Mülkiye'de 1980'in başlarında doktora yaptığım sırada hocam Ümit Hassan'a "Amcam bana Arapça alfabe öğretiyor" dedim heyecanla.
Boş boş baktı: "Ne yapacaksın?"
Ben de büyük bir gururla "Osmanlı'da yazılanları okuyacağım" dedim.
Güldü, "Bunun içinse boşuna uğraşma, bir şey yazmamışlar ki, ne okuyacaksın!"
Daha sonra baktım ki Umit Hoca doğru! Osmanlı arşivleri denilen külliyat sadece kadı hükümleri, vakıf senetleri, bütçe-mizan defterleri ve fetvalardan oluşuyor, içinde elle tutar tarafı olan hiç bir şey yok. Ne bir felsefe kitabı, ne matematik, ne ekonomi, ne de İslam ilimleri, hiç bir şey yok. Okunacak değerde olan yazılanlar ise ya çeviriler, ya da Batı ile tanıştıktan sonraki çabaların yazılı hale getirilmişleri. Orjinalini okumak daha hayırlı.
Osmanlıca denilen dil yapay bir dildir. Farsça, Arapça ve Türkçe kelimelerle oluşturulmuş sadece bir yazı dilidir. Bu dili yazı alışkanlığı haline getiren Osmanlı elitleri birbirleriyle konuşurken Türkçe konuşurlardı. Vakanüvis, Osmanlıca bir kelimedir. Tarih yazarı demektir ve günümüzde sıkça kullanılır. Vaka Arapça olay demek, nüvis Farsça yazmak demektir. Araba söylesen anlamaz, Farsa dillendirsen bön bön bakar suratına. Sanırım Cumhurbaşkanı bilim yapmak demenin ne olduğunu bilmiyor. Bilim kavramla oluşturulmaz, hipotez ile oluşturulur. Kavram da dil ile oluşturulmaz, zihindeki bağlamsal işlemlerle oluşturulur. Anlam ise bir kelimede beş altı ayrı hale dönüşebilir. Beyaz (Farsça), "temiz" de demektir, sanki siyah kazak temiz olamıyormuş gibi... Beyaz bir renk olarak ifade ettiği anlamın çok ötesinde kavramlara ve konatasyon ve denotasyonlara sahiptir. Demek ki, kavram, anlam ve kelime türlü kılıklara giriyor, hangi dilde olursa olsun...
Yabancı dil bilmeyen Cumhurbaşkanı Osmanlıca bağlamında kelam etmiş: Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen 49. TÜBİTAK 2014 Yılı Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri töreninde, harf devrimine atıfta bulunarak, “en büyük sıkıntılardan birini de maalesef dilde yaşadık. Bizim son derece zengin bilim yapmaya, üretmeye son derece müsait bir dilimiz varken, bir gece yattık sabah kalktık baktık ki o dil yok. İşte şimdi yabancı dillerle, kelimelerle bilim öğrenen ve öğreten bir ülke derecesine getirildik. Binlerce kelime ve kavram unutturuldu. Sözlüklerden çıkarıldı. Kelime ve kavram üretmeye son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi” demiş.
Unutturanlar, sözlüklerden çıkaranlar, kavram üretmeyenler kim? Şemseddin Günaltay ve sonrası değil mi? Tarihi okumak illâ da Osmanlıca bilmekle olmuyor; o dönemde yazılanlar, Türkçe de okunuyor. Oku! Tarihi oku! Okumazsan saçmalarsın...
Ne kadar doğru değil mi? “BİLİMİ MAHALLE BASKISINDAN DA KURTARIP DAHA ÖZGÜR BİR ZEMİNE KAVUŞTURMAK ZORUNDAYIZ” Evet zorundayız ama kim neler yapıyor şimdi üniversitelerde, hiç araştırmış mı Erdoğan?
Ayrıca beyin göçüne de değinmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bilim insanı özgür değilse, kendisini emniyete hissetmiyorsa, bilimden ziyade maişetini dert ediniyorsa ilim sahibi olmanın yüksek payesini hissedemiyorsa tarihte hep olduğu gibi kalkar daha uygun şartlara göç eder. Bizi bu iklimi yeniden oluşturmamız gerekir. Bilimi, devletin, siyasetin müdahalesinden yargının müdahalesinden olduğu kadar mahalle baskısından da kurtarıp daha özgür bir zemine kavuşturmak zorundayız”
Vah zavallı ülkem, vah! Daha neler duyacağız... Bilimi bize kimler öğretecek?!!!