Add to Flipboard Magazine.

13 Ekim 2010

KÖŞE YAZARLARI KAPIŞTI: İNTİHAL VAR MI YOK MU?

Fatih Altaylı

fatihaltayli@haberturk.com
Sınıf atlama tahtası olarak köşe yazarlığı
12 Ekim 2010 Salı, HaberTürk

“Köşe yazarlarının önemi artacak” tartışmasına dün Murat Bardakçı anlamlı bir katkıda bulundu.
Ertuğrul Özkök, Dünya Editörler Forumu’ndan bildirmiş ve “Köşe yazarlarının önemi artacak” demişti bir araştırmaya dayanarak.
Bardakçı da “Evet artabilir ama arkadaşının lokantasına gidip sarmısaklı baklavasının ne kadar güzel olduğunu yazan köşe yazarının değil, konusuna hâkim köşe yazarının önemi artacak” diye yanıt verdi.
Şimdi ben size bambaşka bir şey söyleyeyim.
Dünya Editörler Forumu da, diğer gazetecilik organizasyonları da “bir halt” değildir.
Daha doğrusu bir şey bilmezler.
Hepsi kendi egolarının pervanesi olmuş, alışkanlıklarını doğru zanneden, dünya değişirken yazılı basının da değişmesi gerektiğini anlamaktan aciz bir grup adamdır.
Bu yüzden de alternatif medyalar gelişirken, gazeteler sürekli tiraj kaybeder, pazar payı kaybeder, reklam geliri kaybeder, genç okur kazanamaz, giderek küçülen bir pazarın oyuncuları olurlar.
Habertürk çıkarken söylediğim ve yazdığım gibi, 19. yüzyıl alışkanlıklarıyla, gelenekleriyle 21. yüzyıl gazeteciliği yapılamaz.
Dünyanın okur yazar oranları en yüksek ülkelerinde, giderek yok olan, batan gazetelerin editörlerinin bu konuda bize öğreteceği hiçbir şey yoktur.
“O kadar akılları varsa, önce kendilerini kurtarsınlar” diyorum kendilerine.
Türkiye’de köşe yazarlığı meselesine gelirsek. Ben köşe yazarlarının öneminin artacağına inananlardan değilim.
Bugün Türkiye’de sayısını bilemediğim sayıda gazetede, gökteki yıldızlar kadar çok köşe yazarı var.
Çıkın sokağa sorun bakalım, vatandaş hangisini tanıyor, hangisini biliyor, hangisini okuyor?
Bırakın sokağı, bir gazetenin okurlarına sorun o gazetedeki köşe yazarlarını, bakalım kaçını tanıyor, kaçını biliyor.
Bu kadar çok köşe yazarının, ancak kendilerine faydası var.
Çünkü dünyanın hiçbir yerinde olmadığı şekliyle Türkiye’de köşe yazarlığı, pek çok yazar tarafından “sınıf atlama trambolini” olarak kullanılıyor.
Köşe yazarlarımız birdenbire sosyetemizin birer mensubu, sanat camiasının yakını, iş dünyasının bireyi haline geliveriyorlar.
Lüks lokantaların müdavimi, pahalı semtlerin sembolü, dünya mutfağının uzmanı, işadamlarının sırdaşı, siyasetçilerin danışmanı, gustonun belirleyicisi olduklarını ilan ediyorlar.
Köşe yazarı olunca kalemleri değil ama dillerindeki tat alma duygusu bile gelişiyor sanki.
Temelsiz burjuva, soysuz aristokrat oluyorlar. Ve daha vahimi, kendi meslektaşlarını beğenmez,muhabirleri hakir görür bir havaya giriyorlar.
Hiçbirinin uzun bir geçmişi yok.
Sanki hayatları köşe yazarı olunca başlamış gibi davranıyor,mazilerini köşe yazarlıklarıyla sınırlıyor, kapatıyorlar.
Siz bu “davranış biçimine” köşe yazarlığı diyorsanız demeye devam edin.
Ama “sınıf atlama aygıtı” olarak köşe yazarlığını Dünya Editörler Forumu’na tartışma konusu olarak önerirseniz, hep birlikte hayli eğleniriz...

Yukarıdaki satırlar, köşe yazarları arasında müthiş bir kavganın yaşandığını gösteriyor. Vistilef'ten Prof. Dr. Veysel Batmaz, Birgün Gazetesi Kitap Eki'nde (09.10.2010) Medyaya Düşman Yetiştiriyorum'un 3. Baskısını tanıtırken, şunları söylemişti:

BirGün: Peki nereye getirdi Hürriyet ve Ertuğrul Özkök Türkiye’yi?

Veysel Batmaz: Olumlu bir yere getirmedi, cahilleştirdi, zaten mesele de bu. Medya aslında bir ara güçtür ve insanları kullanacakları, bilgi haline getirecekleri enformasyonu verir ve onları, enforme eder, yani içsel olarak biçimler. Türkiye’de yaşanan hal ve gidiş tabii sadece bir gazetenin ve onun neşriyat müdürünün marifeti olamaz. Zaten hem sözkonusu gazete, hem de mezkur yönetmen, çok da yüksek örnekler değiller, ne enformasyon verme becerisinde, ne manipüle yapma becerisinde. Fakat her ikisi de epifenomen. Kitapta ve diğer kitaplarımda son on yıldır hep bunu işledim. Ertuğrul Özkök’ü ve gazetesini epifenomenik bir örnek olarak eleştirdim. Hep söylerim, Türkiye’de medyayı, köşeyazarı denen meslek grubunu kim yaratmışsa, o bozdu. Alaaddin Şenel hocamın kulakları çınlasın, tarif onundur, “her sabah çiş yapar gibi yazı yazma” mesleği olan köşe yazarlığını bu hale getiren bence dört kişi var: Çetin Altan, İlhan Selçuk, Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök. Ben de zaten bunları eleştiriyorum kitaplarımda. Ayrıca, şunu da vurgulayayım, Ertuğrul Özkök’ü on yıl önce eleştirmek biraz zordu, şimdi herkes yapıyor. Bu kitap bunun da yolunu açtı.

BirGün: Köşe yazarları olumlu bir işlev görmüyorlar mı diyorsunuz?

Veysel Batmaz: Görüyorlar mı?

BirGün: Kanaat önderleri oluyorlar, olayları analiz ederek anlaşılır veya kavranabilir kılmıyorlar mı? Kötülerinin yanısıra nesnel analiz yapan da var.

Veysel Batmaz: Ben sanmıyorum. Kakafoni yaratmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Zaten insan enformasyonla alış veriş haline eğer ihtiyacı varsa girer. Yani, ayva, armut gibi yendiğinde tok tutan doğrudan işleve sahip bir nesne değil enformasyon. Bir başka işinizi yapmak için elde ederseniz yararlı olabilecek bir şey. Yemezseniz aç kalırsınız ama enformasyon almazsanız size hiç bir şey olmaz, hatta daha sağlıklı bile kalabilirsiniz. Düşünün köşe yazarı olmayan, talk-show yapılmayan, ama doğru ve anında haber veren, eğlendiren bir medya olsa, daha doğru bir kanaate sahip olmaz mısınız? Bu kanaat önderi lafı da köşe yazarları için oluşturulmuş bir kavram değil. Daniel Lerner, okurlara ilginç gelebilir, The Passing of Traditional Society-Geleneksel Toplum Geçip Giderken (1958) kitabını 1956-57 yılında Ankara-Balgat’ta yaptığı bir araştırmaya dayandırdı. Balgat Köyü’ndeki radyo ve gazete iletişiminin yapısını irdelediği alan araştırmasında “iki akışlı iletişim,” “kanaat önderi” gibi kavramlar geliştirdi. Muhtar, köy öğretmeni, imam, jandarma komutanı gibi kişilere deniyordu, kanaat önderi. Yani genel olarak olay ve olguları kendi formasyonlarınca anlayamayacak olan köylülere, enformasyonu yorumlayan, aktaran, sunan kişilere deniyordu. Günümüzde artık enforme olmayan köylü kalmadığı gibi, bu geleneksel kanaat önderleri de toplumun gerisinde kaldılar. Yerlerine köşe yazarları geldi demek işi biraz kolaycı açıklama ile geçiştirmek olur. Çünkü kanaat önderi toplumda bir otoriteyi temsil eder veya otoritenin kendisidir. “Kanaat önderi” kavramının kaynağı olmuş olan bu toplumda, köşe yazarı kimi temsil ediyor?

BirGün: Patronu, siyasetçiyi, cemaat önderini temsil ediyor, etmiyor mu?

Veysel Batmaz: İşte Ertuğrul Özkök’ü eleştirdiğim nokta burada. O “süpermarket medyası” diye bir kavram ortaya attı. Aslında Aydın Doğan’ın Koç’larla olan söylentiye dayanan ilişkisi belki de bu kavramı yarattı. Öyle ya, Migros’lar Koç’ların ve birer süperemarket, yani size lazım olan her şey, her markadan bu marketlerin raflarında var. Ertuğrul Özkök’e göre de, başta köşe yazarları olmak üzere, gazetesi ve medya, her görüşten her dalgaya açık kişi ve haberlerden oluşuyordu ve okur da sanki gazeteyi eline alınca ya da bir tv kanalını zaplayınca bir süpermarket koridorları arasında raflara bakarak alış veriş yapan müşterilere dönüşüyordu. İşte bu durumda, sorabiliriz, kanaat önderi diye bize enformasyon yorumlayan köşe yazarı kimin temsilcisi? Ya, gizli bir temsilci ki demokrasilerde çok ayıp karşılanır böylesine üstü kapaklı tencereler, ya da açık bir markası var. Her ikisi de, bir araç olan medyada olmayacak şeyler. Neden? Lerner’ın iki eşikli iletişimi oluşturan “kanaat önderi” tanımına dönersek, onunkiler zaten temsilci de olsalar, kendi başlarına da hareket etseler, birer kamusal hizmet gören kişiler. Enformasyonu da bu kamusal işlevleri aracılığı ile aktarıyorlar. Köşe yazarı eğer gizliyorsa kendini, kamusal hizmet göremez, özel bir çıkara bağlıdır; eğer açık açık markasını belli ediyorsa zaten kamusal bir işlevi yoktur. İşte köşe yazarını süpermarketteki raflarda bulunan deterjan kutularına dönüştüren bir medya ve onun teşkilatçılarını eleştiriyorum. Köşe yazarından ve bu umumi neşriyat müdürlerinden acilen kurtulmamız lazım. Bütün gazeteler ve medya onlarla dolu.

Hiç yorum yok: