeceğinizden eminim.
(NOT: Bilim etiğini çiğnemiş kişilere değil, olayların niteliğine ve sorumlu kurumların tutumlarına dikkat çekmeyi ilke edindiğimden aşağıdaki iletide bu ilkeye ters düşebilecek çağrışımlara neden olabileceğini düşündüğüm kısımlar silinmiştir. Anlayışla karşılamanızı dilerim.)
Sevgi ve Saygılarımla
Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi
Tel:(0232) 3880110 /2380 (iş)
(0532) 630 1473 (mobil)
Yükseköğretim Kurulu'nun Sayın Başkan ve Saygıdeğer Üyeleri,
Sanıyorum sayın YÖK Başkanımız ve saygı değer YÖK üyelerince de bilindiği gibi, ülke genelinde 600'e yakın (587)öğretim elemanı tarafından imzalanmış olan "Bilimsel ve Etik Değerlere Saygı Çağrısı'" 27 Ekim 2005 günü İzmir'de yapılan basın toplantısında açıklandı.
Açıklama bir çok gazete ile Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi'nde haber olarak yer aldı.Takibeden haftalarda YÖK, TÜBİTAK, ÜAK ve TÜBA gibi çağrının esas muhatabı olarak düşünülen bilim kurumlarının, çağrıdaki çok ciddi saptamalar ve bilim etiğinin geleceğine ilişkin düşüncelerinin ve olumlu yada olumsuz tepkilerinin gazetelerde olmasa bile bilim etiği konularının tartışıldığı bir platform sağlayan Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisinde yayınlanabileceğini yada kamuoyuna genel bir açıklama yapılmasını doğal olarak bekliyorduk. Fakat bu kurumlamızın hiç birinden böyle bir açıklama yapılmadı. Özellikle YÖK, çağrıdaki saptama ve yakınmaları ciddiye aldığını gösteren hiç bir tepki vermemeye ve eleştiriler karşısında sessiz kalmaya devam ediyor.
Çağrı ile ilgili imza kampanyasının tamamlandığı ve kamuoyuna açıklanma hazırlığı yapıdığı günlerde Van YYÜ Rektörü Sayın Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın tepkiyle karşıladığımız tutuklanması olayı oldu ve ardından YÖK'ün tamamlanan soruşturma sonucunda Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer hakkında kitabındaki intihal nedeniyle aldığı öğretim üyeliği mesleğinden çıkarma kararı açıklandı.
YÖK'ün bu kararı, bir kaç gün sonra kamuoyuna açıklanan 600 civarındaki öğretim elemanının yaptığı "Bilimsel ve Etik Değerlere Saygı Çağrısı' nı son derece önemli hale getirdi. Açıklamadaki endişelerden birisi bir kaç gün önce ortadan kalkmış ve intihal kitabı nedeniyle Ömer Dinçer'e gerekli yaptırım uygulanmıştı. Bu nedenle çağrıyı açıklandıktan sonra YÖK'den öğretim elemanlarına ve kamuoyuna yönelik olarak
" Endişe etmeyiniz, YÖK ve üniversiteler bilim etiğini çiğnemiş olduğu kanıtlanan herkese bilimin tarafsızlık ilkesinin gerektirdiği şekilde davranacaktır; bize güvenin"
anlamında bir açıklama beklendi. Fakat ne yazık ki bu güne kadar ümit veren böyle bir yaklaşımın işaretleri ne YÖK'den ne de hiç bir ilgili kurum tarafından verilmedi.
Bu arada TÜBA üyesi sayın Prof.Dr. Bahattin Baysal Hocamız yaptığı bir çalışma sonunda belirlediği değerli bilim insanlarının kimler olduğunu 19 kasım tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi'nde "En başarılı 23 Türk bilim insanı" başlığı altında yayınladı. Kriterleri tartışılsa da sayın hocamız çok da çok da iyi yaptı. Böyle başarılı insanlarımız tabiiki kamuyuna sunulacak, tanıtılacak. Hem de bu daha fazla yapılmalı ve bilim insanlarımızın dünya çapındaki başarıları halkımıza anlatılarak bilimsel araştırmaya daha fazla destek sağlanması gündemde tutulmalıdır.
Fakat yayınlanan ........................bu listede, intihal kitabına karşın ......... yılı TÜBİTAK bilim ödülü verilen ve YÖK tarafından Eylül 2005 de ikinci kez ........Üniversitesi ......... Fakültesi'ne Dekan atanan öğretim üyesi de bulunmaktadır. Bahattin Baysal Hocamızın bu gerçekten habersiz bir şekilde kendi belirlediği kriterleri (100'den çok uluslararası yayın karşılığında 1000den çok atıf almış olmak) sağladığı için söz konusu kişiyide listesine aldığından şüphe yoktur.
Ardından söz konusu bilimcinin Cumhuriyet Bilim Teknik'deki listede yer almasından kaynaklanan ve aslında intihali bilen .........Üniversitesi Rektörlüğünün övgülerini de içeren bir haber ........Kasım tarihli Milliyet Ege'de yayınlandı. İki gün sonra da Hürriyet (........Kasım) Bahatttin Hoca ile yapılan "Türk bilim adamı için nobel almak hayal değil" başlıklı bir haber/röportajı yayınladı. Listeye giren söz konusu intihal kitabın sahibi sayın dekan ile ilgili olarak gazetelerin Ege eklerinde çıkan "Adı Dünya Listesinde", " Dünyada İlk 30 da" başlıklı haberlerin fotokopileri ......... Fakültesi binalarının giriş kapılarına asıldı.
Özellikle Milliyet Ege'deki haber, ve fakülte girişlerine asılan fotokopiler çok ilginç değilmi? Normal koşullarda bu övüncün kamuoyu/üniversite mensupları ile paylaşılması son derece doğal. Ancak bilimsel çalışmaları övünç konusu yapılan bilimcinin yazdığı .............ders kitabı hiç bir bilimsel kaynak içermiyor ve kitapta intihal yapıldığını gösteren kanıtlar üniversite ve YÖK'ün bilgisi dahilinde olan gerçeklerse, o zaman söz konusu kişiyi konu alan kurumsal övünç, intihalciliğin kurumsal olarak kabul gördüğü yada görmezden gelindiği anlamına gelmezmi?
Listedeki değerli bilim insanlarının saygınlığına kimse bir şey diyemez ve onlarla onur duymalıyız. Ancak bu övünçleri görünce gerçekleri bilen kişiler olarak şunları sormazmısınız?
"TÜBİTAK, HATTA NOBEL ÖDÜLÜ ALMIŞ DAHİ OLSA BİR BİLİM İNSANININ YAZDIĞI DERS KİTABINDAKİ BiLİMSEL AŞIRMALAR ( İNTİHAL) YOK SAYILABİLİRMİ?
SAYILABİLİRSE BAŞBAKANLIK MÜSTEŞARI ÖMER DİNÇER'E UYGULANAN ÖĞRETİM ÜYELİĞİNDEN ÇIKARMA CEZASI YÖK'ün BİLİMİ VE BİLİM ETİĞİNİ SİYASETE ALET ETMESİ ANLAMINA GELMEZMİ ?
Kaldı ki söz konusu bilimci TÜBİTAK ödülünü aldıktan sonra intihal yapmış değildir. Tam tersine önce........ Üniversitesi söz konusu kişiyi intihal kitabını bilmesine rağmen ödüle aday göstermiş (bu kişi o sırada TÜBİTAK ............... Grubu üyesidir), TÜBİTAK da, kitapta tek bir kaynak gösterilmediğini ve intihalin kanıtlarını gördüğü ve bildiği halde görmezden gelip ........... yılı ........bilim ödülünü vermiştir. Ayrıca biri aynı tarihlerde , ikincisi de bu yaz sonu- geçtiğimiz ....... ayında- olmak üzere YÖK'de kendisini iki kez dekan atamıştır.
Bunlar ve gerek ............ üniversitesindeki, gerekse diğer bir çok üniversitedeki örtbas edilmiş bilimsel sahtecilikler ortada iken yalnızca siyasi bir kişiliğe sahip olan Ömer Dinçer'i soruşturma açıp öğretim üyeliğinden atmakla YÖK Bilim etiğine saygısını mı kanıtlamış oluyor? Bilimde tarafsızlık bunu mu gerektiriyor?
Şunu belirtmeden geçemem. Ömer Dinçer'in temsil ettiği siyasi görüşlerin en büyük karşıtlarından biriyim, ve ülkenin karanlığa götürülmek istenmesiyle kendi çapımda mücadele ediyor ve YÖK'ün arasıra öncülük ettiği karşı çıkışlara da her zaman destek oluyorum. Fakat diğer taraftan Bilimde ve Bilim Etiğinde tarafsız olmanın bilim insanları için olmazsa olmaz bir erdem olduğuna da inanıyor ve bu evrensel ilkeyi savunuyorum.
Sayın Prof. Dr. Bahattin Baysal'ın kriterlerine karşı daha genel ve herkesin kabul edebileceği belirtilen yeni kriterlerle ortaya çıkan ve 120 bilimciyi kapsayan yeni bir listeyi bu haftaki Cumhuriyet Bilim Teknik'de gördüm . Önceki listeye girememiş olan çok değerli bilimcilere yapılan haksızlığın, daha anlamlı olduğunu düşündüğüm yeni kriterlerle ortadan kalkmış olduğuna sevindim.
Fakat kriterler arasında bilim etiğini çiğnememiş olmak gibi "başlıca" olması gereken bir kriter, yani TÜBA'nın kamuoyuna açıklamış olduğu bilim etiği normları- yine yok. (TÜBA bilim etiği normları için http://www.tuba.gov.tr/duyurugoster.php?yil=01&duyuru=3). Böyle olunca, kanıtlarını ekteki dosyada sizlerle daha önce paylaştığımız intihal kitabın yazarı olan bilimcimiz de doğal olarak yayın ve atıf sayısı itibarıyla bu yeni listede de yer almaktadır.
Saygılarımla bilgilirinize sunarım.
Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi
Tel:(0232) 3880110 /2380 (iş)
(0532) 630 1473 (mobil)
___________________________________
Prof.Dr. İzge GÜNAL'ın gönderdiği 28.11.2005 tarihli mesajı:
Herkese Merhaba,
Cumhuriyet Bilim Teknik’teki yazım ve Hürriyet’teki haber nedeniyle “kademe ilerlemesi durdurması” cezası aldığımı öğrendim (“basın yoluyla meslektaşlarına iftira atmak, küçük düşürmek” gerekçesiyle). Henüz ceza yazısı bana ulaşmadı. Biliyorsunuz daha öncede kademe ilerlemesi durdurması cezası almıştım( 7 aralıkta iptali için mahkemesi var). Eğer yeni cezayı aynı maddeden vermişlerse bir üst ceza uygulanacağı için atılmış oluyorum. Eğer farklı maddeden verilmişse, atılmam için 10 yıl içerisinde herhangi bir maddeden uyarı cezası almam yetiyor.
Sevgiler, saygılar
İzge
K.Kantarlı'nın notu: Prof.Dr. İzge Günal bu mesajından sonra “Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek” maddesinden yeniden kademe ilerlemesi cezası verildiğini iletmiştir. Şu anda davası sürse de aynı ceza aynı nedenle daha önce de verilmişve ilerleyecek kademesi olmadığında maaaştan kesme cezası uygulanmıştır. İlerleyecek kademesi (1/4) olmadığından şimdi verilen ceza yine maaşten kesme olarak uygulanacak, fakat ilgili disiplin yönetmeliği ikinci kez verilen bu cezanın bir üst (yani öğretim üyesi mesleğinden çıkarma) ceza olarak uygulanmasını öngörmektedir.