Hukuk, bilim, akademik nitelik ve özgürlük, tüm bunlar "üniversite" kavramının olmazsa olmaz koşullarıdır ve biz tam bir yıldır Vistilef okurlarına üniversitemizde olması gereken bu nitelikte bilimsel ikâz, eleştiri ve enformasyon sunuyoruz.
Kişisel hınç, kin ve nefret duygusu taşımadan... Oysa, biliyorsunuz ki, bu duygulara da gerek var bu Fakültede, ne yazık ki; ama biz taşımıyoruz, taşıtmıyoruz...
Tüm Vistilef BLOG'ları, ilk yılında 20.000'e yakın (yirmi bin) TIK yaptı; akılları, yürekleri tıklatarak... Birinci Vistilef Onur Yılımız Kutlu olsun !
Herkesi, 2006-2007 Öğrenim Yılı başında düzenleyeceğimiz "Vistilef Onur Yılı Kokteyline" bekliyoruz...
http://www.vistilefhaber.blogspot.com/
http://www.vistilefblog.blogspot.com/
http://www.vistilefhukuk.blogspot.com/
http://www.vistilefakademik.blogspot.com/
20 Temmuz 2006
DİPLOMASIZLIK MI? DİPLOMALARI GİZLEMEK Mİ? HANGİSİ DAHA GÜZEL?
DİPLOMALARI GİZLEMEK İSTEYENLER ÇOĞALIYOR...
DEEPLOMALAR POLEMİĞİ 2 veya 3:
Anglo-Sakson Diplomalı Hikmet Bey’e Yaz Yelpazesi:
DİPLOMA ve MEZUNİYET’İN KAMUSALLIĞI ÜZERİNE TEFEHÜL DENEMESİ
İrfan ÇİFTÇİ
Bir süredir sevgili üniversitemizde baş gösteren bu “vesika fetişizmi” YÖK’ün ilk uygulandığı yıl olan örgenciliğimin ilk yılı 1985 yılını hatırlatıyor bana. O zaman kapıdan sınıflara kadar birkaç yerde ama yapılırdı. Cumhuriyet gazetesini içeriye sokmaya kalkışmanın yolu karakoldan geçtiğinden gazeteyi iç çamaşırlarımıza sararak götürürdük veya öyle girmiş gazeteler kapışılırdı. Buradaki fetişizm anlaşılabilir.)) Bu da apayrı derin bir mevzudur ki söz konusu gazetenin sırf bu yüzden uzun süre bağımlılık yaptığı dahi görülmüştür.Yine bu yıllarda dönemin meşhur 83 Anayasasını hazırlayıp mağrur gazi olarak İ.Ü.Hukuk Dekanı olarak okuluna dönen Prof. Orhan Aldıkaçtı, teneffüslerde koridorlarda dolaşarak öğrencilerin yeni YÖK yayasının belirlediği kılık kıyafet kurallarına –en çok dikkat ettiği şey o sırada 12 Eylül öncesinden kalma ve sayısı bir hayli olan veya henüz içeri alınamamış yahut erken tahliye olmuş yaşı geçkin öğrencilerin saç traşları idi- uygun olup olmadığına bakardı.Kızlar da ise kot pantolona çok kızardı. Hele bir de bu kıyafetler ve uygunsuz saçlar var ve sigara içiliyorsa mutlaka kimlik almaya teşebbüs ederdi. Bu uygulamaya biz iktisat öğrencileri bir gün koridorda topluca protesto alkışı yaparak çok sert tepki göstermiştik. Fakat Hukuk öğrencileri biraz daha şanssızdı. Onlar da bir süre sonra Aldıkaçtı operasyonlarından kurtulmak için biz “İktisat” öğrencisiyiz diyorlardı.Bu günler sıkıyönetim günleri idi. Yani üniversitenin faşizan bir presle ezildiği günler. Bir diğer dikkat ettiği nokta ise YÖK’ün titizlikle üzerinde durduğu öğretim üyelerinin unvan kullanıp kullanmadığı idi. Yeni uygulamada bütün öğretim üyeleri ünvanları yazılı yaka kartı ile dolaşmak zorunda idi. Bunu protesto eden bizim Fakülte’de o zaman iki aziz hocamız Toktamış Ateş ve İzzettin Önder vardı.İnatla ve ısrarla sadece isimlerini kullanıyorlardı. Toktamış Ateş bundan dolayı cezalandırılmış İ.Ü.İktisat Fak. Yayını olan siyasi tarih kitabının üzerindeki ünvanı tek tek silinmişti. İzzettin Önder’e ise sık sık Prof.Dr. yazılı kocaman tabelalar asılarak cezalar veriliyordu. O zaman yeni çıkmış ve bize çok komik gelen Yard.Doç. ünvanı dahil bir sürü kocaman ünvanı olan öğretim üyesi geldi hafızalarımızda ve hatıralarımızda zerre kadar iz bırakmadan geçti gitti. Ama zaman içinde, bilim ahlakının ve yüce insanlık değerlerinin sarmalamasıyla İzzettin Önder ve Toktamış Ateş gözlerde, hatıralarda, hafızalarda ve gönüllerde büyüdüler, yüceldiler ve unvan neki şan sahibi oldular. Bu iki hocamı her daim ve şimdi de minnet, şükran ve muhabbetle anarak o günlerin bihakkın nacizane ödenmiş hatırasından dolayı akademik ünvanlara ve yaka kartından, turnikeye kadar bir dizi kontrol ve güvensizlik vesikası olan vesikalara karşı bir soğukluk duyarım. Ancak bir süredir İ.Ü. içinde her adım atışta turnike fetişizmi ve yaka kartı merakı başlamış bulunuyor. Bahçe yeşillenerek bir çayır haline geldi ve güzelleşti amenna, ama içinde dolaştığınızda yakasında dağdağanla dolaşan bir sürü kocaman insanla burası yoksa turnikelerinden girilen bir çiftlik mi izlenimini veriyor. Bunlar hiç hoş işler değil. Bunların dışındakilerse gayet hoş..Eee bu kadar kusur olur.
Gelelim Hoşnutluklara!!! Hikmet Bey’e Yaz Yelpazesi
Diploma nedir? İlk diploma bugünkü insanların anlayacağı dille söylenirse, M.Ö. 4700 gibi XI. Rimses tarafından pramiti dikme yetki belgesi anlamına gelen bir taş çivisi olarak verilmişti. Daha sonra Da Vinci’de geçen sanduka gibi bir sanduka içinde saklanarak nesilden nesile geçerek pramit loncalarını oluşturmuştu. Dolayısıyla bu diplomalar öyle kamusal değildi. Bu nadide eserlerin nasıl ihtimamla korunduğunu RTS Şubesi hocası hususen bilmiyorlar mı? Yoksa arşive girmeyen fizyondan film seyretmiyorlar mı diye düşünülür? Fakat, Büyük Biritanya’nın ananeleri kara Avrupası yani Roma dışı olduğu için onlardaki durum öyle değildi. Çünkü M:S.800 yılında kurulan kutsal ittifaktan sonra kendi kimliği ile ortaya çıkan Biritanya, Nasra’dan mabet işaatı için marangozluk imtihanı açtığı zaman ordaki marangozlar zenaatlarını isbat için vücutlarına birer çivi gizleyerek gelsinler denmişti. İşin ilginç yanı bunların çoğusu çiviyi yutmuş olduğu için kim usta kim değil tabi doğal olarak ayırt etmek mümkün değildi. Bu durumda apışıp kalan dönemin Uzun Bilekli IV. Richard’ı şöyle bir ikileme ile karşı karşıya kaldı. Ya bunların hepsinin birden karnını yaracaktı, yani “yar ki görem yiğitlerin bağrını” gibi hırt bir muhabbet olacaktı nitekim bundan vazgeçti. Ondan dolayı gemiye atlayıp gelen bilumum Doğu kökenlilerden hangilerinin marangoz kimlerinin duvarcı olduğunu anlamak için “marifetinizi gösterin” diye meşhur iki emir yasasını ilan etti ve Times nehrinin kenarındaki köprü ve duvarları inşa ettirdi. Böylece inşaat kamuya açıldı-ki kamusallık da böylece başlamış oldu, konunun bizdeki gibi örtü-böğürtü mevzusu gibi değil- ve marifeti görülen için hah demek ki bunun diploması var diye kani olundu. Tabi tarihin cilvesi uyanık İngiliz kralının bu numarası sonucunda Tarafalgar meydanından Buckingam Sarayı’na kadar bugün de gidenlerin muhakkak hayran oldukları bulvar, belde ve parklar imar ve ihya oldu… Konuyu bu kadar açmışken Anadolu coğrafyasındaki ve memleketimizdeki tarihsel seyrine de değinmeden geçemeyiz. Bir Türkler, Sümerler’den ve Kimmer’lerden beridir bu konuda tevazu sahibi olduğumuzdan mevzuyu teşhir etmekten hoşlaşmayız. Bağrımıza basar, bir rüzgâr gibi geçer gideriz. Hem ecnebilerden alınmış bilumum vesikaları da buruşturup atarız. Hem Avrupa’dan Amerika’dan Biritanya’dan Patagonya’dan aldığımız diplomalarla mı bir birimizi tanıyacağız. Biz üç kişiyiz, üçümüz de birbirimizi biliriz… Kamusal alan ise Yorğansuzun Hakkı Çavuş[1]’un değdi gibi “ortası çamur yan bas/ma”dır. “Vesika’nı ancak dereyi geçerken eline al, çünkü mürekkebi dağılır”, der bir Hazar atasözü…Daha sonrada Hazar Türklerinin Kuzey kolundan güneye gelen Barak boyundan Çopurtepeli Hüsen zaten kendi tarihinden esinlenerek “vesikalı yarim” adlı barak türküyü yakmıştır göç yollarında.
Dolayısıyla senatör, dekan, vektör gibi hiçbir ünvanı olmayan ve ne Parizyen, ne Anglosakson ne de İstanbol adabından azade olan biz kara kalabalıkların karaşın bir fakir-i pür taksir ferdi olan bizler zaten ümmiyiz ve ancak ümitsizlikten ümitliyiz…Zaten bütün bunlar ne, vesika neçiii Hiçmet Beg!!!:))
[1] Süleyman Şenel, Kastamonulu Aşık Yorgansız Hakkı Çavuş (1997) Terimleri Hakkında”, V.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri
İrfan Çifçi
DEEPLOMALAR POLEMİĞİ 2 veya 3:
Anglo-Sakson Diplomalı Hikmet Bey’e Yaz Yelpazesi:
DİPLOMA ve MEZUNİYET’İN KAMUSALLIĞI ÜZERİNE TEFEHÜL DENEMESİ
İrfan ÇİFTÇİ
Bir süredir sevgili üniversitemizde baş gösteren bu “vesika fetişizmi” YÖK’ün ilk uygulandığı yıl olan örgenciliğimin ilk yılı 1985 yılını hatırlatıyor bana. O zaman kapıdan sınıflara kadar birkaç yerde ama yapılırdı. Cumhuriyet gazetesini içeriye sokmaya kalkışmanın yolu karakoldan geçtiğinden gazeteyi iç çamaşırlarımıza sararak götürürdük veya öyle girmiş gazeteler kapışılırdı. Buradaki fetişizm anlaşılabilir.)) Bu da apayrı derin bir mevzudur ki söz konusu gazetenin sırf bu yüzden uzun süre bağımlılık yaptığı dahi görülmüştür.Yine bu yıllarda dönemin meşhur 83 Anayasasını hazırlayıp mağrur gazi olarak İ.Ü.Hukuk Dekanı olarak okuluna dönen Prof. Orhan Aldıkaçtı, teneffüslerde koridorlarda dolaşarak öğrencilerin yeni YÖK yayasının belirlediği kılık kıyafet kurallarına –en çok dikkat ettiği şey o sırada 12 Eylül öncesinden kalma ve sayısı bir hayli olan veya henüz içeri alınamamış yahut erken tahliye olmuş yaşı geçkin öğrencilerin saç traşları idi- uygun olup olmadığına bakardı.Kızlar da ise kot pantolona çok kızardı. Hele bir de bu kıyafetler ve uygunsuz saçlar var ve sigara içiliyorsa mutlaka kimlik almaya teşebbüs ederdi. Bu uygulamaya biz iktisat öğrencileri bir gün koridorda topluca protesto alkışı yaparak çok sert tepki göstermiştik. Fakat Hukuk öğrencileri biraz daha şanssızdı. Onlar da bir süre sonra Aldıkaçtı operasyonlarından kurtulmak için biz “İktisat” öğrencisiyiz diyorlardı.Bu günler sıkıyönetim günleri idi. Yani üniversitenin faşizan bir presle ezildiği günler. Bir diğer dikkat ettiği nokta ise YÖK’ün titizlikle üzerinde durduğu öğretim üyelerinin unvan kullanıp kullanmadığı idi. Yeni uygulamada bütün öğretim üyeleri ünvanları yazılı yaka kartı ile dolaşmak zorunda idi. Bunu protesto eden bizim Fakülte’de o zaman iki aziz hocamız Toktamış Ateş ve İzzettin Önder vardı.İnatla ve ısrarla sadece isimlerini kullanıyorlardı. Toktamış Ateş bundan dolayı cezalandırılmış İ.Ü.İktisat Fak. Yayını olan siyasi tarih kitabının üzerindeki ünvanı tek tek silinmişti. İzzettin Önder’e ise sık sık Prof.Dr. yazılı kocaman tabelalar asılarak cezalar veriliyordu. O zaman yeni çıkmış ve bize çok komik gelen Yard.Doç. ünvanı dahil bir sürü kocaman ünvanı olan öğretim üyesi geldi hafızalarımızda ve hatıralarımızda zerre kadar iz bırakmadan geçti gitti. Ama zaman içinde, bilim ahlakının ve yüce insanlık değerlerinin sarmalamasıyla İzzettin Önder ve Toktamış Ateş gözlerde, hatıralarda, hafızalarda ve gönüllerde büyüdüler, yüceldiler ve unvan neki şan sahibi oldular. Bu iki hocamı her daim ve şimdi de minnet, şükran ve muhabbetle anarak o günlerin bihakkın nacizane ödenmiş hatırasından dolayı akademik ünvanlara ve yaka kartından, turnikeye kadar bir dizi kontrol ve güvensizlik vesikası olan vesikalara karşı bir soğukluk duyarım. Ancak bir süredir İ.Ü. içinde her adım atışta turnike fetişizmi ve yaka kartı merakı başlamış bulunuyor. Bahçe yeşillenerek bir çayır haline geldi ve güzelleşti amenna, ama içinde dolaştığınızda yakasında dağdağanla dolaşan bir sürü kocaman insanla burası yoksa turnikelerinden girilen bir çiftlik mi izlenimini veriyor. Bunlar hiç hoş işler değil. Bunların dışındakilerse gayet hoş..Eee bu kadar kusur olur.
Gelelim Hoşnutluklara!!! Hikmet Bey’e Yaz Yelpazesi
Diploma nedir? İlk diploma bugünkü insanların anlayacağı dille söylenirse, M.Ö. 4700 gibi XI. Rimses tarafından pramiti dikme yetki belgesi anlamına gelen bir taş çivisi olarak verilmişti. Daha sonra Da Vinci’de geçen sanduka gibi bir sanduka içinde saklanarak nesilden nesile geçerek pramit loncalarını oluşturmuştu. Dolayısıyla bu diplomalar öyle kamusal değildi. Bu nadide eserlerin nasıl ihtimamla korunduğunu RTS Şubesi hocası hususen bilmiyorlar mı? Yoksa arşive girmeyen fizyondan film seyretmiyorlar mı diye düşünülür? Fakat, Büyük Biritanya’nın ananeleri kara Avrupası yani Roma dışı olduğu için onlardaki durum öyle değildi. Çünkü M:S.800 yılında kurulan kutsal ittifaktan sonra kendi kimliği ile ortaya çıkan Biritanya, Nasra’dan mabet işaatı için marangozluk imtihanı açtığı zaman ordaki marangozlar zenaatlarını isbat için vücutlarına birer çivi gizleyerek gelsinler denmişti. İşin ilginç yanı bunların çoğusu çiviyi yutmuş olduğu için kim usta kim değil tabi doğal olarak ayırt etmek mümkün değildi. Bu durumda apışıp kalan dönemin Uzun Bilekli IV. Richard’ı şöyle bir ikileme ile karşı karşıya kaldı. Ya bunların hepsinin birden karnını yaracaktı, yani “yar ki görem yiğitlerin bağrını” gibi hırt bir muhabbet olacaktı nitekim bundan vazgeçti. Ondan dolayı gemiye atlayıp gelen bilumum Doğu kökenlilerden hangilerinin marangoz kimlerinin duvarcı olduğunu anlamak için “marifetinizi gösterin” diye meşhur iki emir yasasını ilan etti ve Times nehrinin kenarındaki köprü ve duvarları inşa ettirdi. Böylece inşaat kamuya açıldı-ki kamusallık da böylece başlamış oldu, konunun bizdeki gibi örtü-böğürtü mevzusu gibi değil- ve marifeti görülen için hah demek ki bunun diploması var diye kani olundu. Tabi tarihin cilvesi uyanık İngiliz kralının bu numarası sonucunda Tarafalgar meydanından Buckingam Sarayı’na kadar bugün de gidenlerin muhakkak hayran oldukları bulvar, belde ve parklar imar ve ihya oldu… Konuyu bu kadar açmışken Anadolu coğrafyasındaki ve memleketimizdeki tarihsel seyrine de değinmeden geçemeyiz. Bir Türkler, Sümerler’den ve Kimmer’lerden beridir bu konuda tevazu sahibi olduğumuzdan mevzuyu teşhir etmekten hoşlaşmayız. Bağrımıza basar, bir rüzgâr gibi geçer gideriz. Hem ecnebilerden alınmış bilumum vesikaları da buruşturup atarız. Hem Avrupa’dan Amerika’dan Biritanya’dan Patagonya’dan aldığımız diplomalarla mı bir birimizi tanıyacağız. Biz üç kişiyiz, üçümüz de birbirimizi biliriz… Kamusal alan ise Yorğansuzun Hakkı Çavuş[1]’un değdi gibi “ortası çamur yan bas/ma”dır. “Vesika’nı ancak dereyi geçerken eline al, çünkü mürekkebi dağılır”, der bir Hazar atasözü…Daha sonrada Hazar Türklerinin Kuzey kolundan güneye gelen Barak boyundan Çopurtepeli Hüsen zaten kendi tarihinden esinlenerek “vesikalı yarim” adlı barak türküyü yakmıştır göç yollarında.
Dolayısıyla senatör, dekan, vektör gibi hiçbir ünvanı olmayan ve ne Parizyen, ne Anglosakson ne de İstanbol adabından azade olan biz kara kalabalıkların karaşın bir fakir-i pür taksir ferdi olan bizler zaten ümmiyiz ve ancak ümitsizlikten ümitliyiz…Zaten bütün bunlar ne, vesika neçiii Hiçmet Beg!!!:))
[1] Süleyman Şenel, Kastamonulu Aşık Yorgansız Hakkı Çavuş (1997) Terimleri Hakkında”, V.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri
İrfan Çifçi
14 Temmuz 2006
BU NE BİÇİM WEB SAYFASI ÖYLE?
İletişim Fakültesinin illet-işim web sayfasına gezintimiz devam ediyor.... http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/
(Daha önce vistilef e.mail grubunda Ders Programlarının güncel olmadığını belirtmiştim. Çok tekdüze, albenisi yok ve fotoğraf seçimleri sümmetedarik!)
Daha önce bulamadığımız öğretim üyelerinin adları bir de baktık ki, İDARE düğmesi altında... Yani yöneten biz; yönetilen yine biz... ! Bir Fakültede Yönetim, Fakülte Öğertim Elemanlarından ayrıdır ve sorumludur.
Ancak bu listelerde daha önce dikkatimizi çektiği gibi, yine hiç bir öğretim elemanının lisans, yüksek lisans ve doktora kurum ve yılları yazılı değil... Bu çok önemli. Bilinçli öğrenci genellikle bizim gibi fakültelerde, öğretim elemanlarının eski okullarının düşünerek de seçim yapar.
"Dışarıdan ders verenler" de güncel liste değil; o liste, en azından HİT Bölümü için değişti.
Okuldaki birimler de yasal statüleri belirtilerek tanıtıma konulmalı... Mesela benim Bölüm Başkanı olarak haberim dahi olmayan, her ne demekse, "VİRA İletişim Hizmetleri, 2002 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde kurulmuş bir reklam uygulama grubudur. Öğrencilere uygulama çalışmalarıyla deneyim kazandırırken, aynı zamanda Fakültemizin döner sermayesine katkıda bulunmak VİRA İletişim hizmetlerinin öncelikli amacıdır. Bunun yanında Fakültemiz ile reklam sektörü arasındaki iletişimi kuvvetlendirerek, bu alanda eğitim gören öğrencilerimize reklamcılık mesleği ile ilgili geniş bir vizyon oluşturma imkanı verecek seminer, söyleşi ve atölye çalışmaları gibi etkinlikler hedeflenir. Grupta gönüllü olarak çalışmakta olan öğrencilerin reklam alanındaki bilimsel çalışmalara katılmaları sağlanarak bilgi ve deneyimlerini arttırmak planlanır." http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?import=detay&kn=76
Bu tanıtımda yanlışlarla birlikte, hukuksuzluklar da var. Nasıl olur da yasal statüsünün bile belli olmadığı bir birim, Döner Sermaye gibi akçeli bir işe soyunur? Neler dönüyor bu dönerde?
Her bölümü tıkladığınızda da DUYURULAR sayfasının çıkması çok can sıkıcı...
"Hukuk Fakültesi’nin "iki numaralı dershane"sinde başlayan Gazetecilik Enstitü’sündeki yolculuk, 2001-2002 eğitim öğretim yılında Prof. Dr. Suat GEZGİN’in Dekanlığı’nda İletişim Fakültesi’nde devam etmektedir." http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?import=detay&kn=62
Bu cümleyi de anlayabilmiş değiliz. Yolcu muyuz, hancı mıyız? Kim Yolcu, kim hancı? Burada bilim yapılır, yolculuk değil... Bir de 2001-2002 nereden çıktı, kaç yılındayız?
Fakülte Kurulu da eksik, Doç. Dr. Neşe KARS da artık Kurul'da... Rd-Tv-Sinema Bölüm Başkanı olarak...
Ayrıca "Yönetim Kadrosu" değil "Yönetim Kurulu" olacak. Yanlış yazılmış... Zaten hem Yönetim Kurulu, hem de Fakülte Kurulu yasaya uygun teşekkül etmiş değil...
Selim Eker'i de her Kurul listesinde yazmak abes... O kurul üyesi değil..
"Bir İletişim Fakültesi web sayfasında bu kadar yanlışı yapmak ancak İstanbul Üniversitesi'nde olur." dedirtmemeliyiz...
Bence bu sayfalar hemen yayınına son vermeli ve yenisi layıkıyla yapılmalı...
Burası "İletişim Fakültesi", "iletişim becerisi" demek...
Bu sayfalara ayrıca, Rektörlük el koymalı ve İstanbul Üniversitesine yaraşır bir web sayfasını İletişim Fakültesi için hayata geçirtmeli...
Hepinize güzel bir web sayfalı İletişim Fakültesi diliyorum.
Veysel Batmaz
(Daha önce vistilef e.mail grubunda Ders Programlarının güncel olmadığını belirtmiştim. Çok tekdüze, albenisi yok ve fotoğraf seçimleri sümmetedarik!)
Daha önce bulamadığımız öğretim üyelerinin adları bir de baktık ki, İDARE düğmesi altında... Yani yöneten biz; yönetilen yine biz... ! Bir Fakültede Yönetim, Fakülte Öğertim Elemanlarından ayrıdır ve sorumludur.
Ancak bu listelerde daha önce dikkatimizi çektiği gibi, yine hiç bir öğretim elemanının lisans, yüksek lisans ve doktora kurum ve yılları yazılı değil... Bu çok önemli. Bilinçli öğrenci genellikle bizim gibi fakültelerde, öğretim elemanlarının eski okullarının düşünerek de seçim yapar.
"Dışarıdan ders verenler" de güncel liste değil; o liste, en azından HİT Bölümü için değişti.
Okuldaki birimler de yasal statüleri belirtilerek tanıtıma konulmalı... Mesela benim Bölüm Başkanı olarak haberim dahi olmayan, her ne demekse, "VİRA İletişim Hizmetleri, 2002 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde kurulmuş bir reklam uygulama grubudur. Öğrencilere uygulama çalışmalarıyla deneyim kazandırırken, aynı zamanda Fakültemizin döner sermayesine katkıda bulunmak VİRA İletişim hizmetlerinin öncelikli amacıdır. Bunun yanında Fakültemiz ile reklam sektörü arasındaki iletişimi kuvvetlendirerek, bu alanda eğitim gören öğrencilerimize reklamcılık mesleği ile ilgili geniş bir vizyon oluşturma imkanı verecek seminer, söyleşi ve atölye çalışmaları gibi etkinlikler hedeflenir. Grupta gönüllü olarak çalışmakta olan öğrencilerin reklam alanındaki bilimsel çalışmalara katılmaları sağlanarak bilgi ve deneyimlerini arttırmak planlanır." http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?import=detay&kn=76
Bu tanıtımda yanlışlarla birlikte, hukuksuzluklar da var. Nasıl olur da yasal statüsünün bile belli olmadığı bir birim, Döner Sermaye gibi akçeli bir işe soyunur? Neler dönüyor bu dönerde?
Her bölümü tıkladığınızda da DUYURULAR sayfasının çıkması çok can sıkıcı...
"Hukuk Fakültesi’nin "iki numaralı dershane"sinde başlayan Gazetecilik Enstitü’sündeki yolculuk, 2001-2002 eğitim öğretim yılında Prof. Dr. Suat GEZGİN’in Dekanlığı’nda İletişim Fakültesi’nde devam etmektedir." http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?import=detay&kn=62
Bu cümleyi de anlayabilmiş değiliz. Yolcu muyuz, hancı mıyız? Kim Yolcu, kim hancı? Burada bilim yapılır, yolculuk değil... Bir de 2001-2002 nereden çıktı, kaç yılındayız?
Fakülte Kurulu da eksik, Doç. Dr. Neşe KARS da artık Kurul'da... Rd-Tv-Sinema Bölüm Başkanı olarak...
Ayrıca "Yönetim Kadrosu" değil "Yönetim Kurulu" olacak. Yanlış yazılmış... Zaten hem Yönetim Kurulu, hem de Fakülte Kurulu yasaya uygun teşekkül etmiş değil...
Selim Eker'i de her Kurul listesinde yazmak abes... O kurul üyesi değil..
"Bir İletişim Fakültesi web sayfasında bu kadar yanlışı yapmak ancak İstanbul Üniversitesi'nde olur." dedirtmemeliyiz...
Bence bu sayfalar hemen yayınına son vermeli ve yenisi layıkıyla yapılmalı...
Burası "İletişim Fakültesi", "iletişim becerisi" demek...
Bu sayfalara ayrıca, Rektörlük el koymalı ve İstanbul Üniversitesine yaraşır bir web sayfasını İletişim Fakültesi için hayata geçirtmeli...
Hepinize güzel bir web sayfalı İletişim Fakültesi diliyorum.
Veysel Batmaz
13 Temmuz 2006
POLEMİK BİLİMİN GIDASIDIR
Vistelef'in Notu: Vistilef’te “bu Yaz sen de Yaz” Polemikleri başladı.
Şükrü kardeşimiz, Van’da değilmiş, onu haberdar edelim ilk önce… Sonra, ona Dekan tarafından denmiş ki, “kapılardan diplomaları söken Veysel Batmaz’ın kendisidir. Provakasyon çıkartmak istiyor.” İrfan Çifçi nakletmiş bütün bu söylenenleri. Tevatür tabii hepsi…
Veysel Hoca verir bunların cevabını; ona güvenimiz tamdır:
Şimdi, Hikmet Hoca’nın yazısını okuyalım; yeni polemiklere gebe:
“İSTANBUL NEÇÇİİİ…”
Vistilef her zaman olduğu gibi yine haklıdır…
“Diplomalar Fora” kampanyasını şahsım olarak ben, bizzat, kendim başlatmışımdır. Ve zekasını, bilgisini ve şahsiyetini takdir ettiğim, oda arkadaşım, saygıdeğer insan Prof. Dr. Senatör Veysel Batmaz da bu kampanyaya ilk destek veren kişi olmuştur.
Kabul ediyorum…..
Dr. Veysel beyden, mamafih farklı üşündüğüm bir nokta var izin verirseniz önce onu açıklayayım da yazıma öyle devam edeyim.
Şimdi, efendim akademisyenler, doktorla, ve avukatlar gibi diplomalarını kapıya asmazlar. Çünkü kapıya asmada ticari bir kaygı vardır müşteri tırtıklama işidir… Akademide ise böyle bir kaygıya gerek yok.
O nedenle kapıya niye astınız diplomalarınızı diye merak edip soranlara “Bu bir görgüsüzlüktür… Amma velakin yerinde ve zamanlı bir görgüsüzlüktür” cevabını verdim.
O zaman diyecağsınız ki niye?… İşte eyle…!!!!
Bilenler bilir, benim doktoram “Kamusal Alan” konusundadır dolayısıyla ben “kamu ve özel” meselelerinde uzmanım. Şimdi, Serdar Taşçı, Dekan Prof. Dr. Suat Gezgin’in doktorasını, Yüksek Lisans diplomalarını, tezlerini talep etti. Ancak sayın Gezgin, Doktora tezini, yada kapağını, veya diplomasını vermeyi reddetti. Gerekçe de Bilgi edinme yasasının:
“MADDE 21.- Kişinin izin verdiği hâller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması hâlinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, meslekî ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmüdür.
Bu kabul edilebilir bir şey değildir.
Doktora bir akademisyenin gurur duyacağı en önemli çalışmasıdır. Dr., Doç. ve Prof’luktan daha akademiktir. Özel değildir. Kamu malıdır. Uluslararası kamu malıdır. Bir akademisyen için topluma yaptığı en önemli katkı, doktorasıdır. Yani Doktora, tanım gereği, içkin olarak herkese aittir. Benim doktoramı biri istese seve seve, mutluluk duyarak veririm. Zaten normal şartlarda kütüphanelerde olmalıdır. YÖK’te bir kopyası olmalıdır. Yasa, teamül ve her şey bunu emreder.
Dolayısıyla, doktoranın “özel alan”, “mesleki şeref ve haysiyet”, gibi argümanlarla, kamunun kullanımına ve görüşüne sunulmasından imtina etmek ancak doktoranın olmaması durumunda söz konusu olacaktır. Yani, benim başlattığım kapıya asma kampanyasının gerekçesi, tamamen budur.
Doktora özeldir diyerek bilimsellik dışı bir tavra karşı diplomaları kapıya asmak, “Hayır, diploma varsa kamusaldır, gizlenmez. Ehh, yoksa haddini bileceksin” demektir…. Çünkü had bilmek, adap bilmek çok önemlidir. Biz İstanbul terbiyesiyle yetiştik. Had de biliriz adap ta. Bilim dili de, başka diller de… Bilmeyene de öğretiriz….
Yaaaaaaaa Zeççi. İstanbul Neççi. Erzurum Yayladırrrrr, yaylaaaaaaaa…!!!!
Doç. Dr. Hikmet KIRIK
Şükrü kardeşimiz, Van’da değilmiş, onu haberdar edelim ilk önce… Sonra, ona Dekan tarafından denmiş ki, “kapılardan diplomaları söken Veysel Batmaz’ın kendisidir. Provakasyon çıkartmak istiyor.” İrfan Çifçi nakletmiş bütün bu söylenenleri. Tevatür tabii hepsi…
Veysel Hoca verir bunların cevabını; ona güvenimiz tamdır:
Şimdi, Hikmet Hoca’nın yazısını okuyalım; yeni polemiklere gebe:
“İSTANBUL NEÇÇİİİ…”
Vistilef her zaman olduğu gibi yine haklıdır…
“Diplomalar Fora” kampanyasını şahsım olarak ben, bizzat, kendim başlatmışımdır. Ve zekasını, bilgisini ve şahsiyetini takdir ettiğim, oda arkadaşım, saygıdeğer insan Prof. Dr. Senatör Veysel Batmaz da bu kampanyaya ilk destek veren kişi olmuştur.
Kabul ediyorum…..
Dr. Veysel beyden, mamafih farklı üşündüğüm bir nokta var izin verirseniz önce onu açıklayayım da yazıma öyle devam edeyim.
Şimdi, efendim akademisyenler, doktorla, ve avukatlar gibi diplomalarını kapıya asmazlar. Çünkü kapıya asmada ticari bir kaygı vardır müşteri tırtıklama işidir… Akademide ise böyle bir kaygıya gerek yok.
O nedenle kapıya niye astınız diplomalarınızı diye merak edip soranlara “Bu bir görgüsüzlüktür… Amma velakin yerinde ve zamanlı bir görgüsüzlüktür” cevabını verdim.
O zaman diyecağsınız ki niye?… İşte eyle…!!!!
Bilenler bilir, benim doktoram “Kamusal Alan” konusundadır dolayısıyla ben “kamu ve özel” meselelerinde uzmanım. Şimdi, Serdar Taşçı, Dekan Prof. Dr. Suat Gezgin’in doktorasını, Yüksek Lisans diplomalarını, tezlerini talep etti. Ancak sayın Gezgin, Doktora tezini, yada kapağını, veya diplomasını vermeyi reddetti. Gerekçe de Bilgi edinme yasasının:
“MADDE 21.- Kişinin izin verdiği hâller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması hâlinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, meslekî ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmüdür.
Bu kabul edilebilir bir şey değildir.
Doktora bir akademisyenin gurur duyacağı en önemli çalışmasıdır. Dr., Doç. ve Prof’luktan daha akademiktir. Özel değildir. Kamu malıdır. Uluslararası kamu malıdır. Bir akademisyen için topluma yaptığı en önemli katkı, doktorasıdır. Yani Doktora, tanım gereği, içkin olarak herkese aittir. Benim doktoramı biri istese seve seve, mutluluk duyarak veririm. Zaten normal şartlarda kütüphanelerde olmalıdır. YÖK’te bir kopyası olmalıdır. Yasa, teamül ve her şey bunu emreder.
Dolayısıyla, doktoranın “özel alan”, “mesleki şeref ve haysiyet”, gibi argümanlarla, kamunun kullanımına ve görüşüne sunulmasından imtina etmek ancak doktoranın olmaması durumunda söz konusu olacaktır. Yani, benim başlattığım kapıya asma kampanyasının gerekçesi, tamamen budur.
Doktora özeldir diyerek bilimsellik dışı bir tavra karşı diplomaları kapıya asmak, “Hayır, diploma varsa kamusaldır, gizlenmez. Ehh, yoksa haddini bileceksin” demektir…. Çünkü had bilmek, adap bilmek çok önemlidir. Biz İstanbul terbiyesiyle yetiştik. Had de biliriz adap ta. Bilim dili de, başka diller de… Bilmeyene de öğretiriz….
Yaaaaaaaa Zeççi. İstanbul Neççi. Erzurum Yayladırrrrr, yaylaaaaaaaa…!!!!
Doç. Dr. Hikmet KIRIK
12 Temmuz 2006
NELER OLUYOR, NELER????
FAKÜLTEDE NELER OLUYOR?
FAKÜLTEYE İKİ YENİ YRD. DOÇ. ALINIYOR.
Fakültede (yani İletişim Fakültesi, İstanbul Üniversitesi’nde) en az on Araş. Gör. Dr., Yardımcı Doçentlik kadrosu beklerken, biri Hukuk, diğeri Edebiyat Fakültesi’nden iki yeni Yardımcı Doçent Fakültemiz tam-gün kadrosuna Dekanlığın girişimi ile alınıyor.
Üstelik bu iki kişinin zaten kendi Fakültelerinde kadroları var. Hukuk’tan alınan kişi, İletişim Hukuku üzerine, Hukuk Fakültesi’nde kadri bilinmediğinden, çalışmalarını bizim Fakültede devam edecekmiş. Diğeri ise, sosyal psikoloji dersi vermek üzere, yine kendi bölümünden daha verimli çalışmaları Fakültemizde yapmak için alınıyor...
Herkese çağrı yapıyoruz; herkes, ilgili herkes, bu iki yeni Yardımcı Doçent adayını Yönetim Kurulu’nde ret eden Prof. Dr.Veysel Batmaz’dan bilgi alabilirler. Yeni alınan bu iki adaya da tavsiyemiz şu: Burası Fakülte. Beceri demek...
Bu iki Yrd. Doç. Kadrosu yeni Yrd. Doç kadrolarının Fakültemize yapılacak tahsisini geciktirecek. İlgili herkesi duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Bu konuda isteyenle, Prof. Dr. Veysel Batmaz, toplantı yapmaya hazır... Senatör’e ulaşım için: veysel.batmaz@gmail.com
FAKÜLTEYE İKİ YENİ YRD. DOÇ. ALINIYOR.
Fakültede (yani İletişim Fakültesi, İstanbul Üniversitesi’nde) en az on Araş. Gör. Dr., Yardımcı Doçentlik kadrosu beklerken, biri Hukuk, diğeri Edebiyat Fakültesi’nden iki yeni Yardımcı Doçent Fakültemiz tam-gün kadrosuna Dekanlığın girişimi ile alınıyor.
Üstelik bu iki kişinin zaten kendi Fakültelerinde kadroları var. Hukuk’tan alınan kişi, İletişim Hukuku üzerine, Hukuk Fakültesi’nde kadri bilinmediğinden, çalışmalarını bizim Fakültede devam edecekmiş. Diğeri ise, sosyal psikoloji dersi vermek üzere, yine kendi bölümünden daha verimli çalışmaları Fakültemizde yapmak için alınıyor...
Herkese çağrı yapıyoruz; herkes, ilgili herkes, bu iki yeni Yardımcı Doçent adayını Yönetim Kurulu’nde ret eden Prof. Dr.Veysel Batmaz’dan bilgi alabilirler. Yeni alınan bu iki adaya da tavsiyemiz şu: Burası Fakülte. Beceri demek...
Bu iki Yrd. Doç. Kadrosu yeni Yrd. Doç kadrolarının Fakültemize yapılacak tahsisini geciktirecek. İlgili herkesi duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Bu konuda isteyenle, Prof. Dr. Veysel Batmaz, toplantı yapmaya hazır... Senatör’e ulaşım için: veysel.batmaz@gmail.com
11 Temmuz 2006
BAŞKALARININ BAŞINA DA MI GELECEK?
Eski Rektör Alemdaroğlu neden yargılanmadı?
İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Alemdaroğlu'nun yargılanmaması polemik konusu oldu...
11 Temmuz 2006
İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Alemdaroğlu, YÖK Başkanı Teziç'in, "Başka şeyler de var ama onlar şimdi gündemimizde değil" kaydıyla, "idare mahkemesi kararlarını uygulamamak" suçundan görevden alındı. İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu'nun yolsuzluk iddialarından yargılanmaktan, YÖK'ün izin vermemesi, Danıştay 1. Dairesi'nin de bu kararı kabul ederek yargılamayı 3'e karşı 2 oyla reddetmesi ile kurtulduğu ortaya çıktı. Oysa Danıştay'ın "YÖK kararının yargılamaya engel olmayacağı" yönünde 10 ayrı kararı vardı ve bu durum, yargılamama kararına "şerh" koyan iki üyece kayda geçirildi. ALEMDAROĞLU SÜRECİ Alemdaroğlu, önce üniversitedeki kadrolaşması ve itiraz eden öğretim üyelerini uzaklaştırması, hatta bazı bölümleri kapatmasıyla gündeme geldi. Görevden aldığı öğretim üyeleri idare mahkemelerinde açtıkları davaları kazandılar, ancak ya yeniden görevden alınarak dava süreçleri uzatıldı ya da hiç göreve başlatılmadılar. En bariz örnek, üniversite aleyhine açtığı 4 ayrı davayı kazandığı halde mahkeme kararı uygulanmayan Prof. Dr. Tahsin Yeşildere'ydi. 2002'de, Alemdaroğlu'nun 5 anabilim dalını kapatması üzerine Kardiyoloji Enstitüsü öğretim üyeleri, İstanbul 2. Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. Ancak Alemdaroğlu bu bölümleri yeniden açmadı. Şikayetler YÖK'e de ulaştı ancak Başkan Prof. Kemal Gürüz tarafından işleme alınmadı. Ayrıca, çeşitli birimlerde ve döner sermaye işletmesinde yolsuzluk iddiaları, yine öğretim üyeleri tarafından sunulan belgelerle mahkemelere taşındı. Prof. Dr. Celal Erçıkan, üniversitedeki çeşitli yolsuzluklarla ilgili belge ve bilgileri dosyalayarak suç duyurusunda bulundu, ayrıca bu dosyaları, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Sayıştay ve TBMM Başkanlığı'na da iletti. TEZİÇ GÖREVDEN ALDI 8 Aralık 2003'te ise YÖK Başkanlığı'na getirilen Prof. Dr. Erdoğan Teziç, mahkeme kararlarını masasında buldu. 10 gün sonra da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan gelen 19 Aralık 2003 tarihli, "Alemdaroğlu hakkında yargılama izni" isteyen yazısı geldi. YÖK, ilk konuyla ilgili işlemi 2 ay sonra başlattı ve 13 Şubat ve 3 Mart 2004'te Alemdaroğlu'na "Yargılama Usulü Kanunu'nun 28/1 maddesi uyarınca yargı kararlarının uygulanmasını" isteyen iki yazı gönderdi. Alemdaroğlu bu uyarılara da cevap vermedi. Çünkü daha önce Prof. Yeşildere hakkındaki 4 mahkeme kararlarını uygulamamış, sonuçta bir yaptırımla da karşılaşmamıştı. Ancak bu kez YÖK, 5 Eylül 2004'te, "yargı kararlarına uymadığı" gerekçesiyle görevden alma kararı çıkardı ve gereği için Cumhurbaşkanı Sezer'e gönderdi. Sezer de 22 Eylül 2004'te Alemdaroğlu'nu rektörlükten azletti. İKİNCİ ADIM GELMEDİ YÖK Başkanı Prof. Teziç'in, görevden alma kararını açıkladığı basın toplantısında, "Başka şeyler de var. Ancak onlar şimdi gündemimizde değil" ifadeleri dikkat çekmişti. Bu ifadeler, Teziç'in önüne giden yolsuzluk iddialarıyla ilgili yargılama izni isteğiydi. Ancak YÖK, "azil" kararından bir ay sonra 5 Ekim 2004'te, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na "soruşturmaya gerek yok" cevabını bildirdi. KARAR 2'YE 3 ALINDI İdari mahkeme kararlarından sonra yolsuzluklarla ilgili işlem yapılacağını da bekleyen Prof. Erçıkan, 19 Eylül 2005 tarihinde "YÖK'ün izin vermemesinin yargılamaya engel olamayacağını" belirterek Danıştay'a başvurdu. Dört ay önce, 9 Mart 2006'da davayı sonuçlandıran Danıştay 1. Dairesi ise 2'ye karşı 3 oyla, YÖK'ün "yargılamaya gerek yok" kararı üzerine "yargılama yapılamayacağı" yönünde karar verdi. Hukuk dersi ve YÖK eleştirisi Karara karşı çıkan 1. Daire Başkanı Yılmaz Çimen ve üye Hüseyin Karakullukçu, yazdıkları muhalefet şerhinde, hem Danıştay'ın "yargılama" yönündeki eski kararlarını hatırlattılar hem de YÖK'ün hukuk dışı uygulamalarını vurguladılar. Muhalefet şerhinde, şöyle denildi: "Bir suç işlendiğine dair şikayet ile başlayan ceza soruşturmasına ilişkin işlemlerin yasalarda öngörülen usul ve esaslar çerçevesinde sonuçlandırılmasının yetkisiz makamlarca ve yasada öngörülen zorunlu usullere aykırı olarak önlenmesine olanak bulunmaması gerekir. Ancak bu konuda 'soruşturma açılmamasına' ilişkin YÖK işleminin idari dava konusu olabileceği gerekçesiyle Danıştay 8. Dairesi'nce verilmiş bozma kararından bahisle ve fakat bu karar hakkında karar düzeltme isteminde bulunulabileceği, temyizen incelenebildiği Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun nabsıl bir karar vereceği belli olmadan, bu karara dayanılarak Dairemizin istikrar bulmuş içtihadından farklı olarak itirazın incelemeksizin reddi yolunda verilen çoğunluk kararına katılmıyoruz." Muhalefet şerhinde ayrıca YÖK'ün yargılanmasını engellediği 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay, 9 Eylül Üniversitesi Rektörü Emin Alıcı ve Ankara Üniversitesi Rektörü Nusret Aras'a göndermeler da yer aldı. "Benzer 10 ayrı davada" YÖK'ün itirazına rağmen Danıştay'ın yargı yolunu açtığı vurgulanan şerhte, şöyle denildi: "YÖK Başkanlığı'nın ve çeşitli üniversite rektörlerinin, ciddi suç iddialarıyla ilgili olarak hiçbir soruşturma yapılmadan, yetiklili kurullarca men-i muhakeme ya da lüzüm-u muhakeme kararları alınmadan, kimi olaylarda da şikayet edilenin kendisi hakkında suç isnadları konusunda hiçbir yasal soruşturmaya dayanmadan soruşturma açılmaması ya da şikayetin işleme konulmaması yolunda aldıkları kararlar, yapılan itirazlar üzerine incelenmiş ve bu kararların kaldırılarak yasada öngörülen izin prosedürünün işletilmesi için dosyalar ilgili mecrilere gönderilmiş, dairemizin bu tür kararların bir kısmına YÖK Başkanlığı tarafından yapılan düzenleme talepleri yine dairemizce incelemeksizin reddedilmiştir." Prof. Erçıkan vazgeçmiyor Adı "Yolsuzlukla mücadele adamı"na çıkan Prof. Celal Erçıkan, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere devletin zirvesini tüm bildiklerinden haberdar etti. Erçıkan, son olarak Sezer'in 3 Temmuz'da YÖK üyelerini Çankaya'ya daveti nedeniyle "devletin zirvesine" bir ihbar mektubu gönderdi. Mektubuna, Danıştay 1. Dairesi'nin verdiği kararı ve muhalefet şerhini de ekleyen Erçıkan, "Memleket yalnız adalet ile ebedileşir ve adaletsizlikle yıkılır. Haktan adaletten ayrılmadıkça hiçbir kavim zeval bulmaz" diye yazdı. Yargılanması engelleniyor Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, Alemdaroğlu'nun kendisi hakkında, "Eğitim ve araştırma yeteneği yok" diye olumsuz sicil verdiğini, üniversitede bir bilimsel demeç vermesi nedeniyle "üniversitenin yerini izinsiz kullanmak" gerekçesiyle hakkında soruşturma açtığını, "üniversiteyi bilimsel yönden temsil edemez" gerekçesiyle yurtdışındaki bir davete katılmasına izin verilmediğini, ayrıca internet bağlantısının kesildiğini hatırlatarak, bu 4 konudan da idare mahkemesine dava açıp, kazandığını anlattı. Prof. Yeşildere, "Veteriner Fakültesi'nden emekli olduktan sonra internetimiz açıldı. Tüm davaları kazandım. Ancak, Alemdaroğlu'nun verdiği cezalar dosyamdan düşmedi. YÖK dokunulmaz bir konum halini almıştır. Alemdaroğlu'nun adalet karşısına çıkmasını engellemiştir. YÖK savcılığa soruşturma izni vermemesinin gerekçesini açıklamalıdır" dedi.
İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Alemdaroğlu'nun yargılanmaması polemik konusu oldu...
11 Temmuz 2006
İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Alemdaroğlu, YÖK Başkanı Teziç'in, "Başka şeyler de var ama onlar şimdi gündemimizde değil" kaydıyla, "idare mahkemesi kararlarını uygulamamak" suçundan görevden alındı. İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu'nun yolsuzluk iddialarından yargılanmaktan, YÖK'ün izin vermemesi, Danıştay 1. Dairesi'nin de bu kararı kabul ederek yargılamayı 3'e karşı 2 oyla reddetmesi ile kurtulduğu ortaya çıktı. Oysa Danıştay'ın "YÖK kararının yargılamaya engel olmayacağı" yönünde 10 ayrı kararı vardı ve bu durum, yargılamama kararına "şerh" koyan iki üyece kayda geçirildi. ALEMDAROĞLU SÜRECİ Alemdaroğlu, önce üniversitedeki kadrolaşması ve itiraz eden öğretim üyelerini uzaklaştırması, hatta bazı bölümleri kapatmasıyla gündeme geldi. Görevden aldığı öğretim üyeleri idare mahkemelerinde açtıkları davaları kazandılar, ancak ya yeniden görevden alınarak dava süreçleri uzatıldı ya da hiç göreve başlatılmadılar. En bariz örnek, üniversite aleyhine açtığı 4 ayrı davayı kazandığı halde mahkeme kararı uygulanmayan Prof. Dr. Tahsin Yeşildere'ydi. 2002'de, Alemdaroğlu'nun 5 anabilim dalını kapatması üzerine Kardiyoloji Enstitüsü öğretim üyeleri, İstanbul 2. Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. Ancak Alemdaroğlu bu bölümleri yeniden açmadı. Şikayetler YÖK'e de ulaştı ancak Başkan Prof. Kemal Gürüz tarafından işleme alınmadı. Ayrıca, çeşitli birimlerde ve döner sermaye işletmesinde yolsuzluk iddiaları, yine öğretim üyeleri tarafından sunulan belgelerle mahkemelere taşındı. Prof. Dr. Celal Erçıkan, üniversitedeki çeşitli yolsuzluklarla ilgili belge ve bilgileri dosyalayarak suç duyurusunda bulundu, ayrıca bu dosyaları, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Sayıştay ve TBMM Başkanlığı'na da iletti. TEZİÇ GÖREVDEN ALDI 8 Aralık 2003'te ise YÖK Başkanlığı'na getirilen Prof. Dr. Erdoğan Teziç, mahkeme kararlarını masasında buldu. 10 gün sonra da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan gelen 19 Aralık 2003 tarihli, "Alemdaroğlu hakkında yargılama izni" isteyen yazısı geldi. YÖK, ilk konuyla ilgili işlemi 2 ay sonra başlattı ve 13 Şubat ve 3 Mart 2004'te Alemdaroğlu'na "Yargılama Usulü Kanunu'nun 28/1 maddesi uyarınca yargı kararlarının uygulanmasını" isteyen iki yazı gönderdi. Alemdaroğlu bu uyarılara da cevap vermedi. Çünkü daha önce Prof. Yeşildere hakkındaki 4 mahkeme kararlarını uygulamamış, sonuçta bir yaptırımla da karşılaşmamıştı. Ancak bu kez YÖK, 5 Eylül 2004'te, "yargı kararlarına uymadığı" gerekçesiyle görevden alma kararı çıkardı ve gereği için Cumhurbaşkanı Sezer'e gönderdi. Sezer de 22 Eylül 2004'te Alemdaroğlu'nu rektörlükten azletti. İKİNCİ ADIM GELMEDİ YÖK Başkanı Prof. Teziç'in, görevden alma kararını açıkladığı basın toplantısında, "Başka şeyler de var. Ancak onlar şimdi gündemimizde değil" ifadeleri dikkat çekmişti. Bu ifadeler, Teziç'in önüne giden yolsuzluk iddialarıyla ilgili yargılama izni isteğiydi. Ancak YÖK, "azil" kararından bir ay sonra 5 Ekim 2004'te, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na "soruşturmaya gerek yok" cevabını bildirdi. KARAR 2'YE 3 ALINDI İdari mahkeme kararlarından sonra yolsuzluklarla ilgili işlem yapılacağını da bekleyen Prof. Erçıkan, 19 Eylül 2005 tarihinde "YÖK'ün izin vermemesinin yargılamaya engel olamayacağını" belirterek Danıştay'a başvurdu. Dört ay önce, 9 Mart 2006'da davayı sonuçlandıran Danıştay 1. Dairesi ise 2'ye karşı 3 oyla, YÖK'ün "yargılamaya gerek yok" kararı üzerine "yargılama yapılamayacağı" yönünde karar verdi. Hukuk dersi ve YÖK eleştirisi Karara karşı çıkan 1. Daire Başkanı Yılmaz Çimen ve üye Hüseyin Karakullukçu, yazdıkları muhalefet şerhinde, hem Danıştay'ın "yargılama" yönündeki eski kararlarını hatırlattılar hem de YÖK'ün hukuk dışı uygulamalarını vurguladılar. Muhalefet şerhinde, şöyle denildi: "Bir suç işlendiğine dair şikayet ile başlayan ceza soruşturmasına ilişkin işlemlerin yasalarda öngörülen usul ve esaslar çerçevesinde sonuçlandırılmasının yetkisiz makamlarca ve yasada öngörülen zorunlu usullere aykırı olarak önlenmesine olanak bulunmaması gerekir. Ancak bu konuda 'soruşturma açılmamasına' ilişkin YÖK işleminin idari dava konusu olabileceği gerekçesiyle Danıştay 8. Dairesi'nce verilmiş bozma kararından bahisle ve fakat bu karar hakkında karar düzeltme isteminde bulunulabileceği, temyizen incelenebildiği Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun nabsıl bir karar vereceği belli olmadan, bu karara dayanılarak Dairemizin istikrar bulmuş içtihadından farklı olarak itirazın incelemeksizin reddi yolunda verilen çoğunluk kararına katılmıyoruz." Muhalefet şerhinde ayrıca YÖK'ün yargılanmasını engellediği 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay, 9 Eylül Üniversitesi Rektörü Emin Alıcı ve Ankara Üniversitesi Rektörü Nusret Aras'a göndermeler da yer aldı. "Benzer 10 ayrı davada" YÖK'ün itirazına rağmen Danıştay'ın yargı yolunu açtığı vurgulanan şerhte, şöyle denildi: "YÖK Başkanlığı'nın ve çeşitli üniversite rektörlerinin, ciddi suç iddialarıyla ilgili olarak hiçbir soruşturma yapılmadan, yetiklili kurullarca men-i muhakeme ya da lüzüm-u muhakeme kararları alınmadan, kimi olaylarda da şikayet edilenin kendisi hakkında suç isnadları konusunda hiçbir yasal soruşturmaya dayanmadan soruşturma açılmaması ya da şikayetin işleme konulmaması yolunda aldıkları kararlar, yapılan itirazlar üzerine incelenmiş ve bu kararların kaldırılarak yasada öngörülen izin prosedürünün işletilmesi için dosyalar ilgili mecrilere gönderilmiş, dairemizin bu tür kararların bir kısmına YÖK Başkanlığı tarafından yapılan düzenleme talepleri yine dairemizce incelemeksizin reddedilmiştir." Prof. Erçıkan vazgeçmiyor Adı "Yolsuzlukla mücadele adamı"na çıkan Prof. Celal Erçıkan, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere devletin zirvesini tüm bildiklerinden haberdar etti. Erçıkan, son olarak Sezer'in 3 Temmuz'da YÖK üyelerini Çankaya'ya daveti nedeniyle "devletin zirvesine" bir ihbar mektubu gönderdi. Mektubuna, Danıştay 1. Dairesi'nin verdiği kararı ve muhalefet şerhini de ekleyen Erçıkan, "Memleket yalnız adalet ile ebedileşir ve adaletsizlikle yıkılır. Haktan adaletten ayrılmadıkça hiçbir kavim zeval bulmaz" diye yazdı. Yargılanması engelleniyor Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, Alemdaroğlu'nun kendisi hakkında, "Eğitim ve araştırma yeteneği yok" diye olumsuz sicil verdiğini, üniversitede bir bilimsel demeç vermesi nedeniyle "üniversitenin yerini izinsiz kullanmak" gerekçesiyle hakkında soruşturma açtığını, "üniversiteyi bilimsel yönden temsil edemez" gerekçesiyle yurtdışındaki bir davete katılmasına izin verilmediğini, ayrıca internet bağlantısının kesildiğini hatırlatarak, bu 4 konudan da idare mahkemesine dava açıp, kazandığını anlattı. Prof. Yeşildere, "Veteriner Fakültesi'nden emekli olduktan sonra internetimiz açıldı. Tüm davaları kazandım. Ancak, Alemdaroğlu'nun verdiği cezalar dosyamdan düşmedi. YÖK dokunulmaz bir konum halini almıştır. Alemdaroğlu'nun adalet karşısına çıkmasını engellemiştir. YÖK savcılığa soruşturma izni vermemesinin gerekçesini açıklamalıdır" dedi.
06 Temmuz 2006
NEREDE BU DİPLOMALAR?
DEEPLOMALAR KİMİN MALI?
“Diplomalar Fora” kampanyasını başlatan Doç. Dr. Hikmet Kırık’ın odasının duvarına astığı diplomalar bugün yırtılarak çıkartıldı. Bu davranışın hesabı bir gün elbet verilir.
“Diplomalar babanızın malı mı?” sorusunu çok önceleri sormuş olan Ertuğrul Özkök, “hayır babamızın malı değil, onlar herkesin malı” diye cevap vermişti.
Oysa, belli bazı çevreler diplomaların özel hayat olduğunu iddia ediyor.
Vistilef grubu, herkesi, aynen Hekimler, Avukatlar, Eczacılar gibi diplomalarını oda duvarlarına asmaya çağırıyor.
Üniversitede diploma gibi kamusal bir mal olan “deeplomalar fora!”
Haydi kampanyaya:
DeePLOMALAR FORA !
ÖNEMLİ NOT: Bu kampanya Vistilef Akademik Yükseltmeler ve İntihal Araştırmaları Grubunca desteklenmektedir.
“Diplomalar Fora” kampanyasını başlatan Doç. Dr. Hikmet Kırık’ın odasının duvarına astığı diplomalar bugün yırtılarak çıkartıldı. Bu davranışın hesabı bir gün elbet verilir.
“Diplomalar babanızın malı mı?” sorusunu çok önceleri sormuş olan Ertuğrul Özkök, “hayır babamızın malı değil, onlar herkesin malı” diye cevap vermişti.
Oysa, belli bazı çevreler diplomaların özel hayat olduğunu iddia ediyor.
Vistilef grubu, herkesi, aynen Hekimler, Avukatlar, Eczacılar gibi diplomalarını oda duvarlarına asmaya çağırıyor.
Üniversitede diploma gibi kamusal bir mal olan “deeplomalar fora!”
Haydi kampanyaya:
DeePLOMALAR FORA !
ÖNEMLİ NOT: Bu kampanya Vistilef Akademik Yükseltmeler ve İntihal Araştırmaları Grubunca desteklenmektedir.
03 Temmuz 2006
Arif Dirlik çok satanlarda üç numara...
Arif Dirlik'in, Veysel Batmaz tarafından derlenen Global Modernite ve Sosyalizm kitabı çok satanlar listesine girdi. Akademisyenlerin ve entellektüellerin yoğun olarak nitelikli kitap aldıkları Beyoğlu PANDORA kitabevi, son hafta Dirlik'in kitabının üç numaraya oturduğunu söyledi. Yukarıda, PANDORA kitabevinin "çok satanlar" rafının, 3 Temmuz 2006 günü saat: 17:15'de çekilen fotoğrafı durumu gözler önüne seriyor.
Ayrıca, 3 Temmuz 2006'da AÇIK RADYO'da, saat 15:30'da, Veysel Batmaz ve Ali Şimşek, Arif Dirlik üzerine bir sohbet konuşması yaptılar...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)