Add to Flipboard Magazine.

23 Nisan 2008

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI'NDA MEMLEKETTEN "MİLLİ İRADE" MANZARALARI

"Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar."
Başbakan Tayyip Erdoğan, 23 Nisan 2008

“Benim oyum dağdaki çobanın oyu ile eşit olamaz.”
Manken, Tarih Öğrencisi Aysun Kayacı, 14 Nisan 2008

19 Nisan 2008

6. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali Sona Erdi

14 Mart - 12 Nisan 2008 tarihlerinde yapılan festivalin bu yılki teması 'Kadınların Tarihi: İtaat, İsyan, Feminizm''di. İtaat etmek kadar isyan etmenin, başka bir hayat düşlemenin yani feminizmin de tarihi olan kadınların tarihinden filmler, kadınların var olma ve direnme hikâyeleri, düşleri. 13 ülkeden 46 film, 6. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali'ndeydi.

Festivalin altıncısı;
- Kadınların ve tüm yaşam deneyimlerinin görünürlüğünü, kadınlar arası deneyim alışverişini artırmak,
- Kadınların sinema ve medyaya katılımını, bu alanda kendilerini ifade edebilme olanaklarını, üretim ve güçlerini artırmak amacıyla,
- ve elbette sinemada ve nihayet her alanda cinsiyet eşitsizliklerinin olmadığı, kadınlar ve erkeklerin eşit fırsatlara ve koşullara sahip olduğu, şiddet ve ayrımcılığın olmadığı bir yaşam düşüyle yapıldı.

Festival bu yıl yine İstanbul'da başladı, ardından Eskişehir Demokratik Kadın Platformu ortaklığıyla Eskişehir'e, Tunceli KAMER ortaklığıyla Tunceli'ye, Van Kadın Derneği ve Yaka-Koop ortaklığıyla Van'da sürdü. Festivalde film gösterimlerinin yanı sıra söyleşiler, atölyeler ve video forum da yapıldı. Festivale Türkiye'den dokuz Türkiye dışından on yönetmen konuk oldu, dört ilde binlerce kadınla kadınların emeğini, sözünü, düşlerini paylaştık.

Bu yıl da festivali sizlerin desteği olmadan yapamazdık. Tüm bunları gerçekleştirmemizde yanımızda olduğunuz, kolaylaştırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Gelecek festivallerde yine birlikte olmak dileğiyle.

Filmmor Kadın Filmleri Festivali Ekibi adına,

Tuğçe Canbolat
Filmmor Kadın Kooperatifi
İstiklal Caddesi
Bekar Sokak No:7/6
34435 Beyoğlu / İstanbul
0212 251 59 94
0535 566 60 48
www.filmmor.org

FAKÜLTEMİZ MEZUNU CENGİZ, BAYKAL İLE...


17 Nisan 2008

ÜNİVERSİTE ELEŞTİRİ, İKAZ ve TEŞHİR YERİDİR... GEÇİN KLEVYELERİNİZİN BAŞINA....

YORUM:

"Bilmem yayınlarmısınız? Pek sanmıyorum ama yinede yazıyorum." İsimsiz yorum yazan arkadaşın giriş cümleleri böyle başlıyor. Sonra da Prof. Dr. Veysel Batmaz'ı eleştiriyor. Zaten bu arkadaş Veysel Hoca'yı övseydi ters giden bir şeyler var demekti. Üniversiteye gelmiş bir genç daha -misiniz ekinin, -de, -da'nın ayrı yazılacağını bilmiyor. E normal tabii; kalitesiz, yetersiz insanlarla dolu bir fakültenin öğrencisinin de Türkçe düzeyi ancak bu kadar olur. Arkadaş Veysel Hoca çeşitli bürokratik hinliklerle okuldan uzaklaştırldığı halde ya korkusundan ya da Veysel Hoca'nın dediği gibi gerçekte bir öğrenci olmadığı için ismini belirtmemiş. Ben ismimi belirteyim, Ekin Kadir Selçuk. İletişim Fakültesinde okuduğum için utanıyorum, çevremde tanıdığım tanımadığım herkese nasıl rezil bir fakülte olduğunu anlatıyorum, anlatacağım. Çünkü Dekan ve kadrosu yüzünden 5 yılım çalındı, elimden geldiğince onlardan bunun hesabını sormak için hukuki zeminler içinde her yolu deneyeceğim. Bu Fakültenin bana kazandırdığı tek şey birkaç dost ve Veysel Batmaz ile Hikmet Kırık hocalarımızdır. Dilerim bir gün onlar fakülteye geri döner, buraya gerçekten bir şeyler öğrenmek için gelen üç beş öğrenci faydalanır.

17 NİSAN KÖY ENSTİTÜLERİ GÜNÜ

Köy Enstitülerinin Önemi ve Fen Okur Yazarı Olmak
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi, Adana. iortas@cu.edu.tr

Ülkemizin eğitim sistemi ve sonuç olarak yetiştirdiği insan potansiyeli tartışma konusu olmaya başlamıştır. Sorunu şematize edecek olursak; Ülkemiz eğitim sistemi bugün her yönü ile sorgulanabilir duruma gelmiştir.
Günümüz bilişim teknolojisinde artık okuryazar olmak yetmiyor. Biraz da bilim okuryazarı olması zorunluluğu ortaya çıkmış bulunuyor. Bu da doğal olarak fen-okuryazarlığını gündeme getirmektedir. Fen ve bilimin doğru öğretilmesi de bu konuda yetkin insanların yetiştirilmesi ve bu öğretiyi öğretmeleri gerekiyor.
Fen eğitiminin öğrencilere benimsetilebilmesi için ezbercilikten kurtarılarak deneysel çalışmaya, gözlem ve incelemeyi öğrenci merkezli olarak işlenmesi gerekmektedir. Bu anlamda temel bilimlerin amacı yaratıcılığın sınırlarının zorlanması, bunların kaleme dökerek insanların beyninde şimşekler çaktırabilecek şekilde yetiştirilmelidir.

Köy Enstitülerinin En Önemli Katkılarından birisi de;
Köy Enstitüleri üretim ve kültür eksenli olduğu için öğrencilerin öz güvenini geliştirmiş olmasıdır.
• Türkiye’de Bilimsel Düşünceyi Köylere Kadar Götürmüş olmasıdır.
Bugün bilimsel devrimlerin yarattığı etkiler ve bunların sebep ve sonuçları metodolojik olarak öğretilmemektedir.
Oysa bilimsel düşüncenin ne olduğu ne zaman ve hangi koşullarda doğduğu, insanlığın ve uygarlığın gelişmesinde ne tür etkiler yaptığı ve geleceği ne şekilde etkilediği öncelikle öğretilmelidir. Bütün bunlar ancak fen okuryazarlığı ile daha iyi sağlanabilir. Atatürk diyor ki;
“…Hiçbir mantıki delile dayanmayan, bir takım geleneklerin, inançların muhafazasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur…” ve “…Milletimizin siyasal ve sosyal hayatında, milletimizin fikir terbiyesinde rehberimizin bilim ve fen olacaktır…”
Bu sözler, Mustafa Kemal’in ilerlemek için pozitivist eğitimi en temel araç saydığını göstermektedir.
Yaşamı Bütünsel Anlamak İçin Fen Okur Yazarı olmak Gerekir
Ülkemizin temel sorunu olan organize olamam, gerçeği bir bütün olarak görememe ve analitik düşünememesinin temelinde felsefe bilmemesi ve soyut düşünmemesinden kaynaklanıyor. Bunun temelinde de ilk okuldan itibaren kişinin ciddi anlamda fen okur yazarı olmaması yatmaktadır. Doğanın işleyiş mekanizmasının her yönü ile Fizik, Kimya, Biyoloji gibi Fen derslerinde anlatılıp öğretilirken, matamtik gibi doğanın dilini anlatan sayısal yapılanmayı unutmayalım. Matematiğin insanı yoğun düşünmeye sevk eden; soyut düşünmeye alıştıran çok yönlü bir zihinsel eylem olduğunun örnekleri ile anlatılmalıdır.
Bunun gerçekleşmemesi durumunda bireyler pozitif düşünme yeteneğinden yoksun olacaklar, karşılaşılan her türlü sorunun çözümünde, bilimsel çözüm yerine bilimdışı arayışlara yönelecektir.
Fen eğitiminin öğrencilere benimsetilebilmesi için ezbercilikten kurtarılarak deneysel çalışmaya, gözlem ve incelemeye dayalı öğrenci merkezli olarak işlenmesi gerekmektedir.
Ezberci eğitim sistemiyle; yorum yapamayan, araştırmayan, düşünmek yerine ezberlemeye alıştırılmış, sormayan, “neden ve niçin”lerle ilgilenmeyen, ülke ve dünya sorunlarına karşı duyarsız, özgüveni yetersiz bir kuşak yetiştirilmektedir.

Yaşam bir bütün ve bütünsel bakmak için başta fen bilimlerinin anlaşılması ve buna bağlı olarak diyalektik bilincin gelişmesi gerekir. Böylece kişi içinde bulunduğu ortamı çok yönlü sorgulamaya başlar. Alman Filozofu Goethe, yaklaşık 200 yıl önce yaşayan alman filozofu Goethe’nin diyalektik bakış açısı ileride olacak felaketlerin önceden görülmesi için son derece önemlidir. Ne diyor Goethe ‘Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır’ diyor.

Türkiye’nin bugün dünya ile aynı nitelikteki Fizik, kimya biyoloji ve matematik kitaplarını okutmasına rağmen bilgiyi teknolojiye dönüştürememesi sık sık sorulmaktadır. Ancak temel neden hiç birimiz öğrendiğimiz bilgiyi hayata dönüştüremedik. Hiç birimiz en küçük bir matematik denklemini yaşamda kullanamadık. Çünkü eğitim sitemiz buna uygun değildir. Ancak bunun koşulları vardır. Köy Enstitüleri gibi üretim ağırlıklı eğitim modeli sürdürülseydi, insanlar üretim için de bilime gereksinim duyacaklardı. Eli işe yatkın insanlar doğacak ve bunlar gereksinimler ötesinde bilimi kullanıyor olacaklardı. Köy Enstitülerinde pisagor bağlantısı 3 4 5 ilişkisi bina köşelerinin oturtulması olarak atölyede ve uygulamalı olarak öğretilerek bilginin ne olduğu ve yaşamdaki önemi yapılarak öğretiliyor. Ancak günümün test ağırlıklı ve üniversiteyi kazanma ve üniversite de de bir an önce okul bitirmeyi, akademisyenlikte de bir an önce prof olmayı hedefleyen pragmatist yaklaşım ülkemizi verimsiz yapmıştır.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öngörüsü çağdaş bir toplum yaratmak için toplumu katılımcı demokrasi anlayışı ile eğitmek ve geliştirmekti. Bunun birinci basamağı ile laik eğitim sistemiydi.
Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimidir“ anlayışının temlinde inanca dayalı din bilimlerini değil, akla dayalı pozitif bilimlerin tek yol gösterici ve aydınlatıcı olduğunu vurgulamıştır. Bunun için ilk yatıkları işlemlerden biri dünya klasiklerinin Türkçeye çevrisini benimsemiştir. Kant batıdaki aydınlanmacının öncüsü filozofların akla dayalı anlayışını benimsemişlerdir. Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü öğrencilerin çantalarında dünya klasiklerini görünce derinde etkilenir ve Türk toplumunun geleceğe ilişkin öngörüsüne ve sağduyusuna güvendiğini belirtir.


M.Kemal Atatürk, "Ben, manevi miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor; milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."
Bir başka söylevinde Atatürk, gençliği yetiştiriniz diyor. Onlara ilim ve irfanın (kültürün) müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik (uygulama) mevkiine konduğu vakit Türk milleti yükselecektir.
Bütün bu söylemler akıl ve aydınlanma devrimini kavramış bir anlayışın ürünü olarak ancak sunula bilir. Kişilerin akıl yolunu benimsemeleri ve aydınlanmacı olabilmeleri için öncelikli olarak erken dönemlerde müspet bilimler ile tanışmaları ve eleştirel bakış açısına sahip olmaları gerekmektedir. Bu da fen okuryazarlığı ile sağlanabilir.

Ne Yapmalıyız?
Ülkemizin son yıllarda yaşadığı bir çok sosyal ve toplumsal olgu ile fen okur yazarlığı arasında ciddi bir ilişki bulunmaktadır. Fen bilimleri eğitimi her yönü ile öğrencinin kafasından yaparak, görerek öğrenmeyi ve eleştirel bakmayı buda farkına varılabilirliği ortaya koymaktadır. Farkına varılabilirlik, olup biteni görmek ve yurttaş olma bilincini beraberinde getirmektedir.
Bilim ve teknolojiye geçiş ve çağdaş bir toplum yaratmak için mutlaka fen okur yazarlığını yaygınlaştırmamız gerekir. Fen okuryazarlığı insanın farkına varılabilirliğini geliştirecektir. Bu anlayış kişini birey ve daha da ilerisi yurttaş olma bilincini geliştirecektir. Yurttaş bilinci gelişmiş toplumlar yaşamın her alnında gelişmiş demokrasisi yerleşmiş üretici toplumlardır. Sanırım Köy Enstitüleri mantığı köylü toplumu eğiterek toptan kalkınmayı ve demokratik bir toplum olarak yaşama katkı sunmayı hedefliyordu.

16 Nisan 2008

ERGENEKON’DAN YARGILANAN ESKİ REKTÖR HAKKINDAKİ SENATO BİLDİRİSİNİ ELEŞTİRDİĞİMİZ “ANLAYAN BERİ GELSİN” HABER-YORUMUMUZA İKİ YORUM, BİR CEVAP GELDİ. BU YORUMLARI, İLGİLİ HABER’İN ALTINDA DA OKUYABİLİRSİNİZ FAKAT TARTIŞMAYI DERİNLEŞTİRMEK AMACIYLA BİR KEZ DAHA YAYINLIYORUZ. REKTÖRLÜK YARIŞININ BAŞLADIĞI ŞU GÜNLERDE, SADECE İLETİŞİM FAKÜLTESİ’NİN DEĞİL, TÜM ÜNİVERSİTE’NİN BU TÜR TARTIŞMALARA GEREKSİNİMİ VAR.

Birinci Yorum:

Bilmem yayınlarmısınız? Pek sanmıyorum ama yinede yazıyorum. Yaklaşık 6 ay önceki yazılarınızda isminin önüne ballar, kaymaklar ve tabiki yağlar eklediğiniz sizin tabirinizle "Sayın Prof. Dr. Mesut PARLAK hocamızın" ismi neden sade yazımla Prof. Dr. Mesut PARLAK oldu acaba. Bunun sebebi dekanlık beklentilerinizi karşılamaması üstüne üstlük soruşturma yiyip okuldan uzaklaştırılmanız olabilirmi?Prof. Dr. Mesut Parlak'ın nekadar devletini, milletini seven biri olduğunu gerek söylemlerinden gerekse eylemlerinden biliyoruz. Siz kendinizi acaba nasıl tanımlıyorsunuz. (Sağcı, solcu ortacı yada maşanız gibi duruma göre renk değiştiren bukalemun musunuz?)

Siz her yazınızda dem vurduğunuz bilimselliğin neresinde yada nekadarındasınız acaba?Siz ve ekibiniz demek daha doğru olsa gerek.İletişim Fakültesi sitesi için atıp tutuyorsunuz yok şöyle olmuş yok böyle olmuş diye Allah Aşkına sizin bu üniversiteye fakülteye tek bir artınız varmı derslerinizden nekadar saçmaladığınızı yakından biliyorum. Ne anlattığınızı niçin anlattığınızı bile bilmeden öğrencilere soru hakkı tanımadan dersi sadece işlemek için işlerdiniz. (Derslerinizi işlerdiniz çünkü ALEMDAROĞLUNDAN yediğiniz fırçalar yüzünden, fiiliyatta bulunurdunuzda elinde cep telefonunuz,aklınızda ÖZEL ŞİRKETİNİZİN işleri, ağzınızda eveleme güveleme saçma sözler top patlasa devam eder bitirirdiniz.)

Eleştirdiğiniz sitenin İstanbul Üniversitesi fakülte veya birim siteleri içinde en iyisi olduğunu biliyormusunuz? Bilgisizliğinizi teknik cahilliğinize veriyor ve devam ediyorum. Sizin bölüm başkanlığınız sırasında kendi bölümümün kaydını yenileyemiyor öğrenci belgesini bile alamıyorduk. Sebep neydi acaba diye araştırdığımda Halkla İlişkiler Bölümünün ders programını dahi hazırlayıp öğrenci işlerine veremediğini öğrenmiştim. Bir program bile hazırlamaktan aciz başkanlığınızdaki bölüm öğrenci belgesi almama engel olmuş yurtdışı eğitim başvurumu geciktirmişti. Diğer bölümlerin işleri, eleştirdiğiniz dekan tarafından güzelce yönetilirken ben diğer bölüm arkadaşlarımın alay konusu haline gelmiştim. Öğrenci işleri Kayıt yaptıramayan arkadaşlarımla dolup taşıyordu. Şükür sizi uzaklaştırdılarda işlemlerimiz normale döndü. Cadı kazanına çevirdiniz fakülteyi okulu birde utanmadan

"Suat Gezgini ben seçtirdim diyiyorsunuz" madem sen seçtirdin bu kadar gücün var bu kadar feryat niye?Sonuç olarak sizi tanıdığım için bu sözleri ve daha söylemediğim nicelerini söyleyebiliyorum.Fakülteye bir daha asla dönmemeniz bölüm başkanımız olmamanız dileğiyle (En azından ben mezun olana dek)

İsimsiz, 27 Mart, 2008 15:43

VEYSEL BATMAZ’DAN AÇIKLAMA:

İsimsiz tarafından yazılan yorumun, konu ile ilgisi yok. Vistilef bu yorumun eklendiği haberi ile İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun bir eylemini eleştirmekte ve yargıya karışma olarak nitelendirmektedir. Oysa İsimsiz kişinin yorumu, Veysel Batmaz ile Mesut Parlak ve Suat Gezgin arasındaki işlerle ve Veysel Batmaz’ın “ne kadar kötü hoca ve bölüm başkanı olduğu” ile ilgilidir. Anlaşılan, ERGENEKON nedeniyle haklı bir panik duyulmaktadır. Bu da, yorumu yapan İsimsiz kişinin bir öğrenci olmayıp, imlâ ve gramer hatalarıyla tipik bir İstanbul Üniversitesi öğretim elamanı olduğunu göstermektedir.

Bu İsimsiz kişiye, beni işe karıştırdığı için, çok iyi bildiği şunları söyleyebilirim: Ben Mesut Parlak Hocamızı, üç dönem, 1997’den bu yana desteklemiş bir kişiyim. Nükhet Güz ve Tayfun Akgüner Hocalarımızın ricası üzerine bu desteğimi hep sürdürdüm. Onun için oy topladım. 2006’nın son aylarına kadar da desteğim devam etti. Suat Gezgin ise onu hep köstekledi ve desteklemedi. Mesut Bey’in ikinci rektör adaylığı döneminde, rektör adaylığı için geldiği Fakülte’ye sokmadı ve o gün Veysel Batmaz sayesinde Mesut Bey Fakülte’de adaylık konuşması yapabildi. Bu nedenle, Veysel Batmaz ile Mesut Parlak arasında tersinden bir ilişki, yani nankörlük ilişkisi vardır. Bu bilgileri teyit etmek isteyenler, dileyenler, Prof. Tayfun Akgüner ve Prof. Nükhet Güz’e başvurabilir. 2006 yılının sonuna kadar Mesut Bey ile Serdar Taşçı’nın da ilişkileri çok iyiydi. Ancak, Mesut Hocamız nedendir bilinmez, yanıltıldı.

Suat Gezgin her üç dönemde de benim sayemde Dekan olabilmiştir. İlk döneminde Edibe Sözen’e karşı 7-6 oyla kazandı Dekanlığı. Ona ben oy vermeseydim Dekan olamayacaktı. İkinci dönem, Alemdaroğlu’na mektup yazarak, onun Dekan olmasını Edibe Sözen ile birlikte ricacı olduk. Üçüncü dönem ise, Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak’a mektup yazarak, Dekanlığa aday olmadığımı söyledim. Ama hep, herkes benim Dekan olma isteğim var zannederek, benim önümü kesmeye yeltendiler. Bunların hepsini kendisi de bilir ve bir Yönetim Kurulu toplantısında da ikrar emiştir. Bu işlemlerin bir diğer şahidi ise Edibe Sözen’dir.

Nasıl ders verdiğimi veya nasıl bölüm başkanlığı yaptığımı eleştirmek, öğrencim olsun olmasın herkesin hakkı. Orası bir devlet üniversitesi ve milletin malı. Derslerde anlattıklarımı anlayamayanlar doğal ki infial duyacaklar. Öğrenci ile yüz göz olmanın pedogojik hiç bir olumlu yanı yoktur; sadece tembel öğrencilere yarar. Verdiğim Lisans derslerinin veriliş tarzı soru sorulmaya müsait değildir. Yüksek Lisans derslerimde ise tartışma çoktur. Ben okula dönünce, bu tür hocaların hepsi, düzgün ilişkilerine yeniden başlayacaklar.Ancak, hiç de ilgisi olmayan bir haber için yapılan bu İsimsiz yorum, İletişim Fakültesi’ndeki paniği ve korkuyu göstermektedir.

İlgisiz bir habere İletişim Fakültesi ile ilgili bir yorum yapmanın başka izahı yoktur. Bir öğrenci tarafından yazılmadığı da belli. Şu cümleyi bir öğrenci yazamaz: “Fakülteye bir daha asla dönmemeniz bölüm başkanımız olmamanız dileğiyle (En azından ben mezun olana dek)”

Vistilef, Veysel Batmaz’ın özel sitesi değildir. Bu sitede herkes yazı yazmış ve yorum yapmıştır. Yapacak ve yazacaktır. Sevgilerimle,Prof. Dr. Veysel Batmaz
27 Mart, 2008 18:29

İkinci Yorum:

VEYSEL BATMAZ KIMDIR?

Öncelikle bu yorumu girmekteki amacımın, ilk yorumcunun yazısına ya da Veysel Batmaz'ın ona cevabına eleştiri, nazire vb. yazmak olmadığını belirterek başlayayım. Ben sadece ilk yorumdaki, sonunda soru işareti olmayan soruya takıldım: "Prof. Dr. Mesut Parlak'ın nekadar devletini, milletini seven biri olduğunu gerek söylemlerinden gerekse eylemlerinden biliyoruz. Siz kendinizi acaba nasıl tanımlıyorsunuz." Bu soru her ne kadar sayın Profesör'e sorulmuş olsa da ben de, cevap niyetine, kendi bildiklerimi/düşündükleri kayda geçireyim istedim.

Fakat cevabı bulabilmek için onu önceleyen başka bir soruya cevap aramak gerekir: Veysel Batmaz kim? 1970'lerde Ünsal Oskay gibi dünyaca ünlü iletişimbilimcilerin asistanı, araştırma görevlisi, 1980'lerde efsanevi iletişimci George Gerbner'in öğrencisi, asistanı, Cultural Environment Movement'in kurucu üyesi, Alman filozof Jürgen Habermas'ın seminer öğrencisi 1990'larda İÜ. İletişim Fakültesinin eğitimini verdiğini zannetiği sinema'nın Türkiye'deki en önemli kuruluşlarından Türsak Vakfı'nın kurucu üyesi, ülkenin en önemli reklam ajanslarında müdür, araştırma sorumlusu, çeşitli kuruluşlarda danışman, Beykent Üniversite'sinin dört kurucusundan biri, Panajans'ın kurucusu, yöneticisi, tv'de, gazetelerde gördüğümüz birçok siyasetçinin siyasal danışmanı ya da bu danışmanlık gruplarının mensubu. 2000'lerde İÜ İletişim Fakültesi'nde profesör, sayısı yüzlerle ifade edilebilecek makale ve incelemenin yazarı...Bu saydıklarım, Batmaz'ın bütün kitaplarının "yazar biyografisi" bölümlerinde ya da Internette bulunabilecek ve kendisini biraz olsun takip eden herkesin vakıf olabileceği bilgiler, özel sırlar değil. Bu özetin özeti biyografi; yorumcunun sorduğu soruya tek başına cevap değil elbette. Bunların hiçbiri sayın Profesör'ün "devletini, milletini sevip sevmediği" hakkında bir fikir veremez bize.

Fakat yorumcu şöyle bir cümle sarf etmiş yorumunda: "Derslerinizi işlerdiniz çünkü ALEMDAROĞLUNDAN yediğiniz fırçalar yüzünden, fiiliyatta bulunurdunuzda elinde cep telefonunuz, aklınızda ÖZEL ŞİRKETİNİZİN işleri, ağzınızda eveleme güveleme saçma sözler top patlasa devam eder bitirirdiniz." Bu cümleyi okuduktan sonra kendi kendime sordum: Şu yukarıdaki devasa özgeçmişe sahip Veysel Batmaz, bütün öğretim elemanlarının yazdığı kitap sayısı kendisininki kadar etmeyen İletişim Fakültesi'nde ders vermekte neden bu kadar ısrarcı?? Elinde telefonuyla, özel şirketlerinin işlerini amfilerden yönetmek için mi? Dünyanın en önemli bilim adamları tarafından yetiştirilen Batmaz, acaba bu iş için başka yer kalmadığından falan mı özel şirketlerini İÜ İletişim fakültesin'den yönetmek istiyor? Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek, vakıf ünviersitesini bırakıp, devlet üniversitesine geçişi de mi bu yüzden acaba?? "Elinde telefonla derste özel şirketlerini yönetmeyenler" bunu yapabilirler miydi?Yukarıda sıraladağım işlere imza atmış, müthiş birikim sahibi bir akademisyen neden Türkçe bilen bir öğretim elemanı bile olmayan bir kurumda ders vermek istesin?? Niye fakültedeki "meslektaşları" imdb.com'dan filmlere bakıp ertesi gün sinema dersi anlatmaya çalışırken, kitap kalınlığında dava dosyaları hazırlamak zorunda bırakılmak pahasına bu fakültede diretiyor bu adam? Hep bu özel şirketler yüzünden mi? Bu sorulara aranacak yanıtlar devlet, millet sevgisi konusunda biraz fikir verir sanırım.

Bundan bir süre önce Batmaz'dan nefret eden bir HIT Bölümü öğrencisi arkadaşıma kendisiyle ilgili fikrini sormuştum. Nefret dolu bir yüzle bana şu cevabı verdi: "O adam bu fakülteye çok fazla"

Prof. Dr. Veysel Batmaz gerçekten bu fakülteye çok fazla. Bunu anlamamız için 6 yıl öğrencisi olmamız yeterli oldu. Bu kadar büyük bir farkı hiçbir kurum kaldıramaz. Normal şartlar altında hepsi TÖMER'de Türkçe Dilbilgisi sınıflarında kursiyer olması gereken bir İletişim Fakültesi kadrosunun içinde HIT Bölümü'ne kalite, ve bölümün öğrencisine prestij kazandırmaya çalışan Veysel Batmaz'ın durumu gerçekten zor. CD kapaklarıyla Sinema Tarihi dersi anlatılan, sinema "hocalarının" anlatacakları derslere bir gece önce imdb.com'dan çalıştığı, Çocuklar Duymasın dizisi üzerine tez yazan öğretim görevlilerinin bulunduğu bir fakültede Veysel Batmaz'ın ne işinin olduğunu ben de çok sordum kendi kendime.

Devletini milletini sevme meselesinde de bir karşılaştırma yapayım: Özel tvlerden, gazetelerden birinde çalışan bir arkadaşımıza rastladıkları zaman heyecandan titreyen, ağzının suları akan kıymetli İletişim Fakültesi öğretim elemanları; yukarıda özetlediğim gibi kabarık bir CV'ye sahip olsalardı acaba bir tanesi bile Veysel Batmaz gibi dönüp Türkiye'de ders vermeyi mi tercih ederdi? Eğer özel üniversiteye geçme şansları olsaydı tatlı para, bol maaşı bırakıp geri çevirip İletişim Fakültesi'nde mi kalırlardı? Bu soruların cevaplarının hepsini 6 yıllık takınlıklarımda aldım aslında. Ama bulmayı ilgilisine bırakıyorum.

Bu yorumun son sorusu: Acaba, dekanlık ihtirası olmadığını defalarca söylediği, İletişim Fakültesi neden Batmaz'ı içinde barındırmak istemiyor? Neden istesinler ki? İletişim Fakültesi'nin tüm elemanlarının yaptığı bilimsel çalışmaların toplamı Batmaz'ın çalışmaları kadar etmiyor. Fakülte hocaları; sınav sorularını bile doğru yazdıracak Türkçe dilbilgisine sahip değil. Batmaz'ın bölüm başkanı olduğu HIT'de öğretim görevlileri ders verebilmek için oturup çalışma yapmak zorunda kalıyor, Internette yapılan birkaç saatlik surfle gelip ders anlatamıyorlar. Yine Batmaz'ın dönemindeki HIT ders programı diğer bölüm programlarındaki içeriksizliği ve kalitesizliği kabak gibi ortaya çıkıyor.

Batmaz'ın derslerinde ortaya çıkan ve kabullenmek istenilmeyen bir diğer gerçek ise bazı dinleyicilerin seviyeleri. Derslere gelip hiçbir şey anlamayan bazı dinleyiciler kendi sığlık ve boşluklarını kabullenemeyince Batmaz'ı hiçbir şey anlatmamakla suçluyorlar. (Kral da aptal olduğunu kabullenemediği için halka çırılçıplak olduğunu söyleyememişti.) İÜ İletişim dünyada Sinema Tarihi dersinin öğrencilere CD kapakları gösterilerek işlendiği tek eğitim kurumu. Henüz Profesör bile olmayan bir bölüm başkanının, kendisine bir soru sormak için kapısının dışında 1 saat 45 dk içeride telefonla konuşurken de bir o kadar daha beklemek zorunda kalındığı bir yerdir İletişim Fakültesi. Tez danışmanlarının, 60 - 70 sayfa tez yazan arkadaşlarımıza "Bunu 8 sayfaya indir gel" dediği, verdiğim tezin kalınlığına bakılarak çok güzel yorumunun yapıldığı yer burası. (Keşke haftalarca uğraşacağıma önceki günkü Fener maçını anlatsaymışım 80 - 90 sayfa boyunca!) Burada Erasmus programı için, öğretim dili "sadece Almanca" olan okullara Almanca bilmeyen öğrenciler, dahası araştırma görevlileri gönderilir. Sınav kazanıp Erasmus'a katılım hakkı kazanan ve Fakülteden program takvimi bekleyen arkadaşımıza "Senin programın başlamış üzerinde iki ay geçmiş artık gidemezsin" denmiş bir fakülte burası. Bu abuklukların hepsine karşı çıkan bir Batmaz'ı Fakülte neden barındırmak istesin?Sabah'ın altısında kalkıp bilgisayar başına geçtiğini bildiğim, gece kitap bitirmek için kaç kere ertesi gün okulda uykusuz dolaştığına bizzat tanık olduğum Veysel Hoca'mı "derslerde saçmalıyor", "ağzında eveleme, güveleme saçma sözler söylüyor"? Derslerine giren her öğrenci ne kadar çok kaynakla, referanslar vererek ders anlattığını bilir. Acaba o dekan İletim Gazetesi'ndeki, yanlış, bozuk Türkçe'sini çözebilmek için decoder gereken aylık köşe yazılarını yazmak için uykusuz kalıyor mu? Dün bir devlet dairesinde duvarda asılı şu yazıyı gördüm: "Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır" Umarım bu yazı en kısa zamanda Fakülte'nin girişinde görünür bir yere asılır.

Birileri nerede okuduğumu sorduğunda, "İÜ İletişim Fakültesi'nde" demeye utandığımdan "Veysel Batmaz'la Hikmet Kırık'ın öğrencisiyim" deme gururunu bana yaşatan İÜ İletişim Fakültesi'ne minnetle....

İsimsiz, 15 Nisan, 2008 23:27

13 Nisan 2008

ÜNİVERSİTELERİN BU HALE GELMESİNİN TEK NEDENİ OLAN...

TIP FAKÜLTELERİ ÜNİVERSİTE DIŞINA ÇIKARTILSIN...

Erdoğan Teziç 'Yeterli kadro yok' diyerek Tıp fakültelerinin öğrenci kontenjanının artırılmasını engelledi. Ancak YÖK raporuna göre tıp fakültelerinde bir hocaya dört öğrenci düşüyor. DPT Raporuna göre ise, her tıpçı öğretim üyesi başına 1.8 öğrenci düşüyor.

TÜRKİYE'DE doktor yetersizliğine rağmen eski YÖK yönetimi, ısrarla doktor sayısının artırılmasını engelledi. Eski Başkan Erdoğan Teziç, hükümetin yeni tıp fakültesi açılması ve öğrenci sayısının artırılması yönündeki çalışmalarının önünü 'kadro yetersizliği' gerekçesiyle her defasında kesti. Ancak YÖK'ün hazırladığı rapor bu iddiaları çürüttü. YÖK'ün, Devlet Planlama Teşkilatı ve Sağlık Bakanlığı'yla birlikte hazırladığı 'Türkiye Sağlık İnsan Gücü Durum Raporu'na göre tıp fakültelerindeki öğretim üyesi sayısı, her yıl kayıt yaptıran öğrenci sayısından fazla.

100 BİN HASTAYA 73 DOKTOR

YÖK raporu, Türkiye'de doktor açığının vahim boyutlarda olduğunu da ortaya koyuyor. Mart 2008 itibariyle Türkiye'de toplam 103 bin 177 hekim aktif olarak çalışıyor. 100 bin hastaya Avrupa ülkelerinde 272 , AB üyesi ülkelerde 220 doktor düşerken, Türkiye'de 100 bin hastaya 73 doktorun hizmet verdiği kaydedildi. Öğrenci kontenjanı iki katına çıkarılıyor; beş katına çıkartılmalı...

SAĞLIK Bakanlığı, Teziç döneminde gerçekleştirilemeyen öğrenci kontenjan artışı için harekete geçti. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın da kontenjan artırılmasından yana olduğu öğrenilirken, Sağlık Bakanlığı tıp fakültelerine alınacak öğrenci sayısının önümüzdeki dönemden itibaren iki katına çıkarılmasını planlıyor. Böylelikle 100 bin olarak hesaplanan doktor açığının 2023 yılına kadar kapatılması hedefleniyor.