TEMMUZ TEZLERİNE EK:
yalçın küçük 5 Ağustos AY
YOL
Pazar Günü, aşağılandım
“Tezler” ile aşağılayanları aşağıladım.
Gerçeklerden intikam aldım.
İntikam, yol’dur.
“Tezler” üzerinde tepkileri üçe ayırabiliyorum.
Önce, siyasetin içinden gelen, islam ve tarikatı bilenler var. Bunlar, Tezler’i çok açıklayıcı buldular ve hatta daha ileri giderek “açıklama” bile saydılar. Sonra, çok şaşıranlar, daha doğrusu “hiç anlayamayanlar” olduğunu müşahede ettim. Bu grup, beni, acı ile birlikte, bir ölçüde de, sevindirdi; çünkü anlamamalarından , krizi ve derinliğini kavrayamadıklarını, çıkarıyorum. Cumhuriyet’in krizini anlayamamak ve bunun karşısında susmak, bir dil ve kavram yetersizliğidir;doğru, kriz, bir dili yitirme ve kavramları eskitme halidir. Kriz varsa bir dil, dil olmaktan çıkmıştır ve ayrıca yeni kavramlar gerekmektedir, demektir ve doğrulanmak anlamındadır.
Kriz derinse, körleşme vardır. Var.
Üçüncü grup, Tezler’i, “kötümser” bulanlardır. Bu notu bunlar için yazıyorum; çünkü yer yer çok “iyimser” yazdığımı düşünüyordum.
Ancak bu yazımda, bilimsel değil, fakat pratik ve sevindirici bir yan var, işaret etmek durumundayım. Şöyle, “Tezler” ile birlikte, falsifikasyonun durduğunu görebiliyoruz; sonuçları, “orduya karşı çıkmak” veya “cumhurbaşkanlığı seçimini bloke etmek” ya da “akistler çok çalıştılar” yollu safsatalar ile açıklayan rüzgar durmuş ve hatta ortadan kalkmış görünüyor ve bu, o kadar öyle ki chp dahi, seçim yenilgisini analiz ederken, bu safsatalardan uzak kalma basiretini sergileyebildi. Analiz olarak ortaya koydukları, Tezler’in acemice kopyesidir. İhanete varan hatalar ayrı, Akist-Barzani ittifakı ve judaize olmuş tarikatların egemenliği çıplak gerçektirler; bunların dışı sadece safsata’dır.
Bu seçimlerde tüm partilerin teşkilatlarının lağvedildiğini de gördük ve bu, “parlementer ve partiler sistemi” için büyük darbedir. O hale geldiler, her birinin tüm örgüt mensupları, büyük merkezlerinin bahçelerini bile doldurmaktan uzak kaldılar.
Plütokrasi, safsata’dır.
Safsatacılar, en çok, hep tuttukları chp’nin, bu son açıklamasına saldırmak ihtiyacını da duydular. İsabetlidir, çünkü, safsatalara karşı intikam hücumunu gördüler. İntikam, gerçekleri un etmekle başlamaktadır. Egemen ideolojiyi dağıtmakla başlamaktadır, demek istiyorum.
Öte yandan, görkemli dönemde Türkiye İşci Partisi milletvekili, “Türkiye’de Kürtler Vardır” kararını alan Dördüncü Büyük Kongre’de delege Doktor Tarık Ziya Ekinci ile İmralı’dan Abdullah Öcalan’ın tespitleri, Tezler’e pek yakın düşmektedir. Özdeş değiller, yakındırlar; yalnız Tezler’i okumuş olmaları ihtimalini düşük görüyorum.Buna rağmen, sonucun arızi olduğunda ittifak oluşmaktadır, sadece buna işaret ediyorum.
Darbelerde arizi bir yan var.
Temmuz’da, 12 Mart’ı bulmak, iyimserliktir.
Kötümser mi; kuşkusuz kişisel muhasebem ve tarihim açısından kötümser olduğumu belirtmek durumundayım. a) Bu seçimi önlemeye çok çalıştım, beceremedim. b) Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’ın başlattığı, bir süre Behice Hanım ile ve sonra diğer arkadaşlarımızla sürdürdüğüm Kürtler’i devrimcileştirme ve Türk - Kürt İlerici Birliği’ni yaratma programımız tersine dönmüştür. Artık reddedemeyiz, Samsun-İskenderun hattının Doğu’su, karanlığı seçmiş haldedir. Kürtler, şimdi Judeo-Müsülman bayrağın altında toplandılar.Musul’daki Kürdo-Judaik işgali mihver sayma yönündedirler.
Bütün tarihleri içinde Kürtler, şimdi, Türkler’den en uzak noktadadırlar ve Cumhuriyet döneminden itibaren ise karanlığın en dibindedirler. Akist-Barzani ittifakı içindedirler.
İki hiziptirler, Öcalan’ın adıyla saylav olanların ise, Barzani’ye kayışı durdurmakla birlikte, şu zamanda, hangi bayrağa selam duracakları henüz belli olmaktan uzaktır; net olan, bunların da artık Türklük ve Türk ilericiliği ile bağlarının kalmadıklarıdır.Yüzleri, karanlığa ve judaizme dönüktür; Dimyat’ta pirinç hesabı yapıyorlar.
Bunun dışında Tezler’de bir iyimserlik var. Çünkü elde edilen sonuç, konjonktürel, kısa vadeli ve iradidir; sanki bir sürek avı idi ve el birliğiyle, Akist-Barzani ittifakına su taşıdılar. Tezler’de taşıyıcıları saydım; eklemem mi gerekiyor, bu arada Cumhurbaşkanı Hazretleri, çıkan sonuca şaşırdığını ifade etmişler, şaşırmakta haksızdırlar. Sonuçtan paydardılar; a) seçim hukuk dışıdır, b) seçimler yargı denetiminde olmamakla , seçim kurulu, Yedi-Sekiz Hasan Paşa’yı aratmamıştır. c) Cumhurbaşkanı seçemeyen meclisin hiçbir karar alması imkansızdır ve bu nedenle, bağımsızları aynı pusulaya sokan, Hüsamettin Cindoruk’un çok güzel bir şekilde, “mizah” tabir ettikleri, tedbir de meşruiyetten yoksundur. Sezer’in bunu imzalamasını anlamak mümkün olmuyor; rüzgara uyulmuştur ve fırtına biçilmiştir. Şaşmamaları isabetlidir.
Cumhurbaşkanı Hazretleri, en son döneminde, yüksek bürokrasi ile birlikte, Türkiye’yi ve krizi çok hafife almış görünüyorlar.Nisancı rüzgarı çalma darbesine kolaycı davrandılar; burada not etmek tekrar isabetlidir, bağımsızları bir çuvala sokmak, artık çare sayılamaz. Binnetice, şaşmak, artık yararsızdır, diyebiliyoruz.
Şura ve Hakimler ve Savcılar Kurulu’nın kararlarının yargı denetiminden yoksun olduğunu söylüyorlar; peki, yergi denetiminde olmayan seçim var. Bir yargı kurulu olmayan seçim heyeti, yedi-sekiz hasan paşa mühürleri vurabilmektedir.
a) Mazbatasını almamış bir adayın ölümü ile seçim günü kalp krizinden göçen ve böylece öldükten sonra seçimi kazanan bir adayın durumu aynıdır. Seçim kurulu, yedi-sekiz hasan paşa mantığıyla, bir mhp milletvekilini kesmiş ve bunu akepe’ye hediye etmiştir. Ara-seçimi akepe’nindir ve biliyoruz. Türkiye’de yargı kapısı olmadığı için, ahim yolu açıktır.
b) Gümrük kapısındaki pusulalarda bağımsız adları yoksa, Hakkari’den kazanan bağımsızı silip bir akepe’liyi saylav ilan etmek hukuk ile bağdaşmaz bir haldir. Kaldı ki, bizim sistemimize göre bir milletvekilini ancak ilin seçmenleri belirler, seçmen kütüğünde kayıtlı olmayanların, Hakkari’den milletvekili belirlemesi hukuka aykırıdır. Türkiye’de yargı kapısı olmadığına göre ahim kapı’dır.
c) Yeniden yargılanmak, aleyhte hüküm olmadığı anlamındadır. Aleyhte hüküm olmadan milletvekilliğini yasaklamak hukuk dışıdır. Ahim kapı’dır.
Bütün bunlar hukuk dışı bir seçime işarettir.Yalnız sadece bunlar değil, “deve nerem doğrudur ki” diyordu, o haldedir. Nerede ise tek gazete ve tek tv ile seçim yaptılar. Meşruiyeti çok eksiktir. Hukukçu bir cumhurbaşkanının meşruiyeti eksik bir seçimi kabul etmesine asıl biz şaşmak zorundayız.
Kemal Nehrozoğlu, hukuka hakim bir yüksek kamu görevlisidir. Etkisiz kaldığını çıkarabiliyoruz.
O halde bir işaret daha var; 3 Kasım 2002 seçiminden sonra ortaya çıkan tablo için, “yüksek bürokrasinin otuz beş yıldır en çok istediği tayfadır” demiştim. Şimdi buna şunu ekleyebiliyorum; Tel-Aviv, Washington, Plütokrasi ve Tarikatlar’ın ortak seçimine karşı çıkabilecek bir bürokrasiden yoksun haldeyiz. Kıssadan bir hisse de budur. Bürokrasinin, rahatsızlığı var, ancak karşı çıkma iradesi göremiyoruz.Göremediğimizi, gösterdiler. Dolayısıyla seçim, “oyun” ve Caligula ise “oyun içinde oyun” oldular.
O halde “oyun” ve hatta “oyun içinde oyun” varsa, iyimser olabiliriz. Nihayet bir oyundur. 12 Mart tekrar oynanmıştır ve 12 Eylül’ün “danışma meclisi” ile dahi mukayese edilmeyecek bir “saylavlar kurulu” tertip edilmiştir. Eylülist darbeciler dahi şunun bunun eşi’ni toplamamak saygısını gösterdiler; bu kez, parlamenter sistem ve halk iradesiyle daha açık alay edilmiştir. Bu oyunun hiçbir yerinde halk yoktur. Hem oyun’u ve hem de oyun içinde oyun’u halksız oynadılar.
Halk, artık bu sonucu saymamada vardır.
Kamer Genç, Eylülist danışma meclisinde vardı.Şimdi bağımsız ve en son abide’dir. Alaylı diliyle bu alay ile alay eden bir yerdedir. Oyunun ve oluşan meclis’in en anlamlı hallerinden birisi telakki ediyorum. Artık Kamer Genç anlamlıdır ve anlam vermektedir.
Bundan sonrası için iyimser olmanın hiçbir nedenini göremiyorum; ortaya çıkan tablo akepe’nin marifeti olmaktan uzaktır. Mimarları, 12 Mart Darbesi’nden Orgeneral Tağmaç, 12 Eylül Darbesi’nden Orgeneral Evren ve Şubat 2001 Darbesi ile gelen Orgeneral Özkök’türler. a) pkk ile mücadele adı altında Doğu’yu Hizbullah’a ve arkasından şeyhler ile tarikatlara bıraktılar. Şimdi karanlıktadır. b) Solcular ayrı, kemalistleri bile üniversitelerden çıkardılar, şeriatçılara verdiler. c) Emniyet, Gülen tarikatındadır. d) Askeri Şura her yıl marjinalist bir yaklaşımla sızan tarikat mensuplarını ayıklamakla meşgüldür. Marjinalist ve amprisist görüyoruz. e) et cetera et cetera.
Bunu yapan üç kişidir, ancak, Tağmaç-Evren-Özkök, ama hep , İstanbul’da pütokrasi ile konuşarak ve Washington’da hep danışarak yaptılar.
Ayrıca, çeşitle internetler, her üçünü de İbrani asıllı yazıyorlar ki mümkündür. Öyle olmaları da gerekmektedir. Halleri, gerçekten daha gerçektir.
Tarikatlar mı, judaizedirler.
Başta Gülen Tarikatı, İsrael muhibbi’dirler.
Kurtuluş’ta İngiliz Muhibbi’leri bir avuçtular ve şimdi İsrael-muhibb’leri sel oldular.
Şimdi ve geçerken not edebiliyorum, Necmettin Erbakan’ın önemli açıklamalarının etkisiz kalmasını burada aramak isabetlidir. Benim, Soner Yalçın’ın ve son olarak Ergün Poyraz’ın çalışmaları, islamın önemli boyutta, tarikatların büyük ölçüde, judaize olduklarını ortaya çıkardılar. Bunlar, dolayısıyla ve solcu jargonu ile artık bilincine vardılar.
Yine sol dili kullanacak olursam, gizlideydiler ve şimdi legalize oldular. Çalışmalarımızın islamı ve özellikle tarikatları hürleştirdiğini kabul etmek durumdayız. Artık utanmıyorlar ve gizliden çıktılar.
Türk-Kürt Gerici Birliği bir İsrael örgütlenmesidir. Bu oyunda açık oldular.
Türk-Kürt Gerici Birliği, Türk-İslam Sentezi’nin yerindedir ve devamı sayabiliyoruz.
Oy haritası, Büyük İsrael ve/veya Büyük Orta Doğu Projesi’nin Ermenistan’a doğru emin adımlarla ilerlediğinin haberini vermektedir. Bu, “Kürtler, karanlığı seçtiler” anlamındadır.
Ancak, Kürtler’in de, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaları ihtimali yüksektir. Tekrar ediyorum. Reyleri, ayrılıktan ve karanlıktan yanadır. O halde ya ayrılmak ve ya da ayrılmamak var.
DB ve DB nin, çözümsüz ve kışkırtıcı oldukları yönündeki açıklamaları isabetlidir. Amma ve lakin, karanlığı seçmek de daha büyük bir çözümsüzlük ve daha büyük bir savaş kışkırtıcılığıdır. Karanlık, savaş davetidir. Bu ise hem kötümser ve hem de iyimser bir haldir.
Kaldı ki bu kadar kaba İsrael yanlılığının, İsrael’i bile tehlikeli gelebileceğini düşünmek durumundayız.Çünkü çok tahrik etmektedir. Öte yandan Judeo-Müsülman bayrağı seçmek ile Atatürk milliyetçiliğini kayıtlardan çıkarmayı istemek birbiriyle tutarlı görünmektedir. Kaldı ki, pratikleri ayrı, formülasyonu açısından kemalist milliyetçilik, tariflerin en hafifidir.
Peki burada iyimser olmak için bir neden var mı; Tağmaç’tan Özkök’e otuz yıl var. Demek ki en az otuz yılda ördüler. Uzun bir yolda çalıştılar. Şimdi daha iyi görüyoruz, hep Tayyip Erdoğan’ı yapmayı hedef aldılar. Her birimizi ve özellikle yeni doğanları, tayyip erdoğan imal etmeye yemin ettiler; artık Tayyip Erdoğan’a oy verenlerin her birisi bir tayyip erdoğan’dır. “Cumhuriyet insanı” yerine ektikleri işte budur. Kovduklarının, hapsettiklerinin, sokak ortasında öldürdüklerinin, beslemeyip idam ettiklerinin yerine diktikleri işte budur. Demek ki, yaratmadılar ve imal ettiler. Seri imalat var, mamulleri, birbirinin aynı oldular.
Cumhuriyet insanının yerine imal ettikleri budur. Bu, büyük zenginlerin planıdır. Üniversitede profesör ve öğrenci, fabrikada patron ve amele, televizyonlarda, yarışmalarda, seçen ve seçilen hep tayyip erdoğan olmasını istediler. Tağmaç-Evren-Özkök bunu yaptılar.
Yaptıkları Huxley’in imalatını andırıyor , ama daha cüretkar ve daha siyah’tır.
Orwell’i daha çok çalışmış olmaları ihtimal dahilindedir.
Mutabakatlar bu noktadadırlar.
Ne yaptılar, “Tezler” karşısında dilsiz kalanlar, artık ülkede devlet memurları olan müftülerin imametinde yağmur duası yapıldığını dahi göremiyorlar. Her saat başı meteoroloji haberleri veren tv’lerin bir de yağmur duası haberleri karşısında titremeyen “cumhuriyetçiler” yarattılar. Göremeyenler ve krizi kavrayamayanlar, kendilerine özde ve sözde “laik” ve akılcı diyorlar ve sayıyorlar.
Başarıları, artık bunun görülmemesidir. Yenilgimiz buradadır.
Yenenler, Cumhuriyet’i yıkanlar ve ülkeyi bölünme noktasına getirenlerdir. Burada akistler’i görmüyorum.
Yıkmak ve bölmek, hem büyük sermayenin ve hem de Washington’un programıdır.
Körleştirdiler.
Sürü fabrikaları kurdular. Artık “üniversite” dedikleri, sürü imalathaneleridir.
Neler mi yaptılar, kısa kişisel tarih şudur; a) Tağmaç, darbe yaptığında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesiydim. Kovdular. Hakim Yarbay, askeri savcı, Mustafa Deniz, beni, hapsanenin kapısından döndürdü, adını sevgiyle anıyorum.b) Evren, darbe yapınca, hem Gazi Üniversitesi’nden çıkarttılar ve hem hapse koydular. c) Özkök Darbe yapınca, Gazi’den iki kez kovdular ve hep pencereden tekrar girdim. Hapse atmaktan yorulmuşlardı, ayrıca hapishaneden pek taze çıkmıştım, atmadılar.
İnatçıyız.
Ben çok inatçı olduğum için dozu yoğun tuttular. Ama hep ve herkese yaptılar. Dağladılar, ve üniversiteleri, emniyeti, kürtleri ve diğerlerini tarikatlara bıraktılar. Ve tamamen İbraniyet’e vurdular.
Bana gelince, bunları görebiliyorum ve yazabiliyorum, dolayısıyla, kendimi imalat hatası sayıyorum; yenildiler.
O halde yapılanı görmek, iyimserlik kaynağıdır; çünkü görünen, uzun bir yol’dur.
O halde her iki anlamda da yorucu bir yolumuz var. O halde, yorma sırası bizdedir.
Prof. Dr. Yalçın Küçük
Vistilef'in Notu: Prof. Dr. Yalçın Küçük, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'nde part-time ders verecektir. Yazıları, kendi izniyle Vistilef'te yayınlanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder