“Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi, 1928-1938 yılları arasında, Harf Devrimi ile başlayan, ikinci kurtuluş savaşı olarak adlandırılabilecek, ulusal bir yapıyı dil ve tarih olarak kurmak için düşünüldü. Bugün bile eşine ender rastlanan bir bilimadamının, kapsanan alanları tam bir akademisyen olarak ele aldığı, ölümü ile kesintiye uğramış doyurucu bir külliyattan oluşuyor.
“Ne olduğunu bilmeden ve büyük bir olasılıkla hiç okumadan, bu külliyata, “ırkçı” diyenler var. “Irkçı hale getirenler” daha çok. Külliyatın içeriğine ve karşı çıktığı tezlere bakmadan, “resmi ideoloji” olarak yaftalayanlar ve “yanlış”lığını arzu edenler de var. Emperyalist ülkelerin emellerine hizmet eden bir devlet yapısına büründükten (1939’dan) sonra, ne gariptir ki, belki de çok isabetli mi demek gerekiyor, bu iki bilimsel etkinlik ile, “alay” eden Cumhuriyetin devlet yetkililerinin sayısı hepsinden daha fazla.” Atlantis’in Dili Türkçe, (sayfa: 12)
(...)
“Varılan noktada, Atatürk’ün Tarih ve Dil tezlerine, solcusu da karşı, sağcısı da; Atatürkçüsü de karşı, dincisi de. Herkesin karşı olmasında yok mu bir kerâmet diye sorası gelenlerin, asıl sorması gereken sorunun, tüm bu karşı olanların nasıl bir sınıfsal çıkar ve konumlanma birliği içinde bulundukları, Türkiye’nin bir ulus olma sürecinde ne tür bir uluslararası kuşatılmışlık içinde olduğu. Çünkü, hem tarih, hem de dil ancak bu tarihsel yapı içinde incelendiğinde bir anlam kazanıyorsa, hem eskil bir tarihi hatırlatmak, hem de dilin köklerini ortaya çıkartmak çabasını externe (yok) etmekle, dışardan da içerden de, kimlerin ne kazanacağını bilmek gerekiyor. Buna biz, emperyalizm, şimdilerde ise globalizm diyoruz.
“1939’da Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’nin externe edilmesi, çok olasılıklıdır ki, 1948’de bir Avrupa-Siyonist planın uluslararası yapıda ve belli bir coğrafyada tarihsel olarak gerçekleşmesine yol açıyor.” Atlantis’in Dili Türkçe, (sayfa: 17)
(...)
“Bir de, bu gelişmelerin karşısında, Atatürk’ün başlattığı Anadolu kökenlilik tezine ve bu yeni yapılanmaya direnen, Osmanlıcılığı bırakmamaya yeminli, Yahudi Siyonist emeller ile tanımlanmış Türk tarihi tezinin Orta Asyacı varyasyonu vardı. Bu teze göre, Türklük, bildiğimiz anlamda Anadoluya 1071’de gelmişti. Bu tez, Selçukluların kuruluşunda bir Yahudi vurgusunu görmezden geliyordu. Emperyalist ülkelerin burjuvazisi, Avupamerkezci olarak küresel oluşumları tanımlamaya başladığında Oryantalistlerce ortaya atılan Orta Asya çıkışlı göçü benimseyen İstanbul Darülfünunu ve Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi bu tezin merkezi oldu. 1933 İstanbul Darülfünunu’nun Üniversiteye dönüşme işlemi arka planda tamamıyle bu tarih tezi ve dil teorisi çatışmasının ürünüydü fakat dönüşüm yeterli olmadı. Daha sonra Ankara’da DTCF’nin kurulmasıyla, Tarih ve Dil tezlerinin, tez ve anti-tezi, işte bu iki Fakülte arasında oluştu. Atatürk’ün ölümüne kadar savaş bütün hızıyla sürdü. 1939’dan sonra kazanan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi oldu. Oradaki muallim-profesörlerin hemen hepsi, devlet kademelerinin en üstlerini ele geçirerek, Ankara’ya ve Cumhuriyetin kalbine yerleştiler. Aslında, hep ekonomik ikilem olarak önümüze sürülen İstanbul-Ankara çelişme ve çatışması, temelde ideolojik bir çatışma olarak, tarih ve dil tezlerinde, bu iki Fakülte çerçevesinde politik olarak yaşanmıştır. Bu çatışmanın tarihi henüz yazılmadı. 1947’deki, DTCF’den kovulan profesörleri kovanların tamamı, devlet ricalinin en üst kademelerinde bulunan, Başbakan, Bakan olmuş İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörleridir. 1960’da çatışmanın tarafları ve yapılanlar biraz değişse de, daha sonra yeniden 1939 sonrası hâle dönüldü.” Atlantis’in Dili Türkçe, (sayfa: 14)
Veysel Batmaz-Cahit Batmaz’ın yazdığı Atlantis’in Dili Türkçe (Salyangoz Yayınları, Ekim 2007) ile, 1939’dan bu yana saklanmış ve gömülmüş olan Mustafa Kemal’ci tezleri gün ışığına çıkarmakla, Mustafa Kemal’in “Ulu Ölü” (Cumhuriyet Gazetesi, 12 Kasım1938) olarak tarihte yerini almasının 69. yıldönümünü burukluk ve umutla anıyoruz.
Vistilef
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder