Add to Flipboard Magazine.

26 Mart 2008

ANLAYAN BERİ GELSİN !

İstanbul Üniversitesi Senatosu, eski bir rektörünün bir ceza soruşturması (ERGENEKON) nedeniyle iki gün gözaltına alınarak, tutuklanması için yeterli gerekçe olduğu halde sağlık nedenleriyle şartlı salıverilmesinin gazetelerde haber olmasından sonra (Bkz: bir önceki haber), bu gözaltına karşı uzun bir bildiri yayınladı. PKK terörünü bile üç-beş cümlelik bildirilerle geçiştiren İstanbul Üniv. Senatosu’nun bu bildirisinin hedefini, içeriğini ve anlamını pek kavrayamadık...
(Bildirinin tam metni için tıklayarak Bkz: http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1182 )

İşte bildirinin bazı bölümleri ve anlamaya çalıştıklarımız:

“Türban tartışmalarının, anayasa değişikliği konusundaki bazı görüşlerin ve son olarak “çete” suçlamalarının amacından saptırılması, Ülkemizin geleceğini karartmak isteyenlere, onu bölmek ve parçalamak isteyenlere fırsat verecektir. Bu ulusu seven hiç kimsenin bu tip kişilere veya unsurlara izin vermeye hakkı yoktur.”

Bir ceza soruşturması sürerken, içinde Hukuk Fakültesi bulunan bir kurumun Yüce Senatosunun, yargıya karşı böylesine bir cümle kurması, hayrete şayandır. “Çete suçlamasının amacından saptırılması” ne demektir? Suçlama nihai bir amaçla değil, zaten suçun saptanmasına yönelik ön bir İDDİA ile yapılır. Adı üstünde, soruşturma sonucunda, İDDİANAME hazırlanır. “Çete suçlaması” yargı (Cumhuriyet Savcılığı) tarafından mı amacından saptırılmıştır, değilse, saptıranlar kimdir? Anonim eleştiri yapmak bilim insanlarına yakışmayan bir toptancılıktır.

“İstanbul Üniversitesi, tarih boyunca ülkemizde toplumun önünü açan, akla ve sağduyuya bağlı olarak hareket eden ve etmesi gereken bir kurum olmuştur. Bir üniversite mensubu eski rektörümüz de olsa, eğer suç işlemişse, toplumun diğer fertleri gibi ona da işlediği suçun cezasının verilmesi elbette gereklidir. Fakat bu ilke, kişilerin hak etmedikleri davranışlara maruz bırakılmaları anlamına gelmemelidir.”

Peki, İstanbul Üniversitesi’nin yargı kararlarını uygulamadığı için mağdur olan yüzlerce öğrencisi, çalışanı ve öğretim üyesine yapılanları, kim hak etmektedir? Ayrıca, paragrafın ilk cümlesi ile sonraki cümlesi arasındaki fikrî bağ nedir?


“Eğitim camiasının en içten dileği ve beklentisi bu konuda hassasiyet gösterilmesi ve gösterilmesinin sağlanmasıdır. Ulusumuzun evlatlarını yetiştiren öğretim üyelerine, adalet kurumuna, kendisi hakkında karar veren politikacılara, toplum düzenini sağlayan kolluk kuvvetlerine ve silahlı kuvvetlerine güven duymaya çok ama çok ihtiyacı vardır.”

İstanbul Üniversitesi, adalet kurumuna, politikacılara, kolluk kuvvetlerine güvenmemekte midir? Bu nasıl iştir? Eleştiri ve güven duygusu çağrısı, bu kadar toptancı ve layüsel olabilir mi? Hele kendine ÜNİVERSİTE diyen bir yerde... O üniversite ki, o adalet kurumu çalışanlarını yetiştirmemiş midir? Kendi yetiştirdiğine güvensizlik nasıl olur? Velev ki oldu, bunun maddi temelleri, kanıtları ve dayanakları nelerdir? Kimlerdir bu güveni sarsan? Bir Üniversite bu kadar genel konuşabilir mi? Kurumların tamamını suçlayabilir mi?

“Bu güveni sarsmamak, devleti yönetenlerin sorumluluğundadır.”

Demek ki İstanbul Üniversitesi’nin başta adalet kurumu olmak üzere, devlet kurumlarına olan güveni sarsılmıştır? Neden? “Yargı kararlarını uygulamamak” ve “görevi keyfî kullanmaktan” Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınmış ve daha başka bir çok bilimsel suç işlemiş olduğu iddia edilen bir tıpçı rektörün, soruşturma sırasında işkence görmeden, bütün nezaket kuralları yerine getirilerek sorgulanması mı bu güveni sarsmıştır?

Bildiride daha başka bir çok garip ve anlaşılmaz nokta vardır. Bir Üniversite bu kadar siyasete alet edilmemelidir. Tutuksuz olarak yargılanacak olan eski rektör de, eğer suçsuzsa, Türkiye’de tek sağlam kalmış olan HUKUK ve ADALET sistemi içinde, en nesnel bir şekilde yargılanarak beraat edecektir. Korkuya ne gerek var?


Panik duymaya gerek yok. Hele İstanbul Üniversitesi gibi kimsenin çiftliği olmayan bir yerde bu tür uzun ve anlaşılmaz bildirilerin yaratacağı fikrî karmaşa göstergeleri, “işin aslının” bildiride yazıldığı gibi olmadığı sanısı uyandırır ki, asıl o zaman sorun başlar.

İstanbul Üniversitesi Senatosu’nu oluşturan Sayın öğretim üyelerini, üniversite içindeki hukuksuzluklara, dışındaki “hukuksuz olduğu sandıkları” şeylerden daha fazla duyarlı olmaya çağırıyoruz. Kemal Alemdaroğlu suçsuzsa kendini savunur.

İstanbul Üniversitesi’ne yargı sürecine karışmak yakışmıyor.


Vistilef

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Bilmem yayınlarmısınız? Pek sanmıyorum ama yinede yazıyorum. Yaklaşık 6 ay önceki yazılarınızda isminin önüne ballar, kaymaklar ve tabiki yağlar eklediğiniz sizin tabirinizle "Sayın Prof. Dr. Mesut PARLAK hocamızın" ismi neden sade yazımla Prof. Dr. Mesut PARLAK oldu acaba. Bunun sebebi dekanlık beklentilerinizi karşılamaması üstüne üstlük soruşturma yiyip okuldan uzaklaştırılmanız olabilirmi?

Prof. Dr. Mesut Parlak'ın nekadar devletini, milletini seven biri olduğunu gerek söylemlerinden gerekse eylemlerinden biliyoruz. Siz kendinizi acaba nasıl tanımlıyorsunuz. (Sağcı, solcu ortacı yada maşanız gibi duruma göre renk değiştiren bukalemun musunuz?)

Siz her yazınızda dem vurduğunuz bilimselliğin neresinde yada nekadarındasınız acaba?

Siz ve ekibiniz demek daha doğru olsa gerek.

İletişim Fakültesi sitesi için atıp tutuyorsunuz yok şöyle olmuş yok böyle olmuş diye Allah Aşkına sizin bu üniversiteye fakülteye tek bir artınız varmı derslerinizden nekadar saçmaladığınızı yakından biliyorum. Ne anlattığınızı niçin anlattığınızı bile bilmeden öğrencilere soru hakkı tanımadan dersi sadece işlemek için işlerdiniz. (Derslerinizi işlerdiniz çünkü ALEMDAROĞLUNDAN yediğiniz fırçalar yüzünden, fiiliyatta bulunurdunuzda elinde cep telefonunuz,aklınızda ÖZEL ŞİRKETİNİZİN işleri, ağzınızda eveleme güveleme saçma sözler top patlasa devam eder bitirirdiniz.)

Eleştirdiğiniz sitenin İstanbul Üniversitesi fakülte veya birim siteleri içinde en iyisi olduğunu biliyormusunuz? Bilgisizliğinizi teknik cahilliğinize veriyor ve devam ediyorum. Sizin bölüm başkanlığınız sırasında kendi bölümümün kaydını yenileyemiyor öğrenci belgesini bile alamıyorduk. Sebep neydi acaba diye araştırdığımda Halkla İlişkiler Bölümünün ders programını dahi hazırlayıp öğrenci işlerine veremediğini öğrenmiştim. Bir program bile hazırlamaktan aciz başkanlığınızdaki bölüm öğrenci belgesi almama engel olmuş yurtdışı eğitim başvurumu geciktirmişti. Diğer bölümlerin işleri, eleştirdiğiniz dekan tarafından güzelce yönetilirken ben diğer bölüm arkadaşlarımın alay konusu haline gelmiştim. Öğrenci işleri Kayıt yaptıramayan arkadaşlarımla dolup taşıyordu.

Şükür sizi uzaklaştırdılarda işlemlerimiz normale döndü.

Cadı kazanına çevirdiniz fakülteyi okulu birde utanmadan "Suat Gezgini ben seçtirdim diyiyorsunuz" madem sen seçtirdin bu kadar gücün var bu kadar feryat niye?

Sonuç olarak sizi tanıdığım için bu sözleri ve daha söylemediğim nicelerini söyleyebiliyorum.

Fakülteye bir daha asla dönmemeniz bölüm başkanımız olmamanız dileğiyle (En azından ben mezun olana dek)

RoyalPlato dedi ki...

VEYSEL BATMAZ’DAN AÇIKLAMA:

İsimsiz tarafından yazılan yorumun, konu ile ilgisi yok.

Vistilef bu yorumun eklendiği haberi ile İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun bir eylemini eleştirmekte ve yargıya karışma olarak nitelendirmektedir. Oysa İsimsiz kişinin yorumu, Veysel Batmaz ile Mesut Parlak ve Suat Gezgin arasındaki işlerle ve Veysel Batmaz’ın “ne kadar kötü hoca ve bölüm başkanı olduğu” ile ilgilidir. Anlaşılan, ERGENEKON nedeniyle haklı bir panik duyulmaktadır. Bu da, yorumu yapan İsimsiz kişinin bir öğrenci olmayıp, imlâ ve gramer hatalarıyla tipik bir İstanbul Üniversitesi öğretim elamanı olduğunu göstermektedir.

Bu İsimsiz kişiye, beni işe karıştırdığı için, çok iyi bildiği şunları söyleyebilirim: Ben Mesut Parlak Hocamızı, üç dönem, 1997’den bu yana desteklemiş bir kişiyim. Nükhet Güz ve Tayfun Akgüner Hocalarımızın ricası üzerine bu desteğimi hep sürdürdüm. Onun için oy topladım. 2006’nın son aylarına kadar da desteğim devam etti. Suat Gezgin ise onu hep köstekledi ve desteklemedi. Mesut Bey’in ikinci rektör adaylığı döneminde, rektör adaylığı için geldiği Fakülte’ye sokmadı ve o gün Veysel Batmaz sayesinde Mesut Bey Fakülte’de adaylık konuşması yapabildi. Bu nedenle, Veysel Batmaz ile Mesut Parlak arasında tersinden bir ilişki, yani nankörlük ilişkisi vardır. Bu bilgileri teyit etmek isteyenler, dileyenler, Prof. Tayfun Akgüner ve Prof. Nükhet Güz’e başvurabilir. 2006 yılının sonuna kadar Mesut Bey ile Serdar Taşçı’nın da ilişkileri çok iyiydi. Ancak, Mesut Hocamız nedendir bilinmez, yanıltıldı.

Suat Gezgin her üç dönemde de benim sayemde Dekan olabilmiştir. İlk döneminde Edibe Sözen’e karşı 7-6 oyla kazandı Dekanlığı. Ona ben oy vermeseydim Dekan olamayacaktı. İkinci dönem, Alemdaroğlu’na mektup yazarak, onun Dekan olmasını Edibe Sözen ile birlikte ricacı olduk. Üçüncü dönem ise, Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak’a mektup yazarak, Dekanlığa aday olmadığımı söyledim. Ama hep, herkes benim Dekan olma isteğim var zannederek, benim önümü kesmeye yeltendiler. Bunların hepsini kendisi de bilir ve bir Yönetim Kurulu toplantısında da ikrar emiştir. Bu işlemlerin bir diğer şahidi ise Edibe Sözen’dir.

Nasıl ders verdiğimi veya nasıl bölüm başkanlığı yaptığımı eleştirmek, öğrencim olsun olmasın herkesin hakkı. Orası bir devlet üniversitesi ve milletin malı. Derslerde anlattıklarımı anlayamayanlar doğal ki infial duyacaklar. Öğrenci ile yüz göz olmanın pedogojik hiç bir olumlu yanı yoktur; sadece tembel öğrencilere yarar. Verdiğim Lisans derslerinin veriliş tarzı soru sorulmaya müsait değildir. Yüksek Lisans derslerimde ise tartışma çoktur. Ben okula dönünce, bu tür hocaların hepsi, düzgün ilişkilerine yeniden başlayacaklar.

Ancak, hiç de ilgisi olmayan bir haber için yapılan bu İsimsiz yorum, İletişim Fakültesi’ndeki paniği ve korkuyu göstermektedir. İlgisiz bir habere İletişim Fakültesi ile ilgili bir yorum yapmanın başka izahı yoktur. Bir öğrenci tarafından yazılmadığı da belli. Şu cümleyi bir öğrenci yazamaz: “Fakülteye bir daha asla dönmemeniz bölüm başkanımız olmamanız dileğiyle (En azından ben mezun olana dek)”

Vistilef, Veysel Batmaz’ın özel sitesi değildir. Bu sitede herkes yazı yazmış ve yorum yapmıştır. Yapacak ve yazacaktır.

Sevgilerimle,

Prof. Dr. Veysel Batmaz

RoyalPlato dedi ki...

YORUMA YORUM BEKLİYORUZ, NEREDESİNİZ??? KENDİNİ "ÖĞRENCİ" DİYE YUTTURANLAR, HAYDİ TUŞLAYIN KLEVYELERİ...

Vistilef

Adsız dedi ki...

VEYSEL BATMAZ KIMDIR?

Öncelikle bu yorumu girmekteki amacımın, ilk yorumcunun yazısına ya da Veysel Batmaz'ın ona cevabına eleştiri, nazire vb. yazmak olmadığını belirterek başlayayım. Ben sadece ilk yorumdaki, sonunda soru işareti olmayan soruya takıldım: "Prof. Dr. Mesut Parlak'ın nekadar devletini, milletini seven biri olduğunu gerek söylemlerinden gerekse eylemlerinden biliyoruz. Siz kendinizi acaba nasıl tanımlıyorsunuz." Bu soru her ne kadar sayın Profesör'e sorulmuş
olsa da ben de, cevap niyetine, kendi bildiklerimi/düşündükleri kayda geçireyim istedim.

Fakat cevabı bulabilmek için onu önceleyen başka bir soruya cevap aramak gerekir: Veysel Batmaz kim?

1970'lerde Ünsal Oskay gibi dünyaca ünlü iletişimbilimcilerin asistanı, araştırma görevlisi,
1980'lerde efsanevi iletişimci George Gerbner'in öğrencisi, asistanı, Cultural Environment Movement'in kurucu üyesi, Alman filozof Jürgen Habermas'ın seminer öğrencisi
1990'larda İÜ. İletişim Fakültesinin eğitimini verdiğini zannetiği sinema'nın Türkiye'deki en önemli kuruluşlarından Türsak Vakfı'nın kurucu üyesi, ülkenin en önemli reklam ajanslarında müdür, araştırma sorumlusu, çeşitli
kuruluşlarda danışman, Beykent Üniversite'sinin dört kurucusundan biri, Panajans'ın kurucusu, yöneticisi, tv'de, gazetelerde gördüğümüz birçok siyasetçinin siyasal danışmanı ya da bu danışmanlık gruplarının mensubu.
2000'lerde İÜ İletişim Fakültesi'nde profesör, sayısı yüzlerle ifade edilebilecek makale ve incelemenin yazarı...

Bu saydıklarım, Batmaz'ın bütün kitaplarının "yazar biyografisi" bölümlerinde ya da Internette bulunabilecek ve kendisini biraz olsun takip eden herkesin vakıf olabileceği bilgiler, özel sırlar değil. Bu özetin özeti biyografi;
yorumcunun sorduğu soruya tek başına cevap değil elbette. Bunların hiçbiri sayın Profesör'ün "devletini, milletini
sevip sevmediği" hakkında bir fikir veremez bize.

Fakat yorumcu şöyle bir cümle sarf etmiş yorumunda: "Derslerinizi işlerdiniz çünkü ALEMDAROĞLUNDAN yediğiniz fırçalar yüzünden, fiiliyatta bulunurdunuzda elinde cep telefonunuz,aklınızda ÖZEL ŞİRKETİNİZİN işleri, ağzınızda
eveleme güveleme saçma sözler top patlasa devam eder bitirirdiniz." Bu cümleyi okuduktan sonra kendi kendime sordum: Şu yukarıdaki devasa özgeçmişe sahip Veysel Batmaz, bütün öğretim elemanlarının yazdığı kitap sayısı
kendisininki kadar etmeyen İletişim Fakültesi'nde ders vermekte neden bu kadar ısrarcı?? Elinde telefonuyla, özel
şirketlerinin işlerini amfilerden yönetmek için mi? Dünyanın en önemli bilim adamları tarafından yetiştirilen Batmaz, acaba bu iş için başka yer kalmadığından falan mı özel şirketlerini İÜ İletişim fakültesin'den yönetmek istiyor? Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek, vakıf ünviersitesini bırakıp, devlet üniversitesine geçişi de mi bu
yüzden acaba?? "Elinde telefonla derste özel şirketlerini yönetmeyenler" bunu yapabilirler miydi?

Yukarıda sıraladağım işlere imza atmış, müthiş birikim sahibi bir akademisyen neden Türkçe bilen bir öğretim elemanı bile olmayan bir kurumda ders vermek istesin?? Niye fakültedeki "meslektaşları" imdb.com'dan filmlere bakıp ertesi
gün sinema dersi anlatmaya çalışırken, kitap kalınlığında dava dosyaları hazırlamak zorunda bırakılmak pahasına bu fakültede diretiyor bu adam? Hep bu özel şirketler yüzünden mi? Bu sorulara aranacak yanıtlar devlet, millet sevgisi konusunda biraz fikir verir sanırım.

Bundan bir süre önce Batmaz'dan nefret eden bir HIT Bölümü öğrencisi arkadaşıma kendisiyle ilgili fikrini sormuştum. Nefret dolu bir yüzle bana şu cevabı verdi: "O adam bu fakülteye çok fazla"

Prof. Dr. Veysel Batmaz gerçekten bu fakülteye çok fazla. Bunu anlamamız için 6 yıl öğrencisi olmamız yeterli oldu. Bu kadar büyük bir farkı hiçbir kurum kaldıramaz. Normal şartlar altında hepsi TÖMER'de Türkçe Dilbilgisi
sınıflarında kursiyer olması gereken bir İletişim Fakültesi kadrosunun içinde HIT Bölümü'ne kalite, ve bölümün öğrencisine prestij kazandırmaya çalışan Veysel Batmaz'ın durumu gerçekten zor. CD kapaklarıyla Sinema Tarihi dersi anlatılan, sinema "hocalarının" anlatacakları derslere bir gece önce imdb.com'dan çalıştığı, Çocuklar Duymasın dizisi üzerine tez yazan öğretim görevlilerinin bulunduğu bir fakültede Veysel Batmaz'ın ne işinin olduğunu ben de çok sordum kendi kendime.

Devletini milletini sevme meselesinde de bir karşılaştırma yapayım: Özel tvlerden, gazetelerden birinde çalışan bir
arkadaşımıza rastladıkları zaman heyecandan titreyen, ağzının suları akan kıymetli İletişim Fakültesi öğretim elemanları; yukarıda özetlediğim gibi kabarık bir CV'ye sahip olsalardı acaba bir tanesi bile Veysel Batmaz gibi
dönüp Türkiye'de ders vermeyi mi tercih ederdi? Eğer özel üniversiteye geçme şansları olsaydı tatlı para, bol maaşı
bırakıp geri çevirip İletişim Fakültesi'nde mi kalırlardı? Bu soruların cevaplarının hepsini 6 yıllık takınlıklarımda aldım aslında. Ama bulmayı ilgilisine bırakıyorum.

Bu yorumun son sorusu: Acaba, dekanlık ihtirası olmadığını defalarca söylediği, İletişim Fakültesi neden Batmaz'ı
içinde barındırmak istemiyor? Neden istesinler ki? İletişim Fakültesi'nin tüm elemanlarının yaptığı bilimsel çalışmaların toplamı Batmaz'ın çalışmaları kadar etmiyor. Fakülte hocaları; sınav sorularını bile doğru yazdıracak Türkçe dilbilgisine sahip değil. Batmaz'ın bölüm başkanı olduğu HIT'de öğretim görevlileri ders verebilmek için
oturup çalışma yapmak zorunda kalıyor, Internette yapılan birkaç saatlik surfle gelip ders anlatamıyorlar. Yine Batmaz'ın dönemindeki HIT ders programı diğer bölüm programlarındaki içeriksizliği ve kalitesizliği kabak gibi ortaya çıkıyor. Batmaz'ın derslerinde ortaya çıkan ve kabullenmek istenilmeyen bir diğer gerçek ise bazı dinleyicilerin seviyeleri. Derslere gelip hiçbir şey anlamayan bazı dinleyiciler kendi sığlık ve boşluklarını
kabullenemeyince Batmaz'ı hiçbir şey anlatmamakla suçluyorlar. (Kral da aptal olduğunu kabullenemediği için halka
çırılçıplak olduğunu söyleyememişti.) İÜ İletişim dünyada Sinema Tarihi dersinin öğrencilere CD kapakları gösterilerek işlendiği tek eğitim kurumu. Henüz Profesör bile olmayan bir bölüm başkanının, kendisine bir soru sormak için kapısının dışında 1 saat 45 dk içeride telefonla konuşurken de bir o kadar daha beklemek zorunda
kalındığı bir yerdir İletişim Fakültesi. Tez danışmanlarının, 60 - 70 sayfa tez yazan arkadaşlarımıza "Bunu 8 sayfaya indir gel" dediği, verdiğim tezin kalınlığına bakılarak çok güzel yorumunun yapıldığı yer burası. (Keşke haftalarca uğraşacağıma önceki günkü Fener maçını anlatsaymışım 80 - 90 sayfa boyunca!) Burada Erasmus programı
için, öğretim dili "sadece Almanca" olan okullara Almanca bilmeyen öğrenciler, dahası araştırma görevlileri gönderilir. Sınav kazanıp Erasmus'a katılım hakkı kazanan ve Fakülteden program takvimi bekleyen arkadaşımıza "Senin programın başlamış üzerinde iki ay geçmiş artık gidemezsin" denmiş bir fakülte burası. Bu abuklukların hepsine karşı çıkan bir Batmaz'ı Fakülte neden barındırmak istesin?

Sabah'ın altısında kalkıp bilgisayar başına geçtiğini bildiğim, gece kitap bitirmek için kaç kere ertesi gün okulda uykusuz dolaştığına bizzat tanık olduğum Veysel Hoca'mı "derslerde saçmalıyor", "ağzında eveleme, güveleme saçma sözler söylüyor"? Derslerine giren her öğrenci ne kadar çok kaynakla, referanslar vererek ders anlattığını bilir.
Acaba o dekan İletim Gazetesi'ndeki, yanlış, bozuk Türkçe'sini çözebilmek için decoder gereken aylık köşe yazılarını yazmak için uykusuz kalıyor mu?

Dün bir devlet dairesinde duvarda asılı şu yazıyı gördüm: "Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır" Umarım bu yazı en kısa zamanda Fakülte'nin girişinde görünür bir yere asılır.

Birileri nerede okuduğumu sorduğunda, "İÜ İletişim Fakültesi'nde" demeye utandığımdan "Veysel Batmaz'la Hikmet Kırık'ın öğrencisiyim" deme gururunu bana yaşatan İÜ İletişim Fakültesi'ne minnetle....