Add to Flipboard Magazine.

31 Aralık 2005

YENİ YILINIZ HUKUKLU OLSUN !

İLETİŞİMDE 2005 ATILIMI:

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
İLETİŞİM FAKÜLTESİ’NİN
2005 YILI DEĞERLENDİRMESİ


2006’ya girerken, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi zorlu ama huzurlu bir yılı geride bırakıyor. Kestirmeden söylersek, İletişim Fakültesi Dekanlığının 2005 yılındaki tüm icraatları iflas etmiştir ve 2006’nın başında, Dekanın yapacağı en huzur dolu, yapıcı ve hayırlı iş istifa etmektir.

Bildiğiniz gibi ama tekrarında yüksek miktarda fayda var, süreç, eski Rektör Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun hukuksuz olduğunu ileri süren YÖK kararının, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylandığı 23 Eylül 2004 günü başladı. 17 Ocak 2005 tarihinde ise, Rektörlük seçimleri sonucunda Prof. Dr. Mesut Parlak Rektörlük görevine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atandı. Bu iki başlangıç noktası, İletişim Fakültesi’nde, eski Dekan Prof. Dr. Nükhet Güz’ün ayrılması ile beş yıl önce başlayan hukuksuzlukların da sonu oldu. Bu beş yıl süre boyunca, Fakültemizde başta Prof. Dr. Veysel Batmaz, Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, Prof. Dr. Edibe Sözen’in gizli açık destekleri ile Dekanlık görevini yürüten Prof. Dr. Suat Gezgin, 2002 yılının Mayıs ayından itibaren, misli görülmemiş hukuksuz davranışlar sergilemeye başladı. Anabilimdallarının tümü Dekan’ın yazdığı hiç bir bilimselliğe sığmayan gerekçe ile tümden kaldırıldı. Maksat, bilimsel çalışmalarda “bürokrasiyi” kaldırmak veya iddia edildiği gibi doçentlik için kolaylık değil, ceberrut yönetimi ihdas etmekti. Daha sonra, anlamı olmayan, usulen ve hukuken sakat, hukuku çiğneyen davranışlar, zaman zaman terbiyesizlik boyutlarına vardı. Serdar Taşçı’nın başına gelenler; keyfi olarak Hikmet Kırık’ın üzerine gidilmesi ve ona doktora danışmanlıklarının verilmemesi; Veysel Batmaz’ın akla hafsalaya sığmayan bir biçimde “ders yapmadığının, okula gelmediğinin, mesai saatlerine uymadığının” hem zamanın Rektörü Alemdaroğlu, hem de Dekan Suat Gezgin tarafından günlük geyik muabbeti niteliğinde ileri sürülmesi ve daha da önemlisi, müfretad programının sektörel olarak düzeltilmesi gerekirken, arkadaşsal; ahbap-çavuşsal tarzda, ilgisiz bir yığın sektörel “star”a ders verilmesi şekline dönüştürülmesi süreci yaşandı. Bölümlerin başkanlıkları, bir alavere dalavere ile Dekan’ın uhdesine Dekan’ın kendisi tarafından toplandı. Kişsel husumetin boyutları giderek artınca ve Fakülte artık Dekanın “babasının çiftliği” görünümüne bürününce, gerekli yasal müdahaleler ortaya çıktı. İlkönce Vekil Rektör Prof. Dr. Tankut Centel, Dekan’ın hukuksuzluklarına dur dedi. Sonra, Veysel Batmaz, Bölüm Başkanlığı için Mahkemeye gitti. Serdar Taşçı ise kendine yapılan husumetli davranışlara gereken olgunlukta ve bir bilim adamının vakarı ve sertliği ile cevaplar verdi. Serdar Taşçı’ya “Vistilef Elektronik Posta Grubunda” yayınladığı bilimsel eleştiriler nedeniyle, Dekan mesnetsiz hakaret davası açtı. Hikmet Kırık doçentlikteki karşılaştığı adaletsizliği Mahkemeye taşıdı. Celalettin Aktaş, birden fazla idarede keyfilik ve haksız işlem için Mahkemeye gitti. Ardından Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak, çeşitli konuşmalarında, “İletişim Fakültesi’ndeki akademik yapılanmaya karışmayacağını” ilan ederek, demokrat ve bilimsel bir yönetim tarzının somut karinelerini ortaya koydu. Bu arada, eski açılan davalar da bir bir sonuçlanmaya başladı. Barış Çoban Mahkeme kararı ile okula döndü (şu anda Beykent Üniversitesi’nde); Birsen Altıner, görevden azledilmesi davasını kazanarak okula geri geldi. Mustafa Mutlu’nun davası sürüyor. Bu arada, Veysel Batmaz’ın, Bölümlerin ve Anabilimdallarının yeniden kurulması görüşü, Rektörlükçe de benimsenerek, Dekan’a gerekli talimatlar verildi. (Batmaz’ın davası sürüyor; Batmaz, Bölüm Başkanlığı’na atanmasına rağmen davasından vazgeçmeyeceğini Vistilef’e açıkladı; hâttâ, yeni davalar açma hazırlığı içinde olduğunu, YÖK Denetleme Kurulu’nun İletişim Fakültesi’nde yapmaya çalıştığı denetlemeden bir sonuç alınamayacağını, Rektörlüğün de akademik yapılanmaya karışmayacağının açıklanmış olması nedeniyle ancak Mahkemeler yolu ile Fakülteye hukukun geleceğini söylüyor... Gazetecilik Bölüm Başkanlığının da hâlâ Dekan’da olmasının da, yasaya aykırı bir hukusuzluk olduğunu belirtiyor...)
Bu arada, geçtiğimiz beş yıl içinde, “İletişim’de 2005 atılımı”nı belirleyen başka hukusuzluklar da ortaya çıktı: Anlaşıldı ki, 2004 yılının sonuna kadar, İletişim Fakültesi’nin Senato’da yasanın amir hükmü gereğince seçilmiş bir Senatörü yoktu. Bu da, bazı idari hukuk profesörlerine göre, beş yıldır İstanbul Üniversitesi Senatosu’nu aldığı tüm kararların hukuken “yok hükmünde” olduğunu gösteriyordu. Ayrıca, anabilimdallarının 2002 Mayıs’ından sonra tümüyle kaldırılmış olması sonucunda, 2002 yılından sonra Fakülte kadrolarına alınan Öğretim Elemanlarının, kadroya alınmalarının “yok hükmünde” olduğu sözkonusu olmaktaydı.
İşte 2005 yılına, bu idari ve bilimsel savsaklamalarla gelindi ve 2005 yılı bir RESTORASYON sürecinin başlangıcı oldu. Biz buna, İLETİŞİMDE 2005 ATILIMI diyoruz. Restorasyon devam ediyor ve asıl başlangıç noktasına Dekan’ın istifası sonucunda ulaşılacak. Bu konuda tüm Fakülte Yönetim Kurulu’nu, Vistilefçiler olarak göreve çağırıyoruz.
2005 yılının son ayında ise aslında son beş yılın tüm hukuksuzluklarını bir kez daha hangi sallapatiliklerle, hangi karakuşiliklerle, hangi keyfi ceberutçuluklarla oluştuğu hakkında bir fikir veren iki küçük ama önemli olay da oldu.
İletim gazetesinin çıkartılması ve Web sayfaları için üç yıldır angarya şeklinde çalıştırılan; son bir yıldır da Mediko-Sosyal’den öğrenci bursu niteliğinde 100 YTL’lik bir aylıkla, hukuki statüsü meşkuk şekilde çalışan Süleyman Türkoğlu arkadaşımızın, Yönetim Kurulu’nda, Veysel Batmaz’ın “gerekçeli kararla, Araştırma Görevlisi kadrosuna alalım, yoksa Rektörlük red eder” uyarısını yerine getirmeyen Dekanlığın vurdumduymazlığı ile kadroya atanması Rektörlükçe uygun bulunmadı. Bu üzücü durumun yaratılmasında Dekan’ın bizzat kusuru vardır. Aynı şekilde, ikinci olay da Ahmet Kadri Kurşun’un doktoraya alınmasında yaşanmıştır. Askere celp edildiği tarihte yapılan bu işlem de hukuksuzdur ve Kurşun’a ilerdeki mesleki hayatında güçlük çıkartacaktır.

Dakan’ın hukuka uymamasının cezasını, meslekte ilk basamakları çıkanlar yaşamaktadırlar. Bu konuda Rektörlüğün de işe elkoyması, akademik yapılanmaya karışmadan, Fakülteyi hukuksallığa oturtması gerekmektedir. Burada saymadığımız; ayrıca, YÖK Denetleme Kurulu’nun da pek bulamayacağı daha başka hukuksuzluklar da Fakültemiz’de mevcuttur ve bu durumun kimseyi mağdur etmeden düze çıkartılması ve hukuka kavuşturulması gerekmektedir.

2005 yılı, epey zorlu ama yapıcı ve huzurlu geçti. Dekanlık artık Yasanın kendine hangi yetkiler ve görevler verdiğini öğrendi. Henüz uygulayamayor ama ya uygulayacak, ya da istifa edecek.
Bu arada komik şeyler de olmadı değil 2005’te:

Fakültemiz TSE-ISO-9000 kalite belgesi aldı. Bu belgenin nasıl alındığı hiç önemli değil; neye yaradığı ve neye yarayacağı da gülünüp geçilecek türden bir şey. Fakülteye bakanlar bu belgenin tam bir şaka olduğunun farkındalar. Ancak çok önemli bir olgu var ki, gülünç ama gülünüp geçilecek cinsten değil: Fakültemiz profesörlerinden Veysel Batmaz, BSI’dan ISO-9000 denetçisi. O bile bu sürecin farkına varmadı ve ona hiç kimse haber bile vermedi. Oysa, ISO-9000’in en önemli koşulu, kuruluşta bulunan en küçük görevliden en yüksek görevliye kadar herkesin, kalite belgesi alınan süreçten haberdar olması.

İkinci komiklik de şiltleşme ve özürdileme kutlaması olan 55. YIL kutlaması idi. Aslında, geçen beş yılın hiç yaşanmamış olması nedeniyle; çünkü söylediğimiz gibi her şey hukuken “yok hükmünde”, bu aslında Fakültemizin 50. kuruluş yılı olarak kutlanabilirdi. Ama fırsat kaçtı...

En önemli konuyu sona bıraktık, bu konu daha sonra ele de alınacak Vistilef tarafından: Fakültenin varlık nedeni olan öğrenciler Fakültenin ders programlarından; hocaların kendilerine olan yaklaşımlarından ve Fakülte’nin mimari yapısı ile depreme dayanıksızlığından şikayetçidirler. Restorasyon asıl öğrencilerimiz için önemlidir. Bunun için bazı Bölümlerin kolları sıvamış durumda olduğu Vistilef editörleri tarafından görülmektedir.

İLETİŞİMDE 2005 ATILIMININ 2006 RESTORASYONUNA dönüştürülmesi için Vistilef, bilimsel, hukuksal ve kamusal olarak göreve hazırdır.

Herkese hukuk dolu yeni bir yıl diliyoruz. İLETİŞİMDE 2005 ATILIMI, 2006’da da sürecek...

Güzel bir İLETİŞİMSEL EYLEM, GÜZEL BİR FAKÜLTE OLUŞTURACAK. FAKÜLTE “BECERİ” DEMEKTİR.

Vistilef Editörler Grubu

24 Aralık 2005

BU DEKAN YÖK YASASINI OKUMAMIŞ...

TIPÇI PROFESÖRLERİN YÖK YASASI HAKKINDA BİLGİ EKSİKLİKLERİ, YÖK'ü BİR TIPÇININ, BİR ALBAY MARİFETİYLE OLUŞTURMUŞ OLMASINA RAĞMEN, YÜKSEK BOYUTLARDA OLDUĞU MALUM...

Öğretim Üyelerinin görev yerleri yasa ile belirlenmemiş durumdadır; bir akademisyenin mesai saati günde 24 saattir; öğretim üyelerinin yurtdışı izinleri hariç, diğer izinleri Bölüm Başkanı yetkisindedir... Aşağıdaki haberde yer alan Dekan bunları bilmiyor; Dekanın önerisi ile verilecek disiplin kararı İdari Mahkemeden geri teper, kendine döner... Sözkonusu öğretim üyelerinin yaptıkları Yasa'da yazdığı gibi, "üniversite ile ilişkili çalışma" şeklindeki işlerdir ve izne tabi değildir...

Şimdi Haber:

Tutuklu bulunan Van YYÜ Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın 14 Aralıkta 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmasına fişlendiklerini ileri sürerek müdahil olarak katılan YYÜ Tıp Fakültesi’ndeki 4 öğretim üyesi hakkında idari soruşturma başlatıldı. Haklarında soruşturma başlatılan YYÜ Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Ramazan Şekeroğlu, Temel Tıp Bilimleri Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hasan Haluk Dülger, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Abdurrahim Öner ve Yrd.Doç.Dr. Bülent Özbay’dan Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mansur Kamacı imzalı yazı ile savunma istendi. Mahkemeye gitmek için dilekçe veren ancak hiçbir idareciye haber vermeden hastaneden ayrılan İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Reha Erkoç ise uyarıldı.Dekan Prof.Dr. Kamacı imzasıyla öğretim üyelerine gönderilen 19 Aralık 2005 tarihli yazıda, ‘14.12.2005 günü Rektör Sayın Yücel Aşkın’ın duruşmasına idareden izin almadan müdahil olarak katıldığınıza dair dekanlığa bilgi ulaşmış bulunmaktadır. Kurumdan izin almadan görev yerini terk ettiğinizden dolayı yazılı savunmanızı 7 gün içerisinde vermenizi rica ederim’ denildi.Konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapan Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mahsur Kamacı, mahkemeye kimlerin katılacağı konusunda herhangi bir celp gelmediğini ve öğretim üyelerinin mahkemeye müdahil olarak katıldıkları için değil, izinsiz görev yerlerini terk ettiklerinden dolayı haklarında soruşturma başlatıldığını söyledi. 29 Aralık 2005 tarihinde tekrar görülecek davanın ikinci duruşmasına kimlerin katılacağı konusunda kendilerine mahkeme celbi geldiğini belirten Prof.Dr. Kamacı, müdahillerin mahkemeye gitmelerini engellemek gibi bir şeyin söz konusu olmadığını, ancak dekanlıktan izin almaları gerektiğine dikkat çekti.Bu arada haklarında soruşturma açılan öğretim üyeleri açıklama yapmazken, Rektör Aşkın’ın makam odasındaki kasada 418 kişinin özel bilgileri bulunmuş ve bu mahkeme dosyasına eklenmişti. 14 Aralık'ta yapılan ilk duruşmada fişlendiklerini iddia edenlerden 7 kişi müdahil olarak katılmıştı. Bu kişilerden 4'ü Tıp Fakültesi'nde görev yaparken, diğerleri başka bölümlerde ve daha sonra emekli olmuş durumda. www.haberturk.com 24 Aralık 2005

22 Aralık 2005

TABELA SAVAŞI BÜYÜYOR....

Sayın Prof. Dr. Veysel Batmaz,

Bölüm Başkanlığı tabelanızın odanıza bilginiz dışında asılması vesilesiyle kaleme aldığınız (yoksa tuşlara bastığınız mı demek daha doğru) yazınızda haklı olarak sorduğunuz sorular ne kadar doğruysa, konuyla ilgili değerlendirmelerinizde de bir o kadar isabet olduğunu belirtmek isterim. Yalnız bana biraz mübalağalı geldiğini de belirtmeden geçemiyeceğim.

Efendim şöyle izah edeyim: bir kere bu durum öyle zannettiğiniz gibi üst belirlenimsel alttan tek dalmalı, paça kasnak semeyoloji memeyoloji felan gibi ince ayar, gavur icadı kelamlarla İ.FAK’IN umum efkarı umumiyesinin izanını karıştıracak izahat biçimlerine ihtiyaç hissetiren bir şey değildir. Ayrıca ben şahsen yazınızda sözünü ettiğiniz Fuko veya Fiko isimli şahsın mı yoksa iktidarın mı heryerde olduğunu anlamış değilim. Bu Fiko ne memen bi şahsiyettir ki her yerde oluyor (tövbeden gelin Sayın Batmaz) Yanlış anlamış olmayı umuyorum. Yoksa bizim odaya yerleşmiş olabileceğini söylediğiniz üçüncü kişi bu Fiko mu? Yoksa İktidar mı geldi odaya? İyi de ben niye göremiyorum mirim (aman Alahım yoksa ben kör mü oldum, n’olamazzz!!!)

Bence efendim bu iş öyle Bartez’in falan karışacağı bir iş de olamaz. Adam formunun zirvesinde niye gelip Türkiye’de top koştursun ki. Aslında sizin odanıza haberiniz olmadan tabela asılması benim kanaatimce size sürpriz yapıp sevindirmekten ibarettir. Biliyorsunuz burada sürprizleri severler. Dileyen olursa bu sürprizleri sayabiliriz bilahare.

Ama yok bu değil derseniz ısrar etmem. O zaman derim ki, bu iş tamamen hendese işidir. Yok yok öle çok derin ali-hendeseden söz etmiyorum bilakis iptidai bir 4 işlem meselesidir ki, kerrat cetvelinde üçlere kadar ezberinde olan her adem oğlu ve kızı şıppadanak anlar. Şimdi efendim biliyorsunuz bölüm başkanlığında selefiniz olan sayın Dekan dekanlığı yanında her üç bölümün de başkanı idi. Dolayısıyla 3+1=4 eder. Mutabıkmıyız? Şimdi, sayın dekanın bu dört görevi büyük bir özveriyle yerine getirdiği dönem boyunca (ki ısrarla son ana kadar bölüm başkanlıklarını bırakmak istememiştir ihtimaldir ki sırf başta siz olmak üzere başka arkadaşlar yorulup üzülmesin diye böyle yapmıştır kıymetini bilelim) kaç odası vardır? Efendim biri dekanlık odası biri de çalışma odası olmak üzere 2 (yazıyla iki) O halde, 4/2 = 2 yani, her iki idari görev başına bir oda düşer. Buradan hareketle sizin kaç idari göreviniz var? Tabi ki 1 ve bu durumda yukardaki formulü uygularsak ½= ½ yani sizin hakkınız zaten yarım oda (öbür yarısı da bendenize ait) olduğu hendese üzerinden isbat edilip delillendirilmiştir.

Şimdi bir de sekreter istemişsiniz aynı hesap orada da geçerlidir. 4 görev iki sekreter 1 görev yarım sekreter. Yani bana öyle geliyor ki yarım sekreter nasıl olur onun formulünü düşünüyorlardır yoksa verirler canım. Belki de buna bir çözüm arıyorlardı kimbilir?

Bu oda ve sekreterlik meselesi biliyorsunuz Dekan yardımcıları için de geçerliydi. Bundan önceki dekan yardımcılarının (Prof. Sözen, Doç. Özgen ve Yrd. Doç. Yolcu) da dekan yardımcısı odalarından başka bir de çalışma odaları ve sekreterleri vardı. Sanki makam odalarında eğlenip çalışma odalarında çalışıyolardı galiba diye düşünebilir kötü niyetli kişiler. Düşünmesinler bence. Kaldı ki, şimdiki yardımcılarının ne çalışma odaları ne de sekreterleri var. Önemlidir bence tesbit etmiş olalım.

Sayın Batmaz sayın dekanın bölüm başkanlıklarına sıkı sıkıya yapışmış olması meselesini abartıp yanlış anlamayın lütfen. Kurumlar vefakar, fedakar ve çilekeş idarecilere ihtiyaç duyar bilirsiniz. Sayın dekan da böyledir. Ben sanmıyorum ki bu idari görevleri zinhar sırf güç arzusunu tatmin veya herşeyi kontrol altında tutup iktidar kurma hevesiyle yapmış olsun. Baksanıza sayın dekan bu fedakar tutumunu başta akdemik faaliyetler her alanda sürdürmektedir. Bir rivayete göre 20 bir rivayete göre 30 adet Yüksek lisans ve doktora öğrencisine danışmanlık yapmaktadır ve bu danışmanlıklar öyle sadece antropoloji konusuyla falan ilgili değil her nevi konuyu kapsar. Ve ben bunu hem bizlerin hem de öğrencilerin rahatı ve huzuru için yapıyor. Mesela bana eskiden Yrd. Doç.’im diye danışmanlık vermiyordu şimdi Doçent oldum hala ısrarla benim adımı enstitüye gönderdiği listeye yazmıyor. Ama iki tane Yrd. Doç ve Doç. Murat Özgenle birlikte kendisi benim yükümü paylaşmak inceliğini gösteriyor. Ne alicenap bir davranış. Açıkça öneriyorum tez elden ferman çıkartıp Gines tesmsilcisini huzura çağırın ve uzmanı olmadığı konularda bu kadar sayıda doktora yönettiği için Gines kitabına adını altın harflerle nakşedin ki dost düşman Prof. görsün. Buna tabii bu öğrencilere karşı hüsnüniyetli davranışı da eklenmeli. Ben şahidim Allah için hiçbir jüride öğrencinin zorlanmasına yüreği dayanamaz. Ya hiç soru sormaz yada “eeee anlat bakalım bize sen neler yaptın” gibi uzmanlık sorusu sorar ki, herkese parmak ısırtıp “valla bu kadarı da olmaz” dedirtir.

Dolayısıyla mirim böylesine değerli bir idarecinin Prof. olmak için bırakın SSCI endeksinde makale yayınlamayı akademik nitelikte bir makale bile yazmamış olmasının (en azından benim bildiğim) ya da doktorasını hangi konuda yaptığının bilinmemesinin ne önemi var. ISO belgesi almış daha ne istersiniz. Ha SSCI ha ISO ikisinde de hem S var hem de I. Eminim er ya da geç bu fedakarane ve cefakarane çabalarının karşılığını görecektir bir tamam

Saygılarımla

Doç. Dr. Hikmet Kırık


Vistilef'in Notu: Konu ile ilgili bir önceki haber, Veysel Batmaz tarafından değil, Vistilef Editörler Grubu adına yazılmıştır... Zaten haberin üstanlamsal okunmasından da bu apaçık ortadadır. Semioloji bilenler, ya da söylem analizinde usta olanlar bunu bilirler... Veysel Batmaz, sitemize yaptığı konu ile ilgili açıklamada, kendi yazdığı yazılarda "Veysel Batmaz" imzasını açıklıkla kullandığını söylemektedirler. İlgililere duyurulur...

20 Aralık 2005

İKİ KİŞİ Mİ? ÜÇ KİŞİ Mİ?




19 ARALIK 2005 tarihi itibariyle, İletişim Fakültesi’ndeki HUZUR OPERASYONU sona ermiştir. Arş. Gör. Serdar Taşçı’nın, SBE’den görevli olarak İ.Ü. İ.F. Gazetecilik Bölümünde, Dekan’ın “süre uzatmama” kararını Yönetim Kurulu’na oy çokluğu ile aldırmasına rağmen, süresi bir yıl olarak uzatılmıştır. Bu konuda titiz katkıları ve yüksek onayı olan, başta Sevgili Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mesut Parlak olmak üzere, okulumuzun eski yöneticilerine teşekkür ediyoruz.

Fakülte artık, “öğrencilerin sorunları ve ders içerikleri” ile uğraşmaya başlayacak ve bilimsel özgürlüğün Anayasal öğrenci yetiştirme ile ilgili tüm gerekleri yerine getirilecektir.

Huzur operasyonu çok büyük bir oranda huzurlu ve aksaksız yürümüştür. Huzur tam anlamıyla artık Fakültemizdedir. Kimsenin bozmaya çalışmamasını tavsiye ediyoruz. Ancak bu “huzur operasyonu” süresince bazı kazalar da olmamış değildir. Yukarıdaki fotoğrafta bu kazaların en son örneklerinden biri görülmektedir:

Bu fotoğrafa göre, kimdir Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı ve iki kişilik odada ne işi vardır, ne arıyordur? Bir Bölüm Başkanı iki kişilik odada oturur mu? Yoksa, boş Bölüm Başkanlığı odaları varken bu “kaza” hep söylendiği gibi “sehven” midir? Kasıt var mıdır; yok mudur? Yoksa Bölüm başkanı iki kişi birden mi olmuştur? Ya da Doç. Dr. Hikmet Kırık’ın ismi daha büyük harfle yazıldığı için o mu olmuştur, Bölüm Başkanı? Yoksa, altta yer aldığı için Başkan Yardımcısı mıdır?; aynı odayı bir Başkanla paylaştığı için...

Vistilef tabii konuya semiolojik olarak yaklaşmayı tercih etmiştir: Bu üçlü tabela diziminin hiyerarşik göstergesine göre, gösterilenler üç tanedir: (1) Adı belli olmayan bir Bölüm Başkanı (2) Veysel Batmaz ve (3) Hikmet Kırık'ın yıllardır "huzurla" paylaştığı odaya gelip oturmuştur. Şimdi odada üç kişidirler. İşin, Barthes'ın mitolojilerine göre ya da Foucoult'nun "iktidar her yerdedir" önermesine uygun olarak, tabelaların diziminin üstbelirlenimsel anlamı budur...

Bu tür teorik mülahazlara, teorilerinde yer olmayanlara göre ise, bu tür “terbiyesizliklere” kaza da olsa, tahammülü olmayan bir düzeye gelmiştir, İletişim Fakültesi... Artık, meslek yüksek okulu olmaktan yavaş yavaş üniversiter bir eğitim kurumu olma yoluna girmiştir.

Edindiğimiz bilgilere göre, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Veysel Batmaz, kendisine haber verilmeden özel odasına takılan, sözkonusu yeni Başkanlık “tabelesını,” kendi özel odasından çıkartarak, Bölüm Başkanlığı Makam Odasına takılmak üzere, Dekanlığa iade etmiştir.


14 Aralık 2005

FAKÜLTEMİZİN 15. YILINI HUZURLA KUTLAYACAĞIZ...

HUZUR OPERASYONU

İstanbul Üniversitesi’nin 12 yıllık İletişim Fakültesi’ne, 3 yıl sonra 15. yılını kutlayacağımız Fakültemize AKADEMİK HUZUR, eski Rektör Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, YÖK’ün “Rektörün hukuksuzluk yaptığı” gerekçesine dayanarak görevinden alındığı 23 Eylül 2004 tarihinde gelmişti.

Fakültemize İDARİ HUZUR ise değerli ve saygın Rektörümüz Prof. Dr. Mesut Parlak’ın, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atandığı 17 Ocak 2005 tarihinde geldi ve sağlamlaşarak devam ediyor. Rektörümüzün bugüne kadar gösterdiği icraat, herkesin sevgisini ve coşkusunu kazanmıştır. Bu icraatın hukuk içinde; bilimsel ve sosyal alanlarda devam edeceğine kuşku duymuyoruz. Prof. Dr. Mesut Parlak yönetiminde İDARİ HUZUR, AKADEMİK HUZUR ile birleşmiştir.

Üniversitede ve kamusal hizmet hayatından, Rektör Yardımcımız Sayın Prof. Dr. Melih Boydak’ın tarafıma bizzat söylediği gibi, “özlük hakları kutsal ve dokunulmaz haklardır ve ancak Mahkemelerce yok edilebilir.”

Bölümlerin kuruluşu tamamlanmaktadır. İki Bölüm, kuruluşunu, eski Bölüm Başkanlarının, ki yasaya aykırı olarak bu tek kişiydi, sümmetedarik, karakuşi ve keyfi olarak yaptığı hukuka aykırı icraatları sayesinde oluşmuş olan idari ve ciddi eksikliklerle yasal teşekkül oluşum yapısına getirmeye çalışmaktadır. Sıra Gazetecilik Bölümü’ndedir.

Şimdi ise artık iş BİLİMSEL HUZURA ve DÜZEYİN YÜKSELTİLMESİNE gelmiştir. Çünkü bu üçüncü aşama artık, bu devlet okulu ve milletin malı olan Fakültenin asıl ve asal işlevi olan Anayasal öğrenci yetiştirmek görevi ile doğrudan ilgilidir ve burada hepimizin varlık nedenidir.

Fakültemizde şu anda varolan hukuksal, akademik ve idari HUZURA katkıda bulunan herkese teşekkür ediyorum.


Huzurumuzu bozmaya kalkacaklara da, kamusal hizmetimizin verdiği yükümlülükle, cevabımızın haşin ve sert olacağını saygılarımla arz ediyorum.

Prof. Dr. Veysel Batmaz
HİT Bölüm Başkanı
Fakülte Kurulları Üyesi
Senatör

12 Aralık 2005

88. YILDA, 55. YIL KADROSU NEDEN YOKTU?

YOKSA 56. YILA MI HAZIRLANIYORLAR?

Bir tasadüf müdür yoksa, kaderin garip cilvesi mi, artık, İstanbul Üniversitesi’nde çift rakamlı yıldönümleri kutlanıyor.

İletişim Fakültesinde, şiltleşme yıldönümü, "özürdilercesine," anlamsız bir 55. yıl olarak kutlanmasından sonra, dün akşam da, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın Darül Elhan oluşundan sonra geçen 88. yılı, muhteşem bir konser ile kutlandı.

İcra edilen tüm güfte ve besteler mükemmeldi ancak biz bir Üniversiter kurumdan eskinin nostaljisini yaşatan icracılık değil, öncülük ve yenilik; yeni sesler, yeni besteler, yeni güfteler bekleriz. Anadolu, İstanbul Üniversitesi'nden, yeni Bartoklarını arıyor, bekliyor.

Bir de, Mevlana geleniğinin Sufilik yorumunu Bale figürleriyle sentezlerken dikkate edilecek en önemli husus, bir barış düşüncesi olan Mevlevilik ve Sufilik’in gösterimi sırasında, Balet ve Balerinlerin, ellerini Semah yapan Mevlevinin tahta platformuna vurarak yüksek dozajda şiddet dolu bir ses çıkartmalarının, “barışçı düşünceye” ters tonaliteler yaratmış olması önlenmeliydi.

Bu iki durumun ötesi gece mükemmeldi. Kalabalık, salonu hınca hınç doldurmuştu. Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mesut Parlak’in ise konuşması geceye tüm anlamını kazandırdı: “İşte, Atatürk’ün laik demokratik eseri...”

Fakat, o ne
?

Bizim 55. yıl kadrosundan hiç kimse yoktu ortalıkta... Neredeydiler? Yoksa Rektörlüğü protesto mu bu? Biz böyle bir cesarete sahip olamayacaklarını ve başka daha önemli işleri olduğundan geceye katılamadıklarını düşünüyoruz. Belki de 56. yıl kutlamasına hazırlanıyorlardır, kimbilllllir?

Bu durumun takipçisi olacağız.

08 Aralık 2005

KALİTE BELGESİ/ISO-9000'in SIFIRLARI...

TSE'den, bir soba fabrikası gibi Kalite Belgesi "ISO-9000" alan Fakültemiz, SSCI Indeksinden, ISO-9000'in sonundaki sıfırları çok sevmiş ki, sıfır çekti..

Ancak bu durum gerçekleri tam olarak yansıtmıyor: Son iki yılda, Fakültemiz öğretim elemanlarından bir kısmı, Türkiye çapında önemli eserler verdiler ve tartışmalar yarattılar: Emine Yavaşgel, Hikmet Kırık, Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Veysel Batmaz, Serdar Taşçı, Arzu Kihtir, Nilüfer Öcel, Ayla ve Aydemir Okay, Barış Çoban (Dekanlık tarafından okuldan süresi uzatılmayarak uzaklaştırıldı; şimdi Beykent'te), Mete Çamdereli (Dekanlık tarafından kadro verilmediğinden istifa ederek Kocaeli Üniversitesi'ne geçti), Bilal Arık ( Dekanlık tarafından yükseltilme yapılmadığından Konya Selçuk İletişim'e geçti) ve bazı bilimsel yayınlarda makaleleri yayınlanan arkadaşlarımızla birlikte oldukça önemli yayınlar yaptılar. Fakat bu arkadaşlarımızın hepsi, ya, şu andaki Yönetimce baskıya ve hukuksuzluğa maruz bırakılmış durumdalar, ya da okuldan uzaklaştırıldılar. Garip olan da bu. Yayın yapanlar, bu yönetim tarafından sevilmiyor ama Fakülte de toplam yayından "sıfır" alıyor. Bu konunun masaya yatırılarak, Bölümler çapında tartışılması gerekli. Çünkü yayınlar yeterli değil ve bütün okula şamil değil. Bir Fakültenin kalitesi, yaptığı yayınlardan ve verdiği derslerden anlaşılır...

Bu amaçla, zaman geçirilmeden, İletişim Fakültesi Dergisine çeki düzen verilmeli, çünkü bu dergide yayınlanan yazılar için Doçentlik jürilerine giren profesörler, hakemli olduğunu iddia ettiği halde, "olmadığı için" puan vermiyorlar... Daha önce yazdık, (Bkz: http://vistilefblog.blogspot.com/2005_09_18_vistilefblog_archive.html ) İletişim Fakültesi Dergisi'nde yer alan "bilimsel" bir makalede, bu Fakültede profesör olan bir kişinin 25 yıl önce yazdığı cümleler bir piyasa yazarının cümleleri olarak yer alabiliyor.

Özetle, durumumuz, çok da kıymet-i harbiyesi olmayan SSCI Indeksinde "atıf alamamaktan," ya da bu endekste yer alan makale yayınlayamamaktan da vahim...

İşte, TSE'den kalite belgesi alan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin ibret belgesi:

08 Aralık 2005
http://www.milliyet.com.tr/2005/12/08/guncel/gun04.html

Sıfırcılar

YÖK, devlet ve vakıf üniversitelerinin 2004'te uluslararası bilim endekslerine (SCI, SSCI ve AHCI) gönderdikleri yayınlarla ilgili verileri açıkladı. Tam zamanlı öğretim üyeleri olan 18 üniversiteden bazı fakülteler endekste "sıfır çekti." Çoğunluğunu sosyal bilimler alanından fakülteler ve MYO'ların oluşturduğu, ÖSS'de öğrencilerin girebilmek için birbiriyle yarıştığı "sıfır çeken" fakülteler ve bağlı olduğu üniversiteler şöyle:

Atatürk: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF), İlahiyat, Erzincan Hukuk, Bayburt Eğitim, Aşkale MYO, Kelkit MYO, Bayburt MYO, Erzurum Sağlık Yüksekokulu.

Çukurova: İlahiyat.

Dicle: İlahiyat ve Hukuk.

9 Eylül: İİBF, İşletme, Güzel Sanatlar, İlahiyat, Hukuk.

Ege: Eğitim ve İletişim.

Gazi: Hukuk ve İletişim.

Gaziantep: İİBF.

Osmangazi: İİBF ve İlahiyat.

Uludağ: Fen-Edebiyat, İİBF ve İlahiyat.

Yıldız Teknik: İİBF ve Eğitim.

Fırat: İlahiyat.

İstanbul: Hukuk, İktisat, İlahiyat, İletişim.

Kahramanmaraş: İİBF, İlahiyat.

Niğde: Aksaray İİBF, Niğde İİBF, İşletme

Atılım: Hukuk.

Başkent: Hukuk.

Galatasaray: Fen-Edebiyat, Hukuk, İİBF, İletişim.

Işık: İİBF.

İzmir Ekonomi: 56 öğretim üyesinin yayın sayısı sıfır.

Yaşar: YÖK'e veri göndermedi.

Okan: 26 öğretim üyesi sıfır yayın yaptı.

Ufuk: 29 öğretim üyesinin 1 yayını var.

05 Aralık 2005

BU BİLDİRİYE KATILMAZSANIZ ÜZÜLÜRSÜNÜZ DEMİŞTİK... ÜZÜLÜRSÜNÜZ...

"ETİK KURULLAR KURULSUN, İNTİHALLER BULUNSUN" bildirisinden sonraki gelişmeleri aşağıda sunuyoruz:

ETİK DOSTU SAYGIDEĞER ÖĞRETİM ELEMANLARI:

İzmir'deki basın toplantısında kamuoyuna açıklayarak ayrıca YÖK; ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA üyeleri ile Başbakanlık, MEB ve Cumhurbaşkanlığı makamlarına bilgi için ilettiğimiz "Bilimsel ve Etik Değerlere Saygı Çağrısı" nın basındaki yankılarını sizlerle paylaşmıştım.

Ancak bizlerin bu çağrıyı yapmaktaki amacımız ve ilgili kurumlardan olan beklentimiz çağrı metninde açıkça ifade edilmesine karşın ilgili kurumların duyarsızlığı devam etmektedir.

Duyarlılık göstermek yerine tam tersine "YÖK sisteminde yöneticiler için bilimin/bilim adamının tarafsızlığı ilkesini yaşam biçimi haline getirmek zorunluluğu yoktur. Onlar akademik yaşamla ilgili her türlü yetki ve sorumluluğu istedikleri keyfilikte kullanmakta özgür ve dokunulmazdırlar" şeklinde açığa çıkan otoriter ve baskıcı yaklaşımlardan vazgeçmeyeceklerinin kanıtı olabilecek uygulamalar yaşama geçmeye devam etmektedir.

Hepinizin akademik yaşamda böylesi ilkesiz bir yönetim anlayışını ortaya çıkaran yaşanmış örnekleriniz olduğundan eminim. Zaten yaptığımız kamuoyu açıklaması için bizleri biraraya getiren de yöneticilerin, tanığı olduğumuz ve kanıtlarını bildiğimiz, etik dışı olaylar karşısındaki kabul edilemez tutumları idi.Tırmanarak devam eden bu tutum karşısında ben kendi adıma sizlerle de paylaşmak istediğim şu soruları sormadan edemiyorum.

* Bir yandan bilim etiğine sahip çıkıyoruz diye ders kitabında intihal yaptığı kanıtlanan Başbakanlık Müsteşarı'nı öğretim üyesi mesleğinden atarken, diğer yandan yazdığı ders kitabındaki intihali kanıtlanmış olan bir başkasına "çok sayıdaki yurt dışı yayınına çok sayıda atıf yapılmıştır" gerekçesiyle TÜBİTAK tarafından bilim ödülü verilmesi gibi bir çifte standart hangi çağdaş ülkede kabul görebilir?, hangi çağdaş ülkenin YÖK'ü böyle birini defalarca dekan atayıp ödüllendirebilir? "h faktörü" nekadar olursa olsun ders kitabında intihal yapmış bir bilimciye hangi ülkenin "önde gelen bilim insanları" arasında yer verilebilir?

** Hangi ülkede bilimsel aşırmacılıklar karşısında bilim insanı sorumluluğuyla tavır alıp "yapılmamış deney veya gözlemleri yapılmış, yapılanların sonuçlarını çarpıtmış yada yapılan deney ve gözlemlerle hiç ilgisi olmayanları bunları yapmış gibi gösteren" yayınların sahiplerine dokunulmazken, bu olaylara karşı tavır alıp mücadele eden, toplumda etik bilinci oluşması adına düzenlenen panellere konuşmacı olarak katılan ve yazılar yazan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmaya çalışılmasına, haklı olduğunu gösteren kanıtları tarafsız uzmanların incelemesinden kaçırıp müfteri suçlamasıyla cezalandırılmasına izin verilir?

YÖK Başkan ve üyeleriyle, TÜBA üyelerine ve ayrıca bilgi için TÜBİTAK yöneticilerine göndermek gereği duyduğum aşağıdaki mesajı ve
100'ün üzerinde uluslararası makalesine yüzlerce atıf almış, ortaya çıkardığı bilimsel etiğe uygun olmayan çalışmaların sahiplerine gereken yaptırımların uygulanması için mücadele veren ve aynı zamanda "Bilim Etiğine Saygı Çağrısı"na imzasıyla destek vermiş olan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İzge GÜNAL'ın bana gönderdiği ve en alta mavi yazılı olarak aktardığım iletisini

okuyunca yukarıdaki sorularda yer alan "hangi ülkede? " sorusuna verdiğiniz "ancak ve ancak etik bilincinden yoksun bizim gibi ülkeler" yanıtınızın haklılığını gösteren benzer kendi örnekleriniz dışında yeni ve çarpıcı birer örneğini daha göreceksiniz

Bunları okuyunca "BİLİM ETİĞİ OLMADAN BİLİM ÜRETİLEBİLİR Mİ?" sorusunu birkez daha yineleyeceğinizden eminim.

(NOT: Bilim etiğini çiğnemiş kişilere değil, olayların niteliğine ve sorumlu kurumların tutumlarına dikkat çekmeyi ilke edindiğimden aşağıdaki iletide bu ilkeye ters düşebilecek çağrışımlara neden olabileceğini düşündüğüm kısımlar silinmiştir. Anlayışla karşılamanızı dilerim.)

Sevgi ve Saygılarımla

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi

Tel:(0232) 3880110 /2380 (iş)
(0532) 630 1473 (mobil)

Yükseköğretim Kurulu'nun Sayın Başkan ve Saygıdeğer Üyeleri,

Sanıyorum sayın YÖK Başkanımız ve saygı değer YÖK üyelerince de bilindiği gibi, ülke genelinde 600'e yakın (587)öğretim elemanı tarafından imzalanmış olan "Bilimsel ve Etik Değerlere Saygı Çağrısı'" 27 Ekim 2005 günü İzmir'de yapılan basın toplantısında açıklandı.

Açıklama bir çok gazete ile Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi'nde haber olarak yer aldı.Takibeden haftalarda YÖK, TÜBİTAK, ÜAK ve TÜBA gibi çağrının esas muhatabı olarak düşünülen bilim kurumlarının, çağrıdaki çok ciddi saptamalar ve bilim etiğinin geleceğine ilişkin düşüncelerinin ve olumlu yada olumsuz tepkilerinin gazetelerde olmasa bile bilim etiği konularının tartışıldığı bir platform sağlayan Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisinde yayınlanabileceğini yada kamuoyuna genel bir açıklama yapılmasını doğal olarak bekliyorduk. Fakat bu kurumlamızın hiç birinden böyle bir açıklama yapılmadı. Özellikle YÖK, çağrıdaki saptama ve yakınmaları ciddiye aldığını gösteren hiç bir tepki vermemeye ve eleştiriler karşısında sessiz kalmaya devam ediyor.

Çağrı ile ilgili imza kampanyasının tamamlandığı ve kamuoyuna açıklanma hazırlığı yapıdığı günlerde Van YYÜ Rektörü Sayın Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın tepkiyle karşıladığımız tutuklanması olayı oldu ve ardından YÖK'ün tamamlanan soruşturma sonucunda Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer hakkında kitabındaki intihal nedeniyle aldığı öğretim üyeliği mesleğinden çıkarma kararı açıklandı.

YÖK'ün bu kararı, bir kaç gün sonra kamuoyuna açıklanan 600 civarındaki öğretim elemanının yaptığı "Bilimsel ve Etik Değerlere Saygı Çağrısı' nı son derece önemli hale getirdi. Açıklamadaki endişelerden birisi bir kaç gün önce ortadan kalkmış ve intihal kitabı nedeniyle Ömer Dinçer'e gerekli yaptırım uygulanmıştı. Bu nedenle çağrıyı açıklandıktan sonra YÖK'den öğretim elemanlarına ve kamuoyuna yönelik olarak
" Endişe etmeyiniz, YÖK ve üniversiteler bilim etiğini çiğnemiş olduğu kanıtlanan herkese bilimin tarafsızlık ilkesinin gerektirdiği şekilde davranacaktır; bize güvenin"
anlamında bir açıklama beklendi. Fakat ne yazık ki bu güne kadar ümit veren böyle bir yaklaşımın işaretleri ne YÖK'den ne de hiç bir ilgili kurum tarafından verilmedi.

Bu arada TÜBA üyesi sayın Prof.Dr. Bahattin Baysal Hocamız yaptığı bir çalışma sonunda belirlediği değerli bilim insanlarının kimler olduğunu 19 kasım tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi'nde "En başarılı 23 Türk bilim insanı" başlığı altında yayınladı. Kriterleri tartışılsa da sayın hocamız çok da çok da iyi yaptı. Böyle başarılı insanlarımız tabiiki kamuyuna sunulacak, tanıtılacak. Hem de bu daha fazla yapılmalı ve bilim insanlarımızın dünya çapındaki başarıları halkımıza anlatılarak bilimsel araştırmaya daha fazla destek sağlanması gündemde tutulmalıdır.

Fakat yayınlanan ........................bu listede, intihal kitabına karşın ......... yılı TÜBİTAK bilim ödülü verilen ve YÖK tarafından Eylül 2005 de ikinci kez ........Üniversitesi ......... Fakültesi'ne Dekan atanan öğretim üyesi de bulunmaktadır. Bahattin Baysal Hocamızın bu gerçekten habersiz bir şekilde kendi belirlediği kriterleri (100'den çok uluslararası yayın karşılığında 1000den çok atıf almış olmak) sağladığı için söz konusu kişiyide listesine aldığından şüphe yoktur.

Ardından söz konusu bilimcinin Cumhuriyet Bilim Teknik'deki listede yer almasından kaynaklanan ve aslında intihali bilen .........Üniversitesi Rektörlüğünün övgülerini de içeren bir haber ........Kasım tarihli Milliyet Ege'de yayınlandı. İki gün sonra da Hürriyet (........Kasım) Bahatttin Hoca ile yapılan "Türk bilim adamı için nobel almak hayal değil" başlıklı bir haber/röportajı yayınladı. Listeye giren söz konusu intihal kitabın sahibi sayın dekan ile ilgili olarak gazetelerin Ege eklerinde çıkan "Adı Dünya Listesinde", " Dünyada İlk 30 da" başlıklı haberlerin fotokopileri ......... Fakültesi binalarının giriş kapılarına asıldı.

Özellikle Milliyet Ege'deki haber, ve fakülte girişlerine asılan fotokopiler çok ilginç değilmi? Normal koşullarda bu övüncün kamuoyu/üniversite mensupları ile paylaşılması son derece doğal. Ancak bilimsel çalışmaları övünç konusu yapılan bilimcinin yazdığı .............ders kitabı hiç bir bilimsel kaynak içermiyor ve kitapta intihal yapıldığını gösteren kanıtlar üniversite ve YÖK'ün bilgisi dahilinde olan gerçeklerse, o zaman söz konusu kişiyi konu alan kurumsal övünç, intihalciliğin kurumsal olarak kabul gördüğü yada görmezden gelindiği anlamına gelmezmi?

Listedeki değerli bilim insanlarının saygınlığına kimse bir şey diyemez ve onlarla onur duymalıyız. Ancak bu övünçleri görünce gerçekleri bilen kişiler olarak şunları sormazmısınız?

"TÜBİTAK, HATTA NOBEL ÖDÜLÜ ALMIŞ DAHİ OLSA BİR BİLİM İNSANININ YAZDIĞI DERS KİTABINDAKİ BiLİMSEL AŞIRMALAR ( İNTİHAL) YOK SAYILABİLİRMİ?

SAYILABİLİRSE BAŞBAKANLIK MÜSTEŞARI ÖMER DİNÇER'E UYGULANAN ÖĞRETİM ÜYELİĞİNDEN ÇIKARMA CEZASI YÖK'ün BİLİMİ VE BİLİM ETİĞİNİ SİYASETE ALET ETMESİ ANLAMINA GELMEZMİ ?

Kaldı ki söz konusu bilimci TÜBİTAK ödülünü aldıktan sonra intihal yapmış değildir. Tam tersine önce........ Üniversitesi söz konusu kişiyi intihal kitabını bilmesine rağmen ödüle aday göstermiş (bu kişi o sırada TÜBİTAK ............... Grubu üyesidir), TÜBİTAK da, kitapta tek bir kaynak gösterilmediğini ve intihalin kanıtlarını gördüğü ve bildiği halde görmezden gelip ........... yılı ........bilim ödülünü vermiştir. Ayrıca biri aynı tarihlerde , ikincisi de bu yaz sonu- geçtiğimiz ....... ayında- olmak üzere YÖK'de kendisini iki kez dekan atamıştır.

Bunlar ve gerek ............ üniversitesindeki, gerekse diğer bir çok üniversitedeki örtbas edilmiş bilimsel sahtecilikler ortada iken yalnızca siyasi bir kişiliğe sahip olan Ömer Dinçer'i soruşturma açıp öğretim üyeliğinden atmakla YÖK Bilim etiğine saygısını mı kanıtlamış oluyor? Bilimde tarafsızlık bunu mu gerektiriyor?

Şunu belirtmeden geçemem. Ömer Dinçer'in temsil ettiği siyasi görüşlerin en büyük karşıtlarından biriyim, ve ülkenin karanlığa götürülmek istenmesiyle kendi çapımda mücadele ediyor ve YÖK'ün arasıra öncülük ettiği karşı çıkışlara da her zaman destek oluyorum. Fakat diğer taraftan Bilimde ve Bilim Etiğinde tarafsız olmanın bilim insanları için olmazsa olmaz bir erdem olduğuna da inanıyor ve bu evrensel ilkeyi savunuyorum.

Sayın Prof. Dr. Bahattin Baysal'ın kriterlerine karşı daha genel ve herkesin kabul edebileceği belirtilen yeni kriterlerle ortaya çıkan ve 120 bilimciyi kapsayan yeni bir listeyi bu haftaki Cumhuriyet Bilim Teknik'de gördüm . Önceki listeye girememiş olan çok değerli bilimcilere yapılan haksızlığın, daha anlamlı olduğunu düşündüğüm yeni kriterlerle ortadan kalkmış olduğuna sevindim.

Fakat kriterler arasında bilim etiğini çiğnememiş olmak gibi "başlıca" olması gereken bir kriter, yani TÜBA'nın kamuoyuna açıklamış olduğu bilim etiği normları- yine yok. (TÜBA bilim etiği normları için http://www.tuba.gov.tr/duyurugoster.php?yil=01&duyuru=3). Böyle olunca, kanıtlarını ekteki dosyada sizlerle daha önce paylaştığımız intihal kitabın yazarı olan bilimcimiz de doğal olarak yayın ve atıf sayısı itibarıyla bu yeni listede de yer almaktadır.

Saygılarımla bilgilirinize sunarım.

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi
Fizik Bölümü Öğretim Üyesi

Tel:(0232) 3880110 /2380 (iş)
(0532) 630 1473 (mobil)

___________________________________
Prof.Dr. İzge GÜNAL'ın gönderdiği 28.11.2005 tarihli mesajı:

Herkese Merhaba,
Cumhuriyet Bilim Teknik’teki yazım ve Hürriyet’teki haber nedeniyle “kademe ilerlemesi durdurması” cezası aldığımı öğrendim (“basın yoluyla meslektaşlarına iftira atmak, küçük düşürmek” gerekçesiyle). Henüz ceza yazısı bana ulaşmadı. Biliyorsunuz daha öncede kademe ilerlemesi durdurması cezası almıştım( 7 aralıkta iptali için mahkemesi var). Eğer yeni cezayı aynı maddeden vermişlerse bir üst ceza uygulanacağı için atılmış oluyorum. Eğer farklı maddeden verilmişse, atılmam için 10 yıl içerisinde herhangi bir maddeden uyarı cezası almam yetiyor.
Sevgiler, saygılar
İzge

K.Kantarlı'nın notu: Prof.Dr. İzge Günal bu mesajından sonra “Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek” maddesinden yeniden kademe ilerlemesi cezası verildiğini iletmiştir. Şu anda davası sürse de aynı ceza aynı nedenle daha önce de verilmişve ilerleyecek kademesi olmadığında maaaştan kesme cezası uygulanmıştır. İlerleyecek kademesi (1/4) olmadığından şimdi verilen ceza yine maaşten kesme olarak uygulanacak, fakat ilgili disiplin yönetmeliği ikinci kez verilen bu cezanın bir üst (yani öğretim üyesi mesleğinden çıkarma) ceza olarak uygulanmasını öngörmektedir.

30 Kasım 2005

55. YIL

(Hiç duydunuz mu,--
size söylüyoruz size,--
55. yılın kutlandığı bir başka müessese?)

“VEDA” DEĞİL, “ÖZÜR DİLERİM” KUTLAMASI

Bizi bu okulda kamu hukuku çerçevesinde birbirimize bağlayan tek olgu Yasa’dır. Bu okula şu veya bu nedenle girip, çalışmaya başlayışımız da Yasa çerçevesindedir. Ancak birileri hâlâ, “beni bu okula amcam soktu,” “dayım yerimi hazırladı,” “ninem zaten onu da tanırdı,” “ben kimim biliyor musun,” gibilerinden bazı faktörleri bile düşünseler sebebi hikmetleri olarak; onlar da Yasal kılıfa uymak zorundadır. Çünkü, kamu hukukunda yetki yasadan alınır. Yasaya ve/veya yasal kılıfa uymamışlar varsa, bu okul onlara uygun değildir. Çünkü burası devlet okuludur; milletin malıdır. Burası hukuksal bir entititedir. Beş taş oynamıyoruz.

Bazı arkadaşlar, 55. yıl nedeniyle yapılan “bayram değil seyran değil” kutlamalarının bir “veda” kutlaması olduğunu söylemektedir. Bir veda, olsa olsa, veda’dan önce olur. Veda değil, belki de bu bir “unutalım olanları, tüm bunları, zevke dalalım” kutlamasıdır. Anlaşılan, hiç bir kurumsal, ritüelistik, sezonsal ve akademik sebebi hikmeti olmayan bir plaketleşmenin, bir seminerleşmenin ve şiltleşmenin ve ardından gelen marşsal bir eğlencenin gaybında yatanın da “yasaya uygun olması” gereklidir.

Asıl önemli olan da şudur: 55. YIL münasebetiyle yayınlanan İletişim Fakültesi Almanak’ının içinde bazı unsurların eksik olması “yasal” değildir. Sehven unutulmuş olması da tesadüf değildir. Mesela, Gazetecilik Bölümünde görevli; Prof. Dr. Veysel Batmaz’a Dekan tarafından resmi yazı ile asistan tayin edilmiş Arş. Gör. Serdar Taşçı’nın adını, hiç bir Bölümsel listede göremeyişimizin anlamı tamamıyle hukusal yaptırımlara gebedir. Apaçık ayırımcılık yapılmış, Anayasal eşitlik ilkesi zedelenmiş ve hukuk çiğnenmiştir. Veysel Batmaz şimdi kime asistanlık yaptıracaktır? Derhal özür dilenmelidir. Öyle ya!!!!, özür, dilenecekse, Anayasal olarak “eşitlik ilkesi amir hükmü” gereğince, ilgili herkese şamildir.

Dilenmezse, işte o zaman, bu 55. kutlama, bir "sonuncu" veda olur.

BY HİKMET KIRIK

55. Yıl Kutlaması ya da "Veda" Partisi

Yıldönümleri önemlidir. Yada daha doğru bir ifadeyle, yıldönümlerinin kendisi değil yıldönümü yapılan şeyin önemini göstermesi bakımından önemlidir. Kuruluş yıl dönümü, tanışma yıl dönümü, evlilik yıl dönümü, vs.

Aslında biraz daha yakından bakınca modern çağda yıldönümlerinin antik dönemlerden bariz bir farkı çıkar ortaya: Eskiden yıl dönümleri Nevruz veya Hıdralez gibi doğal zamanla ilişkisi olup yaşamın bütünüyle yenilenmesinin insanca bir kutlamasıydı. Yani çoşku ve sevinçle karşılanan başlangıçtı; doğanın bir kez daha hayatı, ve dolayısıyla da insanı yeniden üretmesiydi. Yeni doğan bebekler, kuzular, taylar, taze başaklar, ve güzelim üzüm salkımları kutsanırdı.

Buna karşın modern zamanlarda süreklilik doğadan koparılıp kurumlara devredilince yıldönümleri eskidikçe anlam ve değer kazanmaya başladı. Yıldönümü gelecek yerine geçmişin kutlanması, kutsanması olarak anlam kazandı:
Yani her biri aslında birer veda şöleniydi.

Tabi böyle olunca da kutlayan ve kutsayan insan kutladığı ve kutsadığı şeye yabancılaştı. 75. yaş gününü, 50. evlilik, 100. kuruluş yıldönümlerini kutlayan aslında geçmişi kutlar. Ne demiş Mevlana “dün dünde kaldı cancazım, artık yeni bir şey söylemek lazım.” Keynes de boş adam değildi tabii “geçmiş geçmiştir, gelecekte de hepimiz birer ölüyüz” deyivermişti (Keynes de kim demeyin şimdi). [Vistilef’in Notu: “Uzun vade diye bir şey yok; uzun vadede hepimiz ölüyüz.”]

Bu modernleşmeye karşın yıldönümleri eskinin izlerini kutlama yapılmaya değer yılların seçiminde yapıyor: Eskinin 3ler 7ler 40larının yanında 25, 50, 75 ve 100 var.

Bunlar var da 55 yok mirim! Allah sizi inandırsın şu ahir ömrümde ne bu memlekette ne de Frenkistan illerinde 55. kuruluş, kutlama, kutsama ne derseniz artık görmedim duymadım. Belki de 55. yıl kutlamalarında adet son iki gün içinde haber vermek olduğundan ben de her seferinde ve her neydeysem iki gün önce ordan ayrılmış olduğumdan duymadım diye düşündüm. Neyse kutlamaya katılıp gördüm ki, sayısal olarak absürd kaçsa da (kimsenin günahını almayalım belki ebcet alfabesine göre 55in de vardır bir hikmeti. [Vistilef’in Notu: Duvarcı Ustaları’nın Kabalası araştırılırsa, yine vardır belki bir hikmeti!]), bu iş aslına uygun yani tam bir
Veda Şöleniymiş

Efendim naçizane bir okuma yapalım:

1. Kurumsal bir kutlama yılını sürpriz bir doğum günü partisi gibi düzenleyerek İSO 9000 tescilli Kurumsal Kimliğe Veda Şöleni
2. İletişim Fakültesinde bu durumu göremeyen Halkla İlişkiler Bölümünün saygıdeğer üyelerine (Başta Yeni Başkanları) kurumsal kimlik mevzularını yeniden okumaları için Yaza Veda Şöleni
3. Fakültenin revakına (aslında bu laz mütahit işi binaya yakışmıyo revak lafı ama neyse) böyle mana ve önemi büyük günlerde asılan ve haşa min huzur dili ve beyni kabız 5. sınıf radyo dijeyinden çıktığı izlenimi veren ne kaynağı ne de hedef kitlesi belli “İletişimliler sizi seviyor” sloganının altından geçerken utanmayan İletişimcilere Veda Şöleni
4. Enteresan ne olduğunu pek anlamadığım, ama içinde İletişim Fakültesinden ve bölümlerinden abuk subuk namelerle söz eden bi şey çalındı org eşliğinde. Etraftan sordum kimse anlamamış benim gibi. Birisi vardı ya bu fakültenin marş falan olmasın diyecek gibi oldu ama öle bi baktıkalr ki etraftan dediğine diyecene pişman oldu. Nolur biri Sölesin meraktan uyuyamadım akşam. Sahiden Marş falan mı o? Öyleyse kim yazmış? İSO Belgesine bu da dahil miymiş gibi hayati sorularla meşgüldü kafam. Eğer öyleyse böle bir güzide eseri duymadan geçen ömrüme kahredecem ve bunun üstüne bi şey olmayacağından her türlü müziğe Veda Şöleni
5. Böyle bir günde muhtemel amaç; öğrenciyle, öğretim üyesini, eskilerle yenileri bir araya getirip kaynaştırıp geçmişten bugüne ve geleceğe bir köprü oluşturmak olması gerekirken, oturma düzenini (büyük harfle“ “Güç Merkezli” oluşturan şölen düzen sorumlusunun Protokol Bilgisine Veda Şöleni.
6. Böylesi kurumsal bir aktiviteyi şahsi amaçları uğruna bu hale dönüştüren veya dönüşmesine izin veren yöneticinin Feraset ve Basiretine Veda Şöleni
7. 55. Kuruluş yıldönümünü hangi kritere göre seçildikleri belli olmayan (aslında bal gibi belli) uzaktan bakınca en az 50 kişiye bir gecede plaket vererek İletişim Fakültesi’nin gelecek 10 yılında verilecek plaketlerini 2001 krizinde devalüe olmuş TL ye döndüren Zihniyete Veda Şöleni
8. Abartısız seçkinliği, estetiği, ve lezzetiyle dün akşamın benim için iki hoşluğundan biri olan karidesli, somon fümeli meze tabağından sonra İstanbul üniversitesinin yemek davetlerinde artık haşlanmış Yumurtalı, Bayat Mayonezden rus salatalı, lor peynirli, çiğ köfteli Meze Tabaklarına Veda Şöleni
9. Böyle bir toplantının Bakırköy Belediyesi’nin sponsorluğunda düzenlenmiş olması dolayısıyla sponsorlukla rasyonel kurumsal iletişim arasında var olduğunu düşündüğümüz ilişkiye Veda Şöleni

Aslında daha çok veda okumaları yapılabilir bu toplantıyla ilgili olarak. Ama şimdilik bu kadar yeter. Belki başkaları başka vedalar bulabilir; belki kısa bir süre sonra gerçek vedalar yaşanabilir kim bilir. Ben vedalarla ilgilenmem. Giden dostsa zaten gitse de benle beraber: gönüller birdir yani. Değilse benden uzak, rahmete yakın.

Ben başlangıçları severim. Yıldönümlerinde başlangıçlar sadece bireysel düzeyde olur. Belki dün akşam veda şölenini başlangıçlara dönüştüren şanslılar da vardır. Kimbilir belki onlar da bunu anlatırlar.

Ha, ben dün gece bana olduğundan daha uzun gelen bir süredir göremediğim bir dostumu gördüm. Meze tabağı ile birlikte gecenin diğer hoşluğu oydu. Bunlar da olmasaydı, Veysel Batmaz gelmemekle pek bir isabetli davranmış diyecektim.

Doç. Dr. Hikmet Kırık

29 Kasım 2005

PROF. DR. BÜLENT TANÖR'Ü ANIYORUZ...

Aşağıdaki mesajla bu önemli günü ve acıyı hatırlatan İrfan Çiftçi'nin duyarlığına teşekkür ediyoruz. 55. yıl gibi "acaip" tarihleri değil; bu acılı ve ders dolu tarihleri hatırlamak, biliminsanlarına yakışıyor...

Vistilef


Aziz Hocam,

28 Kasım aynı zamanda okulumuzun çok değerli hocalarından çağdaş düşünce dünyamızın seçkin simalarından Bülent Tanör'ün de ölüm yıldönümüdür.


"İ.Ü. Kemal Alemderoğlu döneminin" fiili zulmünü en çok çeken bir semboldü aynı zamanda. Kanser olduğu halde tedavisi için ilaçları verilmedi ve yurtdışına resmi yollardan çıkışı engellendi...

Prof. Dr. Bülent Tanör, İ.Ü.'deki faşizmin bilim şehididir aynı zamanda...

Değerli Hocamız nur içinde yatsın...Kendisini saygı ve minnetle anıyoruz...

İrfan Çiftçi

25 Kasım 2005

GAZETECİLİK ENSTİTÜSÜ'NDEN MESLEK YÜKSEK OKULU'NA...

NEDEN 55. YIL?

Okulumuzun İktisat Fakültesi'ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü olarak kuruluşundan bu yana 55 yıl geçmiş. Hızla, iki yıllık "Meslek Yüksek Okulu" olma seviyesine doğru düşüyoruz... Bu aşamada, biz bir fakülte olmayı tercih ederdik; ancak, sümmetedarik bir müfredatla, Bölümlerin daha on gün önce resmi olarak kurulup, henüz yeterli teçhizat ve yasal personel ile tam anlamıyla çalışmaya başlayamadığı; anabilimdallarının, yasaya rağmen toptan kaldırılmış olduğu ve bunun sonucunda da, toptan hukuken "yok hükmünde" bulunduğumuz bir zamanda, soruyoruz: Bu kutlama ne için yapılıyor?Neden 55. yıl? 50. değil; 60. değil de, 55. yıl? İki beş yanyana olduğu için mi?

Vistilefler

24 Kasım 2005

Bölümlerin Kutlamaları... Darısı Gazetecilik'e...

İrfan ÇİFTÇİ’nin 24 Kasım Mesajı

Bugün de güzel olsun!

Eğer hayatın hengâmesi içinde kaynayıp gittiyse vefa ve muhabbet;

Bu hayatın bir yerlerinde veya her daim ilm-i muhabbet neşesini ehli dilden zevkedip, hisseden dostların bu günlerde gönüllerini, hatıralarını minnet ve şükranla yadediyorum, yadedelim, yadedilelim…Belki tecime çevrilen bir günü bir nefes güzelliğe vesile kılarız…

Bir varmış, yine varmış!
Hukukun Üstünlüğü Sürekliliği ile Mündemiçtir
!

Nihayet Sayın Prof. Dr. Veysel Batmaz’ın gerçekten ilerde Hukuk Fakültelerinde örnek olay olarak okutulacak denli kapsamlı araştırmaları ve hukukî çalışmaları çok değerli filozof asistanı Serdar Taşçı’ nın mücadelesi ve Sayın Hikmet Kırık ve biz “vd. sakinlerin” de aktif veya pasif “hınk” demelerimizle nihayet İ.Ü. İletişim Fakültesi’ de “normalleşmeye” başladı.

Tıpkı İ.Ü.’nün diğer fakülte ve bölümleri gibi olağanüstü, akıl, hukuk ve bilim dışılıklardan arınma sürecine çok yavaş yavaş giriyor. Kapanan –veya herhangi bir şekilde yok hükmünde olan, tüzel kişiliğin yokluğu yok hükmüdür çünkü- bölümlerden ikisi yeniden açıldı; kaldı bu üç tanesinden biri. [Vistilef'in Notu: Gökten şimdilik iki elma düştü!] Bütün bunlara karşı fakültede bastırılan büyük bir sessizlik yaşanıyor. Sanki çok normalmiş gibi. Oysaki ya bir hafta öncesi normal değildi veya şimdiki hal.

Biz yıllardır her yerde her zaman “hukukun üstünlüğünü” dedik ve bunu savunduk ve icra makamlarında olduğumuz zamanlar da hayata geçirdik. Her yerde görevde, şölende, törende ve söylemde.. Çünkü bireylerin yani insan-doğa ikilemesi arasındaki tanımlanmasıyla “saygının” sosyal ilişkiler ve insan-çevre ilişkileri açısından “hukukun” olmadığı yerde hiçbir şey yoktur. Saygı olmadan, “tanıma” olmadan sevgi de olmaz hiçbir şeyin varlığı, hayat bulması ve meşruiyeti de olmaz. Bu insanın dünyevî, felsefî, ruhanî bütün bakımlardan ontolojisinin temel paradigmasıdır. Onun için hukukun olmadığı yerde kukuk, guguk, tavuk vb gibi –son zamanlardaki güzide medyamızın bozuk Türkçesiyle vurguladığı gibi “kanatlı ve uçan hayvanlar” dan muhtelif memeli türlerine kadar her türlü zoolojik durumlar olur. Çünkü hukuk insan türünün diğer memelilerden farkla akıledebildiği ve hayatına bir nizam verebildiği en önemli melekelerinin edimidir. Aklını ve gönlünü çıkarınca insanın mandaya veya davara karşı bir üstünlüğü yok, hatta onların işkembesi daha geniş.

Ademden bu deme, insan olmanın en temel gerçekliklerinden birisi olan hukuk ise şu meşhur “bir taze gelin kadar ürkek olan sermaye” den (rahmetli mikro iktisat hocamız Necati Mumcu’ nun tabiridir. Bu günde kendisini bir kez daha rahmet ve minnetle yadedidyorum. ) daha nazenin hatta daha kırılgan olagelmiştir. Çünkü o “bir taze gelinden bile ürkek” bu ceylanı daima mızrağını çekmiş kovalayan filmlerimizdeki gibi bir zalim Coşkun vardır. O beyazları kirletsin diye Amo tarafından kiralanmış bir donör müdür nedir bilinmez ama o hep bunu yapar. Yani hukuku birileri daima guguk yapmak için uğraşır. Tabi bu sadece biz Türklere değil en üst insan kimliğimize özgü bir zoomorfik haslettir.

İnsanlık serüvenimizin başından beridir teşebbüs halinde bile olan her türlü hukuksuzluğa her zaman karşıyız, karşı çıktık ve tavır aldık. Bütün siyasilerin YÖK konusundaki anlamsız çıkışlarına da askerlerin’ın gaflete ve delalete düşüp sembol değiştirmesine de. Eğer uğruna şehit olunan bir hilal yoksa ne Mete’nin Ejderhası ne Ata’nın Kocatepesi. Öyle mezarlıktan geçer gibi “içimizden yüksek sesle” türkü söylemek durumu kurtarmıyor çünkü. (Kampanyamız da nihayet meyvesini verdi ve Gn. Kur., bu saçmalığından geri adım attığını duyurdu.) Bölümlerin açılması da bunun gibi minik ama sembolik fakat az da olsa önemlidir.
Yani bu bölümler bir hafta önce yoktu şimdi var. Bu bir yokmuş bir varmış mıydı.? Mitos ve gerçeklik ilişkisi böyle tecelli ettiği için aziz dostum Hikmet Bey’in çok beklediği dizi bile yarım kalmıştı. Ancak en önemlisi hukukun üstünlüğünün temini ve tesisi değil onun sürdürülmesidir yani kesintisiz devam etmesidir. Çünkü o üstünlük vasfı temsil ettiği süreklilikte mündemiçtir/saklıdır. Yani hukuk ancak sürekliyse üstündür. Yoksa serap misali bir görünüp gitmesi bir üstünlük değildir.

Yeni bölümlerin açılmasını hukukun üstünlüğünün ihyası için bir adım olduğu için sevinç ve coşkuyla kutluyor ve bunların kurumsal varlığına saygılarımı sunarak yeni bölüm başkanları Sayın Prof.Veysel Batmaz ve Doç. Neşe Kars hocaları tebrik ediyorum. Darısı kalanın başına demeye gerek yok, gökten düşer üç elma.:)))

İnsan oluş idraki olan insan hakları ve onun varlığı hukuk ve sürekliliği de üstün/üstte başat tutulmasıdır. İnsanın kendisine ve bütün alemlere ve varlıklara saygısının tek ve en erdemli yolu hukuku üstün tutmasıdır.

Bu güzelliğin, aşkın ve bilimin güneşini götüren bütün hakikî mürşit öğreticilere her daim en derin saygılarımla…

İrfan ÇİFTÇİ

23 Kasım 2005

BÖLÜM KURULLARI TOPLANIYOR

Son beşyıldır ilk kez İletişim Fakültesi Bölüm kurulları yasaya uygun bir biçimde toplandı. Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Bölüm Kurulu 22 Kasım 2005'te; Radyo Televizyon Bölümü'nünki ise 23 Kasım 2005'te toplandı. Darısı Gazetecilik Bölümü'ne...

Bölümlerin acil olarak çözmesi gereken en önemli gündem maddesi ise Anabilim ve bilim dallarının oluşumu ve bu bilimdallarına göre ders programlarının hazırlanması. Bu dallar külliyen kapatıldığı için Bölümler aslında "hukuken yok hükmündeydi." Kurulana kadar hâlâ da öyle... Ancak, bu sürecin başlaması için Bölümlerin yasal teçhizat ve teşkilat kurallarının tamamının yerine getirilmesi gerekiyor. Bu konuda herkesi önümüzdeki günlerde VistilefHukuk'ta bilgilendireceğiz...

Vistilef'ler Genel Yönetmenliği

19 Kasım 2005

AKADEMİK MESAİ ve İZİNLER, BÖLÜMLERİN İŞİ: VistilefHukuk’tan aktarıyoruz:

Vistilef'in Notu: İstanbul Üniversitesi'nde Rektör Prof. Dr. Mesut PARLAK göreve başladığından bu yana, aşağıdaki mektupta yer alan, bir çok üniversitede hâlâ görülebilen, bazı genel ithamların ve oluşumların tamamı artık İstanbul Üniversitesi'nde varit değildir. Sevgili Rektörümüz, yasaya göre üniversitemizin yeniden düzenlenmesini sağlayarak, üniversitemizi özgürlükçü ve hukuksal bir yapıya kavuşturmuştur. Sayın Rektör Prof. Dr. Mesut PARLAK'a hukuk ve bilim adına derin şükranlarımızı iletiyoruz. Artık, aşağıdaki mektupta yer alan olguların tamamı, üniversitemiz için, Rektör Alemdaroğlu zamanına gömülmüştür; hâlâ aynı tandansta olan bazı "kendinden menkul idareciler", (sadece bizim Fakültede değil, üniversitemizin genelinde) varlıklarını toleransımızla sürdürseler bile, artık etkin değillerdir.

VistilefHukuk'tan aktardığımız ileti şöyle:

AKADEMİSYENLERİN İZİNLERİ BÖLÜMLERİN İŞİDİR...

VistilefHukuk'un Notu: Aşağıda Gazi Üniversitesi İBF-İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Altıntaş'ın, Prof. Dr. Veysel Batmaz'a gönderdiği iletiyi sunuyoruz. Bazı yerlerini noktalı parantez (...) ile göstererek kısalttık; bazı yerlerde de [köşeli parantez] kullanarak kendi görüşlerimizi ve orijinal metinde olmayan bazı kelimeleri yazdık. Daha da açıklık olsun diye... Metindeki imla ise düzeltebildiğimiz oranda düzeltilmiştir, "encoding" sorunları yüzünden bazı kelimeler Prof. Dr. Mustafa Altıntaş'ın yazdığı gibidir.

-----Original Message-----
From: maltintas@gazi.edu.tr [
mailto:maltintas@gazi.edu.tr]
Sent: 14 Kasım 2005 Pazartesi 17:41
To: veysel.batmaz@gmail.com

Sayın Batmaz,

"VistilefHukuk" adlı sitede yer alan ve sizin meslekteki, dekan (...) ile yasadığınız serüveni öğrenme olanağı buldum. (...) Elinize saglık. (...) Egitim-Sen tarafindan yayımlanmış olan YÖK ve Hukuk adlı yapıtımda sizin yasadıklarınıza ilişkin kimi yargı kararlarını örneklemiştim. 600 sayfayı aşan bu yapıtta (...) yargı kararları ile mahkum edilmis olan cok sayıda [üniversite ile ilgili İdari] işlemleri var. (... Yazdıklarınızın meslektaşlarımızın haklarinin bilincine varmalarina, idarecilerin görev sınırlarını kavramalarına yardımcı olmasını diliyorum. Keşke okusalar da bu dogrulari öğrenseler. Benim düşüncem, üniversitelerin okur-yazar olma özürlüsü olduklarından, hak,yetki ve sorumluluklarını kavrayamadıklarıdır.

Ben Gazi Universitesi İBF İktisat Bölüm Başkanıyım. Bolum Başkanı olarak görev ve yetki alanım konusunda dekanla savaşım icerisindeyim.Rektor denenler universiteyi, dekan denenler fakulteyi, bolum baskan denenler bolumu, kendi mulkleri, buralarda gorev yapanlar ise, ırgatlar olarak algılıyorlar. Oysa ki, İdareciler, kurumun ve kurum gorevlilerinin hizmetkarları gorevini ustlenmis kimselerdir. Bu algılama eksikliginden olacak, kurumu ve kurum calısanların daha etkin, uretken kılma kosullarını yaratacakları yerde, onları uretimden ve yaraticiliktan kopartacak saçmaliklarla mesgul etmeyi yegliyorlar. Bunun da nedeni, bu gorev yerini eline geçirenlerin, secim sistemi ile grev almamalarinin ve projeye dayali bir yarismaya konu olmamalarinin onemli katkisi bulunmakta. [Bu konuda Prof. Altıntaş ile aynı kanıda değiliz; üniversitelerde seçim değil atama yönteminin, Rektörlük dahil, daha verimli olacağını düşünüyoruz] Gerçi, ozgur olmayanlarin yaptiklar secime de fazla guven duymamız oldukca zor. Köleler ile demokratik yönetimi olusturmak mumkun degil. Onlar denetim ve buyruklarnda olan kelle sayısına önem veriyorlar. Bu nedenle, rektorler dekanları, dekanlar Bolum Baskanlarını, Bolum Baskanlar ise ögretim elemanlarini kendilerinin islerini goren, buyruklarini sorgusuz-sualsiz yerine getiren sekreter olarak algilamak anlayisindalar. Okur-yazar olmadiklarindan ve anlama ozurlu olduklarindan hukuksal metinleri bile anlayamiyorlar. Bunu sizin [Veysel Batmaz’ın] yazdiklarinizdan cikarmak mumkun. Bu metinler ortada, bu metinleri kendilerine aktaran ve yorumlayan sizin yazdıklarınız ortada iken, halen öğretim elemanlarini kullari olarak gormekten kurtulamamalari, yukaridaki
yargimin kaniti. Ancak bu savasimimiz epeyce mesafe almamiza katkida bulundu. YOK Sisteminin geriletilmesi, baski halkalarinin gevsetilmesinde sizlerin ve oteki arkadaslarimizin emeklerinin sonuclardır. Ornegin ben, Bolum Baskani olarak izinleri Bolum duzeyinde sonuclandrmayı başardım. Bunda bile zorlandim. Yasal hukumlerin uygulanmasina Bolum ogretim elemanlari bile inanmak istemediler. İzin [almak] yerine, gittikleri yer konusunda bildirimlerde bulunmalarini istedigimde, sakınım gostererek, yine izin dilekcesi vermekden vazgecmediler. Yeni yeni anlamaya basladilar. İzinleri ve bölüm içi alanlara iliskin duzenlemeleri artik dekanliğa iletmiyoruz. Dekanin öğretim elemanlarına karisimini ve denetimini olabildigi olcüde minimize ettim, yasaya dayanarak. Çünkü yasa öyle diyor. Haberleri bile yok. Ancak,bu insanlari kendi yetki ve gorev alanlarina tikmak ve geriletmek zorlu bir ugraş vermeyi gerektiriyor. Katkı olabilir dusuncesi ile, yillik izin konusundaki kural ve bunun tarafimdan uygulanmasi konusunu aktarmak istiyorum:

Bilindigi gibi, 2547 Sayili Yasanin 64.maddesi "izinler" basligini tasimaktadir. Bu maddeye gore; "ogretim elemanlari yillik izinlerini, normal olarak, ogrenime ara verilen zamanlarda kullanirlar" Bu maddeye gore, akademik takvim, ogretim elemanlarinin yillik izinlerini belirleyen temel takvim olmaktadır. Devamli statude gorev yapan ogretim elemanlari, sizin de cok hakli olarak belirttiginiz gibi, butun çalışmalarını üniversitede degil, “universite ile ilgili calismalara” hasretmekten sorumludurlar (Md.36/a-1) Universite ile ilgili calismalar ise, 22 nci maddede sayilmiştir. Bu calimalarin mekana bagli olarak yapilmasi gerekmedigi gibi, mumkun de değildir. Üniversite mekanina bagli olarak yapilabilecek calimalar, ders verme ile ogrencilere yonelik olarak yapilmasi gereken ve onceden belirli bir takvime baglanan danismanlik hizmetleridir. Fakülte odalarina kapanarak, üniversite ile ilgili calismalari yurutebilmenin olanagı mumkun degildir. Üniversite ile ilgili calismalar arazide, kutuphanede, laboratuvarda, deney ciftliklerinde, yani karada-havada ve denizde, gece-gunduz surdurulebilir calismalardir. Ogretim uyesinin calisma odasina tikilmasi ve 09.00-17.00 saatlerine sikistirilmasi, yasa ile yapilmasi gereken üniversite ile ilgili calismalarin engellenmesinden baska anlam tasimaz. Ogretim elemanlarini odalara ve 09.00-17.00 saatlerine kapatma girisimleri, ogretim elemanlarinin calismalarinin engellenmesi sonucunu dogurur ve yapanlari sorumlu duruma dusurur. Dediginiz gibi, dagda-bayirda, gece-gunduz saatlerinde, düşünde bile ogretim elemanlari üniversite ile ilgili calismalarini surdurmektedir. Sınav kagtlarinin, seminer odevlerinin, jüri uyesi olarak aday doslarinin incelenmesinin, ille de niversite odalarinde ve tapu memurlari için zorunlu olan 09.00-17.00 saatleri arasinda yapilmasi mumkun degildir. Cunku bizim urettigimizin musterisi, gercek yada tuzel kisi olarak, bize basvurma durumunda olan kimseler degildir. Universite ogretim uyeleri, calismalarini somut kisiler yada topluluklar icin degil, bugun yada gelecekte yasayan/yasayacak soyut kisiler/topluluklar icin, onlar yararlansinlar diye ortaya koymaya calisirlar. Bazen urettiklerinin, bu cagda kullanilmasi bile mumkun olmayabilir. Bu nedenle ogretim elemanlari, izinlerinde bile, oteki kamu gorevlilerinin icinde bulunduklari, isleri ile tum iliskilerini kopartamazlar, ozgur olamazlar. Onlar, surekli olarak üniversite ile ilgili calismalarini bu sure icinde de surdururler. Bunun sonucu olarak ogretim elemanlari, yasamlarinin hic bir doneminde, tam anlami ile yillik izin yapamazlar, saat 17.00'den sonra da kendilerini dinlenmeye alamazlar, uretimden kendilerini kopartamazlar.. Alanlari ile ilgili olarak surekli olarak gozlem yaparlar, iliskiler gelistirirler, meslektaslari ile gorusurler, toplantlara, konferanslara, seminerlere, sempozyumlara katilirlar, internetin basinda alanlari ile ilgili calismalari izler, telefon yada internet uzerinden konferans verebilirler, aciklamalarda bulunabilirler, konferanslari izleyebilirler. Yani, ogretim elemani, her zaman,gunde 24 saat, sizin [Veysel Batmaz’ın] yaptiginiz gibi 60 saat surekli olarak meslekleri ile ilgili olmak durumundadirlar ve boyledirler de! Bu nedenle, akademik takvim sona erip, dersler kesildikten, sinavlar yapildiktan ve sinav sonuclari teslim edildikten sonra, ogretim elemanlarinin mekan ile baglanti nedenleri ortadan kalkmis olur ve ogretim elemanlari, ders verme ve danismanlik disi gorevlerini yapabilmek icin kendilerini rahatlamis, serbest kalmis varsayarlar, varsaymalidirlar ve sahaya cikmalari gerekir. Ogretim elemanlarinin yillik izinleri, 657 Sayılı DMY ile belirlenen sure ile, yani 15,30,45 gun gibi, belirli gun sayisi ile de sinirli degildir. Yaz okulunda yada hastane, döner sermaye işletmelerinde ustlendikleri grevleri yoksa, fakültedeki odalarina tikilmalarinin, orada kendileri hapsetmelerinin toplumsal, kurumsal ve bireysel bir getirisi soz konusu olamayacaktir. Tam tersine, gorevlerini yapmamak icin, bu odalara kendilerini hapsetmis olacaklardir. Dekan yada Bolum Baskanlari, tutukevi, hapisevi gardiyanlari degildir. Onlarin tek gorevi, ogretim elemanlarini, universite ile ilgili calismalarlarini yapabilmelerine olanak tanimak ve kimi araclari onlara saglamaktir. Bunun icin, kamusal kaynaklari,gerek yurtici ve gerekse yurtdisi calismalari gercekletirmeleri icin, onlarin hizmetine sunmaktir. Oysa ki, kamusal kaynaklar, yolluk ve yevmiyeler, tumu ile rektör,dekan ve yönetimin sadik kullari arasinda hicbir uretim kaygisi ve sorumlulugu tasimaksizin, aralarinda üleşilir. Ogretim elemanlarinin, akademik takvim baslangici ve bitisi disindaki donemler icin,dekandan izin almalari bile gerekmez. Cunku, yillik izinleri, akademik takvimin bitisi ile baslangici arasindaki suredir. Yargi organi mensuplarinin, ogretmenlerin yillik izin kullanmalari da, yargi yilinin bitisi ile baslangici, ogretmenlerin ders yilinin bitisi ve baslangici arasindaki gunlerde gecerlidir. Yargi mensuplari ve ogretmenler, bu sure icin izin isteminde bile bulunmazlar. İzin konusunda bagimli olanlar, rektor, dekan, bolum baskani, enstitu ve yuksekokul mudurleridir. [Bu konuda da Prof. Altıntaş’a katılmıyoruz; bu görevde olanlar da izinlerini akademik olarak kullanırlar, yani otoriteden bağımsız olmak bunların da görevidir.] Yasa bunlarin YOK Baskanindan, rektorden,dekandan izin almasini zorunlu kilmis bulunmaktadir. [Yasanın bu maddelerine uymakla birlikte, yasanın bu maddelerine karşıyız.] Cunku, gorevlerinin gereginin yerine getirilmesi, belirli bir mekanda, makamlarinda bulunmasini gerektirmektedir. Ogretim elemanlarinin, akademik takvim disinda bulunacaklari yer ile iletisim aracini belirten bir bildirimde bulunmalari yeterli olmalidir.

Ogretim elemanlar yalnzca oteki izinlerinde (hastalik, mazeret) 657 Sayili DMYhukumlerine gore, yine Bolum Baskanindan izin kullanabilir. Saglik raporunun geregi icin, gorev yeri dışında bulunmalari icin izin falan almalari da gerekmez. Bu yasal hukumleri anlamayan, anlamak istemeyenler, ne yazik ki bizden, meslektalarimizdan olan kimselerdir. Ancak, emir-komuta zinciri icinde gorev yapma aliskanligina kendilerini kaptiranlar, kendi ezilmişliklerini, efendilerinin kendilerine karsi sergilediklerini, kendi astlari olarak algiladiklari uzerinde sergilemek girisiminde bulunmaktadirlar. Koleler, kole kabul ettiklerini ezerler, onlarin onurlari ile oynarlar. Bu bir hinc almak,bir eziklikten kurtulma aracidir. Universite ogretim elemanlari arasindaki iliski, "ast-üst", "amir-memur" iliskisi degildir. Bir meslektaslar toplulugudur, ogretim elemanlari. Ogrenciler de meslektas adaylaridir. Bunlar birlikte uretim yaparlar. Aralarindaki tek fark, akademik unvan farkliligidir. Bu fark ise, zaman icinde ortadan kalkmakta, profesorluk asamasinda tum unvanlar esitlenmektedir. Bu nedenle universitelerde yonetici, esitler arasindaki iliskiyi gerektirir. Rektor, dekan, bulum baskani, esitler arasinda birinciler olarak tanimlanirlar. Bizim meslektalarimiz da okur-yazar olmadiklarindan, kendilerinin hukuklarn bilmediklerinden, öğrenmek de istemediklerinden, efendilerinin buyruklarına uymayi yasam bicimine burundurmus bulunmaktadirlar. Adam olsalar, konumlarini algilayabilseler, yasadigimiz bu carpikliklar ortaya cikmaz ve bu uygulamaya karsi cikanlar azinlikta kalmazlar. Son soz, efendiyi koleler yaratır.

Esenlikler dilerim.

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş

18 Kasım 2005

ARŞİVLER TEMİZLENİYOR...

İ.Ü. İletişim Fakültesi'nde Gazetecilik hariç, diğer iki Bölüm kurulunca (HİT ve RD-TV; darısı Gazetecilik'in başına), Bölümlere ait resmi evraklar Bölüm Başkanlarına devredilmek için temizlenmeye başlandı. Aslında, bu temizlemenin nasıl yapılacağı, YÖK Arşiv Yönetmeliğinde yazılı; bakalım uyuluyor mu? Bu temizlik hukuk içinde yapılıyor mu?Anlayacağız. Vistilef olarak takipteyiz...

VistilefAjans

HUKUKA YAKLAŞIYORUZ...


Radyo Televizyon Bölümü Başkanlığına Doç. Dr. Neşe KARS; Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanlığına Prof. Dr. Veysel BATMAZ atandı.

Rektörlüğün, 14.11.2005 tarihinde bildirdiğine göre, artık Okulumuz hukuksal düzene yavaş yavaş giriyor. Altı aydır hukuk zemininde sürdürdüğümüz hukuk savaşının sonuna doğru geliyoruz. Sırada, Gazetecilik Bölüm Başkanlığı ve Anabilimdallarının oluşturulması var. Daha sonra da, vakur ve işlevsel bir yönetim. Burası Devlet üniversitesi; milletin malı. Prof. Dr. Mesut PARLAK rektörlüğünde artık herkese hak ve hukuk, hak ettiği ölçüde ve hukukta yazdığı gibi geri geliyor...

Herkesi kutlarız...

Vistilef Editörleri

16 Kasım 2005

ÖĞRETMENLER YAPIYOR... HERKESE EK İŞ YAPMA HAKKI TANINSIN...

Aşağıdaki haber gerçekleri gün ışına çıkartıyor; Üniversitelerde de artık herkesin tam-zamanlı olması fakat "ek iş yapma hakkı olan öğretim üyeliğine" geçme zamanı gelmiştir.

1. Her öğretim üyesinin haftada 9 saat ders verme zorunluluğu, yöneticiler dahil, bütün fakültelerde, titizlikle zorunlu hale getirilmelidir. Asistanların ya da başka görevlilerin, öğretim üyeleri yerine ve onların adına ders vermesi yasaklanmalıdır. Üniversitelere dışarıdan ders verme sistemi, güzel sanatlar gibi dallar dışında, genel kural olarak kaldırılmalıdır.

2. Her öğretim üyesi, konusu ile ilgili, izin almaksızın ek iş yapma ve gelir temin etme hakkına sahip olmalıdır. Üniversite imkânlarını kullanmak isterse, elde edeceği brüt gelirin % 20'sini üniversitiye ödeyebilir.

3. Öğretim Üyelerinin disiplin ve mesai saatlerini düzenleyen yönetmelikler eskimiş ve yanlış, hukuk dışı yorumlara neden olmaktadır; yukarıdaki ilkeler doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.

4. İTA AMİRLİĞİ ve TÜZEL KİŞİLİK yetkileri BÖLÜMLERE verilmelidir.

Şimdi haberi okuyalım:

Öğretmenlerin yüzde 42'si ek iş yapıyor
15.11.2005

Eğitim-Sen'in 30 ilde şehir merkezlerinde bulunan 260 ilköğretim okulunda görev yapan 11 bin 500 öğretmene yönelik araştırmasına göre, ankete katılan öğretmenlerin yüzde 58.4'ünün maaş dışı bir geliri yok.

AA - Eğitim-Sen'in araştırması, öğretmenlerin yüzde 42'sinin ek iş yaptığını ortaya koydu.
Öğretmenlerin yüzde 53'ünün kendilerine ait bir evi, yüzde 55'inin otomobili bulunmuyor.
Öğretmenlerin yüzde 79'u kredi kartı kullanırken, bu kartlara taksit yaptırmayı tercih ediyor. Banka kredisi kullananların oranı da oldukça yüksek görülüyor.

Öğretmenlerin yüzde 41'i geçici ya da sürekli sağlık sorunlarına sahip bulunurken, meslek hastalıkları yoğun olarak görülüyor.

Öğretmenlerin yüzde 42'si az ya da çok gelir getiren ek işler yaparken, bu işler arasında ücretli etüt ve kurs yapma ve özel ders verme ağırlıklı olarak görülüyor.

14 Kasım 2005

BÖLÜMLERE "İTA AMİRLİĞİ ve TÜZEL KİŞİLİK" YETKİLERİ VERİLMELİDİR !

Tıp gibiler hariç, üniversitelere öğrenciler bölümlere alınıyorsa, İTA AMİRLİĞİ ve TÜZEL KİŞİLİK yetkileri de BÖLÜMLERİN olsun... Aşağıda okuyacaklarınız bu önerimizle çok yakından ilişkili; sadece bu yakın ilişkiyi kurmak size kalmış...


Teziç'ten Arınç'a yanıt: 'Adres YÖK değil AİHM'

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, TBMM Başkanı'nın 'YÖK başörtü modeli bulsun' önerisine cevap olarak "AİHM bir hukuku gerçeği saptıyorsa, o kararın özünde demokratik bir ilke vardır. Bu konuda bir takım başın örtülmesiyle ilgili izinler yapılışını bize göndermenin bir anlamı yoktur. Arınç'ın göndereceği makam bizim adresimiz değil. Bunu o kararı veren AİHM'ne yöneltmesi gerekir" dedi.

Ankara'daki Bilkent Otel'de YÖK'ün yeniden yapılandırılması konferansında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Teziç, "tasarım uzmanlığımız yok. Kararı veren uluslararası mahkeme. Ulusal mahkemelerin üstünde. Ayrıca AİHM'ne götürmek de iç mekanizmalara güvenilmediğini gösteriyor. Refah Partisi davası bunun tipik örneği" dedi.
TBMM Başkanı Bülent Arınç dün yaptığı basın toplantısında YÖK'ün birkaç başörtüsü modeli belirlemesinin ve 'bu şekilde başınızı örtebilirsiniz' demesinin iyi olacağını söylemişti.
AİHM'nin Leyla Şahin davası kararının bağlayıcı olup olmadığı yönündeki tartışmalara da değinen Teziç, "bağlayıcı, buna kuşku yok. Ulusal mahkemelerimizin, Yargıtay'ın kararının teyidi" dedi.
Teziç ayrıca, kararın demokratikliğinden de şüphe duymamak gerektiğini vurgulayarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 'yapılan kısıtlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmalı' maddesini hatırlattı.
Teziç, "AİHM bir hukuku gerçeği saptıyorsa, o kararın özünde demokratik bir ilke vardır. Bu konuda bir takım başın örtülmesiyle ilgili izinler yapılışını bize göndermenin bir anlamı yoktur. Arınç'ın göndereceği makam bizim adresimiz değil. Bunu o kararı veren AİHM'ne yöneltmesi gerekir" dedi.

YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, mevcut yapıda üniversiteye giriş sınavı sisteminde herkesi memnun edecek köklü bir çözüm getirmenin zor olduğunu belirterek, "Biz kendi koşullarımıza en uygun sınav modelini de oluşturmanın arayışı içinde olmaya devam edeceğiz" dedi. Teziç, konuşmasında, Türkiye'deki eğitim sistemine değinerek, 3-25 yaş grubu arasında 30 milyon 789 bin kişi bulunduğunu, Türkiye'nin bu kadar sayıdaki nüfusunun eğitim sisteminde yer aldığını hatırlattı. Yükseköğretimde açıköğretim dahil 2 milyon 200 bin öğrenci bulunduğunu ifade eden Teziç, Türk yükseköğretim sisteminin son 20 yılda büyük bir atılım içine girdiğini belirtti. Bu kapsamda üniversite sayısının 77'ye yükseldiğini ve tüm Anadolu'ya yayıldığını kaydeden Teziç, Türk eğitim tarihine 24 yıl önce giren YÖK'ün önemli katkıları olduğunu söyledi. Teziç, Türkiye'de "siyasi iradenin zaman zaman yükseköğretime müdahale ettiğini, bunun da genellikle olumsuz sonuçlara yol açtığını" ifade etti. Teziç, "Bu anlamda YÖK siyasi iradenin Türk yükseköğretimine müdahalesini engelleyebilme hukuki imkanlarına sahip bir anayasal kurumdur" dedi. Teziç, üniversite giriş sistemine de değinerek, üniversiteye girişin bugün Türk eğitim sisteminin en büyük sorunlarından biri olduğunu kaydetti. ÖSS sisteminin "günah keçisi" olarak nitelendirildiğini ifade eden Teziç, ÖSS'nin güvenirliliğinden kuşku duyulmayan bir kurum tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Teziç, şöyle konuştu: "Mevcut yapımızda sınav sisteminde herkesi memnun edecek köklü bir çözüm getirmek zor görünüyor. Biz bu çalışmanın bütünlüğü içinde kendi koşullarımıza en uygun sınav sistemi modelini oluşturmanın arayışı içinde olmaya devam edeceğiz."

13 Kasım 2005

AKP'NİN YENİ YÖK'Ü BÖYLE Mİ OLACAK?

Bir Nakşibendi Şeyhi'ni rüyasında gören bir profesör, gördüğü rüyayı Başbakalığa bir mektup olarak yazarak, Şeyh'in, rüyada kendisine ilettiği uyarılarının Hükümet tarafından dikkate alınmasını istedi. Başbakanlık Müsteşarlığı da, konuyu bir üst yazı ile, resmi olarak gereğinin yapılması istemiyle YÖK'e gönderdi. Bilindiği gibi, bu işlemi yapan Başbakanlık Müsteşarı, intihal vakası'nda iki üniversite ve YÖK tarafından suçlu bulunan Ömer Dinçer:

Prof. İsmail Tuncay Uslu’nun rüyasında gördüğü Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zait Kotku’nun emirlerini Başbakan Erdoğan’a mektupla bildirdiği ortaya çıktı.

Prof. İsmail Tuncay Uslu’nun rüyasında gördüğü Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zait Kotku’nun emirlerini Başbakan Erdoğan’a bildirmek için yazdığı mektup, resmi evrak olarak kayda geçirildi. YÖK’teki uygulamaları eleştiren mektup ‘gereğinin yapılması’ için YÖK’e gönderildi. Emekli bir profesörün rüyasında gördüğü Nakşibendi tarikatının önde gelen merhum şeyhlerinden Mehmet Zait Kotku’nun Başbakan Tayyip Erdoğan’a mesaj gönderdiğini öne süren mektubu, resmi yazışmaya konu oldu. Kotku’nun rüyasında verdiği emirleri, Başbakan Erdoğan’a yazan Prof. Dr. İsmail Tuncay Uslu’nun mektubuna, Dilekçe Hakkı Kanunu uygulandı. Başbakanlık, rüyasına giren Kotku’nun verdiği emirleri, Erdoğan’a yazan Uslu’nun, 19 Eylül 2005 tarihli mektubunu, dilekçe hakkı kapsamında resmi evrak olarak kayda geçirdi. ‘GEREĞİ İÇİN’ Başbakanlık, mektubu bir üst yazı ile ‘gereğinin yapılması’ için Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdi. Milli Eğitim Bakanlığı da, yapılan incelemenin ardından mektubu, konuyla ilgili olduğu için yine ‘gereğinin yapılması’ kaydıyla YÖK’e iletti. Başbakanlığın ‘27 Eylül 2005-25313’ işlem tarih ve sayısını taşıyan mektubu, ekim ayı sonunda YÖK’e ulaştı. RÜYACI YÜKSEK MİMAR Kotku’nun, ‘rüyadaki talepleri’ni yazıp Başbakan’a gönderen Uslu emekli öğretim üyesi. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde ve İTÜ Mühendislik Mimarlık Fakültesi Zemin Mekaniği’nde görev yapan ve 5 yıl önce emekliye ayrıldığını belirten Uslu, aynı zamanda yüksek mimar. 2 SAYFA Uslu, el yazısıyla kaleme aldığı ve ‘Pek muhterem başkanım, kader dostum’ diye hitap ettiği iki sayfalık mektubun girişinde, ‘Daha önce Uzanlar hakkındaki uyarılarımı Mehmet Zait Kotku hazretlerinin rüyalarımdaki emirleri üzerine zat-ı üstadelerine arz etmiş, yaptığınız müdahaleleriniz sayesinde ülkemize, ulusumuza, hükümetimize ve partimize çok büyük yararlar sağlamıştı’ hatırlatmasında bulundu. YENİ EMİRLER ‘Evliyamızın emirleri üzerine’ diyerek parti faaliyetlerine katkıda bulunmak üzere AKP Beşiktaş ilçe örgütüne dahil olduğunu da bildiren Uslu, Kotku’nun yeni emirlerini ise ‘Gerek YÖK teşkilatının gerekse Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı uygulamaların çok yanlış olduğu yine evliyamız tarafından ben fakire ikaz edilmektedir. Görevim size duyurmaktır’ diyerek aktardı. Kotku’nun emirlerini iki başlık altında ileten Uslu, mektubunu ‘Merhum Mehmet Zait Kotku hazretleri behemahal (mutlaka) talep etmektedir. Saygıyla iletirim aziz kardeşim’ diye tamamladı. Özal ve Erbakan müridiydi MEHMET Zait Kotku, Nakşibendi tarikatının önde gelen şeyhlerinden biri. Tarikatın en önemli kollarından olan İskender Paşa Cemaati’nin şeyhliğini yapan Kotku’nun müritleri arasında Necmettin Erbakan ve Turgut Özal gibi isimler yer alıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da yakınlığı bulunan İskender Paşa Cemaati, Kotku’nun ölümünden sonra yerine geçen damadı Esat Çoşan döneminde Erbakan ve Milli Görüş’le yollarını ayırmıştı. 13 Kasım 1980’de ölen Kotku, Süleymaniye Camii avlusuna, Kenan Evren’in izniyle defnedilmişti. Bize emir buyuruldu 69 yaşındaki Prof. İsmail Tuncay Uslu, Nakşibendi tarikatının önde gelen şeyhlerinden Mehmet Zait Kotku’yu 3 kez rüyasında gördüğünü ve kendisine bazı olayları işaret ettiğini belirtti. Uslu, ‘Bize emir buyuruldu. Ben de bunları yazıp Sayın Başbakan’ın İstanbul’daki evine gönderdim. O da gereğini yaptı. Ama bunun açıklanması benim işlevimi yitirmeme neden olur’ dedi. Uslu, öyle devam etti: ‘Kotku hazretlerini 3 kez rüyamda gördüm. Hep İskenderpaşa Camii’nde görüyorum. Bu bir işarettir. Rüyalarımda, benim de bulunduğum bir kalabalığa İskenderpaşa Camii’nde ahlaki bilgiler veriyordu. Satır aralarında da bazı konulara işaret ediyor, bizi yönlendiriyordu.’

Kaynak: Çeşitli ajanslar

12 Kasım 2005

TIPÇI BİR HOCAMIZDAN BİR MEKTUP VAR:

Dr. Yavuz Eryılmaz dryavuz@gmail.com
Cmt 12.11.2005 16:18

Sayın Batmaz,

Etik konusundaki yazınızda yerden göğe kadar haklısınız ve altında imzaları olan kişilerin birkaç tanesi de arkadaşımdır.

Bilimsel "aşırma" konusu son derecede ciddidir ve yakinen izlenmesi gereken bir durumdur. Benim gençliğimde bir kişi doçent olacağı zaman bir kitap yazmak zorunda ve prof. olacağı zaman da ; ikinci bir kitabı yazmak ve ikinci lisan sınavından da başarılı olmak zorunda idi. Beni yetiştiren hocalarım bu düzeyde kişilerdi.

Adres dahi sormaktan aciz bazı kişiler lisan imtihanını başarı ile verip ve bir şekilde jürileri ayarlayıp doçent olduktan sonra; iki sene prof. kadrosunda bekleyip hiç ders dahi anlatmadan prof. olabilirler. Kaldı ki bu iki senenin 18 ayında sağlık raporu ve iki ayında da senelik izin kullandıklarında SADECE ve SADECE dört ay üniversiteye gittiğinde ders anlatmasa dahi prof. olup emekliliğini isteyebilirler (gerçekten saygın bilim adamı olan değerli hocalarımızı tenzih ediyorum ve onlara saygım sonsuzdur. Burada söz konusu olanlar; sadece herkes tarafından bilinen belirli kişiler içindir.)

Ondan sonra muayenehanesine akademik titrini yazıp hasta beklemek veya herkesin sınavla ve hakkı ile atandığı kadroya tepeden bir politikacı bulup atanırlar. Herşeyi bildiklerinden (!) yönetici olurlar ve hiç bilmedikleri bir kuruluşu alt-üst etmeye başlarlar. Kaldı ki; bu kişilerin tayinleri politik yapıldığından, görünmez bir dokunulmazlık zırhları da vardır. İşin diğer garip yanı ise özellikle sağlık sektöründe bu üst yönetim kadrolarına atanma bir şekilde " devre mülk" haline gelmiştir.

Bence "aşırma" olgusundan daha da ciddi olan bir başka konu mevcuttur. Asistanlarının yaptığı tez çalışmasını, evirip çevirip kendisinin yapmış olduğu bilimsel çalışma (!) gibi "makale" olarak yayınlayanlara ne demeli???. . Yayınladıkları sıradan bir makaleye 21 evet tam yirmi bir kişinin adını yazıp ta, bu makalenin bilimsel olduğunu iddia edenlere ne demeli??

Sayın Batmaz, pekçok makaleye, konferansa ve kitaba imza attım ve yaş haddinden emekliliğime de az kaldı. Şayet emekli olursam, benim kadroma en az 20-30 doç. veya prof. tayin olmak için birbirlerinin altını oyarlar.

Bu kişileri, devletimiz üniversitelerde ülkemizin geleceğini yetiştirmeleri için bu ünvan ve kadroları verdi; ama, onlar kendi kişisel çıkarları için buraları terk edip tepeden tayinlere kafa yormaktadırlar. 70 milyonluk bir ülkenin üniversiteleri daha 25-30 yıl öncesine kadar, son derecede saygın ve yurt dışından ülkemize üniversite eğitimi için talebeler gelirken, bu gün ilk beşyüze dahi giremiyoruz?? Bence bu sorunun cevabını iyi düşünmemiz gerekir.

Şimdi size esas can alıcı soruyu sormak istiyorum: Ülkemizde mevcut ; Yrd. Doç., Doç ve Prof sayısı yaklaşık 8000 civarındadır. Bunların kaç tanesi HEKİM kökenlidir ve bu hekim kökenlilerin de kaç tanesi üniversitelerimizde ülkemizin geleceğini yetiştirmeyip, kendi geleceklerine yönelmiştirler???

Aslında, daha yazacak çok şey var ama, vaktinizi almak istemiyorum.

Saygılarımla.
Dr. Yavuz Eryılmaz

11 Kasım 2005

16. KİM?

SORUYORUZ...

Bildiğiniz gibi, daha önce, Anayasalar hazırlamış İstanbul Üniversitesi Senatosu'na üç tuhaf karar aldırtan İletişim Fakültesi hakkında bir haber yayınlamıştık.Bu tuhaf kararlardan sonuncusuna göre, İletişim Fakültesi'nin 2005-2006 yılı Yüksek Lisans Radyo Televizyon Bölümü kontenjanı 15'den 16'ya, Fakülte'nin talebi doğrultusunda çıkartılmıştı. Bu açıkça içinde sorular barındırıyordu. Şimdi bu sorulardan bir kaçını yineliyoruz:

1. Bu 16. öğrenci kim?
2. Bu bölüme kaç kişi müracaat etti?
3. Kazananların tam listesi ve puanları ne zaman açıklanacak?
4. Bu kontenjan sayısının (15) ve arttırımının (16) kararı ne zaman ve nerede alındı?

Daha önce yayınladığımız haber için lütfen tıklayın: http://vistilefblog.blogspot.com/2005_09_11_vistilefblog_archive.html

TOPLAM SAYI 583 OLDU


::İMZA SAYISINA BİR "TIK" DA SİZ EKLEYİN::

"Etik Kurullar Kurulsun; İntihaller Bulunsun" Bildirisine İmzalar Artıyor:

Betül TANBAY (Boğaziçi Ü)
Atalay KARASU (ODTÜ)
İlhan TALİNLİ (İTÜ)
Yonca HÜROL (KIBRIS DAÜ)
Erkut TÜZER (İÜ)
S.Özmen ERUSLU (Trakya Ü)
Hüseyin AKKILIÇ
Ayhan ÇIKIN (EÜ)
Nihal SABAN (Marmara Ü)
Serdar TAŞÇI (İÜ)
Serkan GÖLBAŞI (İÜ)
Neriman Ş. GÜÇHAN (ODTÜ)

11 Kasım 2005; saat, 17:16 itibariyle...

06 Kasım 2005

TARİHTE ve DÜNYADA BUGÜN

Bu ayrıntı 1598 İbn-i Batuda'nın Babürname'sinde yer alan bir resimdendir. Kaynak: ULUSAL MÜZE, DELHI / JEAN-LOUIS NOU / AKG-IMAGESaudiaramcoworld.

6 Kasım 1981. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kuruldu. Kurulduğu günden bu yana eleştirilen YÖK'ü protesto için her yıl 6 Kasım'da üniversite öğrencileri eylemler yapıyor. "YÖK’e hemen hemen herkes karşı. En çok eleştirilen nokta, yasanın üniversite rektörlerine de büyük yetkiler verdiği, “YÖK’ün, rektörleri gladyatör, profesörleri gardiyan haline getirdiği”. Üniversite öğretim üyeleri, YÖK’ün bilimi kesintiye uğrattığını savunarak, otoriter ve totaliter bir yapıdan katılımcı bir yapıya kavuşturulması gerektiğinin altını çiziyor. Başkan Erdoğan Teziç de “YÖK’e atamalara ilişkin yetki verilmesi özelde üniversite özerkliğini, genelde ise demokratikleşmeyi yaralamaktadır.” diyor. Bugün YÖK’ü sahiplenen CHP’nin resmî programında “YÖK sistemi kaldırılacak.” deniliyor. Hemen hemen bütün siyasi partiler YÖK’le ilgili değişiklik vaadinde bulunurken, 1981’de kurulan YÖK’ten sonra gelen 16 ayrı hükümetin neredeyse tamamı kurulun bürokratik yapısından kurtarılacağı ve sadece üniversiteler arasında eşgüdüm kurumu haline getirileceği sözünü verdi. Hükümetler gelip gitti; ancak YÖK değişmeden ayakta kaldı. 2003 ve 2004 yıllarında YÖK Yasası’nı tamamen yenilemek için çalışmalar yürüten AK Parti hükümeti de geçtiğimiz sene mayıs ayında içinde YÖK’ün yapısı ve ÖSS’nin de bulunduğu birkaç maddelik değişiklikle idare etti. Ancak Meclis’ten geçen bu ‘eksik yasa’ Cumhurbaşkanı engeline takıldı. Vetonun üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen hükümet tekrar YÖK’ü gündeme getirmedi. AK Parti gibi milletvekili sayısı açısından güçlü bir iktidarın değiştirememiş olması, “YÖK’e rağmen YÖK’ün değiştirilemeyeceği” sonucunu ortaya çıkardı.
YÖK, önümüzdeki günlerde İstanbul’da uluslararası bir toplantı düzenleyerek Türk yükseköğretimini masaya yatıracak, şubat ayında da Köşk’te değiştirilmesini istediği konuları rektörlerle birlikte Sezer’e sunacak. Eğer bu gerçekleşirse AK Parti’nin yapamadığını YÖK kendisi yaparak ‘koordinasyondan sorumlu’ bir kurum haline gelecek. Ancak YÖK Yasası’nın değişmesi için önce Anayasa’nın YÖK’ü düzenleyen maddelerinin değişmesi gerekiyor." YÖK ne zaman YOK olacak, Vistilef olarak biz de merakla bekliyoruz...


1923. Amerikalı Jacop Schink, ilk elektrikli tıraş makinesinin patentini aldı.1928. Amerika Birleşik devletleri başkanlık seçimlerini Herbert L. Hoover kazandı. 1956'da Aynı gün Dwight Eisenhower, ikinci kez başkan oldu. 1936. 65 yıl önce İzmit kağıt ve karton fabrikası üretime başladı 1937. İtalya; Almanya ile Japonya arasındaki anti-komünist pakta katıldı.1955. Kayseri Şeker Fabrikası üretime başladı. 1971. İstanbul Kültür Sarayı'nın adı Atatürk Kültür Merkezi (AKM) olarak değiştirildi.1972. İsmet İnönü'nün Genel Başkanlığı bırakmasının ardından Cumhuriyet Halk Partisi'nde istifalar devam ediyor; 18 parlamenter daha istifa etti. 1981. Yükseköğretim Kurulu (YÖK). Kurulduğu günden bu yana eleştirilen YÖK'ü protesto için her yıl 6 Kasım'da üniversite öğrencileri eylemler yapıyor.1982. Emekli büyükelçi Mahmut Dikerdem'e Salvador Allende madalyası verildi. Dikerdem, madalyayı alamadı, çünkü, Barış Derneği davasından tutukluydu.1983. Genel seçimler yapıldı; Anavatan Partisi (ANAP) 211 milletvekili ile tek başına iktidar oldu. Halkçı Parti (HP)117, Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) 71 milletvekili çıkardı.1983 seçimleri12 Eylül'den sonra kurulan partilerin katıldığı ilk genel seçim oldu.1987. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Abdullah Baştürk'e "İsveç Sendikal Hareketi1987 Özgürlük Ödülü" verildi.1988. Yetkililer; PKK militanlarının Mardin'in Dargeçit ilçesinde bir köye yaptıkları baskında 3'ü öğretmen 4 kişiyi öldürdüklerini açıkladı. 1990. Üniversite öğrencileri,10. Kuruluş yıldönümünde, Yüksek Öğrenim Kurulu'nu (YÖK) eylemlerle protesto ettiler, çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.1991. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki yemin töreninde Sosyaldemokrat Halkçı Parti, SHP milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana'nın yemin dışında Kürtçe olarak ek sözler söylemeleri tartışma yarattı. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Dicle ve Zana'nın partiden istifa etmelerini istedi.1992. Kuzey Irak'taki PKK kamplarına düzenlenen askeri harekâtın maliyetinin 2 trilyon lira olduğu açıklandı.1996. Susurluk kazası bağlantılı "çete" iddiaları İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'a da yönelince Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller, Ağar'ın istifasını istedi.Bugün Doğanlar :1835. Görüşleri zamanımızda değerini kaybetmekle birlikte suçlıluğu bilimsel olaral inceleme çığrını açmış olan İtalyan kriminolog Cesare Lombroso 1851. 1884'de ilk kez ABD borsalarında fiyat ortalaması yaparak günümüzde Dow Jones indeksi olarak bilinen ölçüyü getiren, Financial Times gazetesinin kurucusu Amerikalı gazeteci Charles Henry Dow.Bugün Ölenler :1893. Rus besteci Ilyiç Çaykovskiy. 1979. Türkiye'de "Hoş Memo" olarak tanınan "Li'L Abner"in yaratıcısı Amerikalı mizah yazarı All Capp.1983. Ressam Münif Fehim Özarman.

02 Kasım 2005

"ETİK KURUL" ÇAĞRISINI ŞU ANDA 557 ÖĞRETİM ÜYESİ İMZALADI... SİZİNKİ NEREDE?

27 Ekim 2005 tarihinde İzmir'de Prof. Dr. Kayhan Kantarlı tarafından BİLİMSEL ve ETİK DEĞERLERE SAYGI ve "ETİK KURULLAR KURULSUN, İNTİHALLER BULUNSUN" çağrısı için basın toplantısı yapıldı. Aşağıda bu bildiriyi imzalayan öğretim üye ve elemanlarının adlarını ve kurumlarını bulacaksınız; eğer aralarında yoksanız, üniversitede de yoksunuz demektir; üzülürsünüz.... İmzalarınızı prof.dr. kayhan kantarlı [kayhan.kantarli@ege.edu.tr] adresine elektronik olarak gönderebilirsiniz. Bu iletiyi çevrenize yayın ve imzaları çoğaltın... İşi YÖK'e bırakmayın!

Vistilef adına Prof. Dr. Veysel Batmaz

ÖNEMLİ NOT: 2 Kasım 2005, saat 19:00 itibariyle liste 600 imzaya varmıştır. Bu liste 1960'ların YÖN BİLDİRİSİ (Erdoğan Teziç hocamız iyi bilir o günleri) ya da 1980'lerin AYDINLAR DİLEKÇESİ kadar önemlidir. Ben, 1982 yılında, başını Prof. Dr. Alaâddin Şenel (SBF) ve Prof. Dr. Nurkut İnan (Ankara Hukuk) çektikleri bir "YÖK KALDIRILSIN " bildirisi imzası toplayanlardanım. O zamanlar SBF-BYYO'da yeni bir asistandım. 3000'e yakın imza toplandığı halde (o zaman tüm Türkiye'de öğretim elemanı sayısı 6000 kadardı) adlarını anılarımda yazacağım bazı Hocalarımız nedeniyle imza listesi ve bildiri Cumhuriyet gazetesinde yayınlanamamıştı. Yayınlansaydı, işte bu bildiriyi yayınlamak zorunda kalmayacaktık. O bildiriye, sağdan ve soldan imza atanlar vardı. Bu listeyi işte o başarısızlığın üzerine oluşturuyoruz... Bu bildiriyi ve listeyi başaramazsak, yeni YÖK'ler bizi ve Türk halkını bekliyor...

ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM ELEMANLARINDAN
BİLİMSEL VE ETİK DEĞERLERE SAYGI ÇAĞRISI
27 Ekim 2005


Bizler, etik değerlerdeki aşınmanın son yıllarda toplum ahlakını ve ülkenin bilimsel geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmış olması karşısında Bilim Etiği başta olmak üzere Toplumsal-Siyasal Etiğin Gelişmesi ve Yerleşmesi gerektiğine inanan öğretim elemanları olarak aşağıdaki görüş ve düşüncelerimizi kamuoyu ile paylaşmak ve ilgili kişi ve kurumların dikkatine sunmak gereğini duyuyoruz.

Bilimin ana uğraşı, var olma nedeni, gerçeği aramaktır. Bilimsel gerçeğin aranmasında çıkış noktası varsayımdır. Bilim insanı önce varsayım üretir, ondan sonra da olanca güç ve dürüstlükle bu ürettiği varsayımı çürütmeye çalışır. Bunda gerçekten başarılı olamadığında, ve ancak o zaman, bilimsel gerçeğe erişebilir. Kendini çürütmeye çalışmak olağanüstü bir dürüstlük gerektirir. O nedenle de etik ve bilim tümüyle bir bütündür. Bilim yaparken ayrıca etik beklenmez. Etik olmazsa bilim de olmaz.

Bilim uğraşının etiğe koşut ikinci temel öğesi özgünlüktür. Özgünlük de etik gibi bilimin olmazsa olmazıdır. Varsayımlar aynı bile olsa bilimin temel yöntemi olan varsayım çürütme işlevi hemen her örnekte kaçınılmaz olarak değişiklik gösterir. Bu nedenle gerçek bilimsel çaba her zaman özgündür.

Bilim etiğinden sapma çok çeşitli olabilir. Kamu oyunca daha iyi bilinen aşırmalar (=intihal) yanında yapılmamış deney veya gözlemler yapılmış, yapılanların sonuçları çarpıtılmış veya bu deney ve gözlemlerle hiç ilgisi olmayanlar bunları yapmış gibi gösterilebilir. Ancak tüm sapmaların ana öğeleri, bilimin temelleri olduğunu vurguladığımız etik ve özgünlük yoksunluğu ile bunlara koşut giden gerçek bilim insanının birey hakkına saldırıdır. İşte bu nedenlerle bilim etiğinden sapmalar uygar ülkelerde büyük tepki alırlar.

Üniversitelerimizde onyıllardan beri süregelen ve çok tehlikeli bir şekilde adeta kanıksamaya başladığımız söz konusu sapmalardan ve daha da önemli olarak bu sapmaları yapanların, meslektaşlarımız ve özellikle yöneticiler düzeyinde gördükleri korumadan çok rahatsızız. Üniversite yöneticileri, YÖK, ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA'nın dünya görüşü, siyasal düşüncesi, inancı, akademik ve toplumsal konumu ne olursa olsun bilim etiğini çiğneyenler karşısında tarafsız, etkin ve kararlı bir tavır almasını talep ediyor, söz konusu kişi ve kurumları bilim etiğine gerçek anlamda sahip çıkmaya çağırıyor, akademik uğraş kadar ülkemizin saygınlığı yönünden de yaşamsal gördüğümüz bilim etiğinin yakın takipçisi olmaya korkmadan ve yılmadan devam edeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.

Üniversite Öğretim Elemanları
Atilla DOĞAN (Anadolu Ü), A. Esat KARAKAYA (Gazi Ü), A. Nihat BADEM (DEÜ), A. Osman KURT (Sakarya Ü), A.Necmi YAŞAR (ÇÜ), Abdulaziz BAYINDIR (İÜ), Abdullah ARSLAN (DEÜ), Abdullah HARMANCI (HÜ), Abdullah SAYINER (EÜ), Abdurrahman KAPLAN (Dicle Ü), Abdurrahman ÖZÇELİK (OGÜ), Adnan ERKUŞ (Mersin Ü), Adnan GÜMÜŞ (ÇÜ), Afife MAT (İÜ), Ahmet A.DOĞAN (Anadolu Ü), Ahmet B.YAPRAKDAL (Marmara Ü), Ahmet ÇAKMAK (Marmara Ü), Ahmet ÇOLAK (KTÜ), Ahmet DEMİRBAŞ (ÇÜ), Ahmet İNAM (ODTÜ), Ahmet KAŞLI (Okan Ü), Ahmet ÖNCÜ (Sabancı Ü), Ahmet ŞİMŞEK (Gazi Ü), Ahmet T. AYDIN (Akdeniz Ü), Ahmet T. AYDIN (Akdeniz Ü), Akın TEK (Bilgi Ü), Ali ÇELİK (DEÜ), Ali GÜNERLİ (DEÜ), Ali GÜNYAKTI (Kıbrıs DAÜ), Ali KARAYEL (DEÜ), Ali M. ÖZDEMİR (HÜ), Ali O. KURT (Sakarya Ü), Ali Osman KARABABA (EÜ), Ali PEKER (Yeditepe Ü), Ali PINAR (İÜ), Ali R.ODABAŞI (A. Menderes Ü), Alp ERGÖR (DEÜ), Alpaslan IŞIKLI (AÜ), Arzu KİHTİR (İÜ), Arzu YILMAZTEPE (Uludağ Ü), Aslı TOLUN (Boğaziçi Ü), Aslıhan AVCI (AÜ), Asuman KARADENİZ (Akdeniz Ü), Asuman ÖZKARA (HÜ), Aşkın YAŞAR (Seçuk Ü), Atakan ERTUĞRUL (Sabancı Ü), Avni GÜVEN (EÜ), Ayça ERSEN (DEÜ), Aydın BARLAS (İÜ), Aydın KETANİ (Dicle Ü), Ayfer YALÇIN (EÜ), Aykan ERDEMİR (ODTÜ), Ayla ÇALIMLI (AÜ), Aylin KANTARCI (EÜ), Ayse BUĞRA (Boğaziçi Ü), Ayse KARASU (ODTÜ), Aysun KARABULUT (İnönü Ü), Ayşe AYTAÇ (Kocaeli Ü), Ayşe ERZAN (İTÜ), Ayşe KARASU (ODTÜ), Ayşe N. AKIN (Kocaeli Ü), Ayşegül A.YARPUZLU (AÜ), Aytek ALPAN (ODTÜ), Aytekin POLAT (M. Kemal Ü), Aytuğ A. KESEN (İÜ), Aziz K.ALTURFAN (İÜ), Banu YAMAN (ÇÜ), Barbaros ANDİÇ (Kültür Ü), Baria ÖZTAŞ (İÜ), Başak DOĞANAVŞARGİL (EÜ), Bayram ÜNVER (DEÜ), Belgin AKIN (Selçuk Ü), Belgin ÜNAL (DEÜ), Bengi USLU (AÜ), Beno KURYEL (EÜ), Berna AKSOY (Beykent Ü), Berna TUNALI (OMÜ), Berrin SİREL (ÇÜ), Betül KIRDAR (Boğaziçi Ü), Bilge YAĞMURLU (Koç Ü), Birnur ERALDEMİR (ÇÜ), Burak BENER (Bilgi Ü), Burak ERMAN (Koç Ü), Burcu Y. TURAN (AÜ), Burhan ÇUHADAROĞLU (KTÜ), Bülent ASMA (YYÜ), Bülent ÇUKUROVA (ÇÜ), Bülent DOĞAN (AÜ), Bülent KILIÇ (DEÜ), Bülent SANKUR (Boğaziçi Ü), C. Sinan KARA (EÜ), Cafer İBANOĞLU (EÜ), Cahit ERDEM (ÇÜ), Cahit YEŞİLYAPRAK (Akdeniz Ü), Can DUMAN (Kocaeli Ü), Cem SÜER (Erciyes Ü), Cemal KAZEZOĞLU (Tarakya Ü), Cemil GÖÇMEN (ÇÜ), Cengiz YETİŞ (ÇÜ), Cengizhan İPBÜKER (İTÜ), Christoph K. NEUMANN (Bilgi Ü), Cihan DURA (Erciyes Ü), Coşkun ÖNEM (Erciyes Ü), Çetin DERDİYOK (ÇÜ), Çiçek ÇAVDAR (İTÜ), Çiğdem B. GÜREL (İÜ), Çiğdem BAL (İÜ), Çiğdem ÖZESMİ (Erciyes Ü), Çiğdem ÖZKARA (İÜ), Çiğdem SOFYALIOĞLU (CBÜ), Demir SERTER (EÜ), Deniz GÖKENGİN (EÜ), Deniz ŞİRİN (Akdeniz Ü),Derya EREL (Abant İBÜ), Dilaver BAYINDIR (DEÜ), Dilek AK (Anadolu Ü), Dilek TÜZÜN (Yeditepe Ü), Diler ASLAN (Pamukkale Ü), Dinç ALADA (İÜ), Dinç ÖZAKSOY (DEÜ), Doğan YÜCEL (Ankara EAH), Durmuş DEVECİ (Sivas CÜ), Durmuş EVCÜMAN (Adli TK), Duygu TOSCALI (EÜ), E. Rennan PEKÜNLÜ (EÜ), Ekrem GÜREL (Abant İBÜ), Elif PEŞTERELİ (Akdeniz Ü), Emel ULUPINAR (OGÜ), Emin DARENDELİLER (İÜ), Emin TAŞKIRAN (EÜ), Emine ATAKİŞİ (Kafkas Ü), Ender DÜZCAN (Pamukkale Ü), Engin ÇAKIR (EÜ), Engin ÖZKAN (ODTÜ), Engin YILDIRIM (Sakarya Ü), Enver Y. KÜÇÜKGÜL (DEÜ), Erbuğ KESKİN (ÇÜ), Ercan SARIHAN (ÇÜ), Erdal AKTULGA (Mimar), Erdem BÜYÜKBİNGÖL (AÜ), Erhan AKAY (DEÜ), Erhan ESER (CBÜ), Erhan YILDIRIM (ÇÜ), Erol GÜNDÜZ (EÜ), Erol IŞIK (İÜ), Esat KITER (Pamukkale Ü), Eser Y. SÖZMEN (EÜ), Esin ERGİN (İÜ), Esin K. KARAA (AÜ), Ethem TANKURT (DEÜ), Evren Ü. KIRIMHAN (AÜ), Fadime TANER (Mersin Ü), Faik SARIALİOĞLU (Başkent Ü), Faris KARAHAN (Atatürk Ü), Faruk ATAAY (AÜ), Faruk GÜNGÖR (İTÜ), Fatih GÜLTEKİN (Isparta SDÜ), Fatma TEPEHAN (İTÜ), Fatma TÖRE (Abant İBÜ), Fatma Z. KUTAY (EÜ), Fazıl ÖZEN (Balıkesir Ü), Fehmi AKÇİÇEK (EÜ), Fehmi ODABAŞOĞLU (Ataürk Ü), Ferah ARMUTÇU (Zonguldak KEÜ), Ferah ORUNDAŞ (DEÜ), Feray GÖKDOĞAN (Abant İBÜ), Ferhan ESEN (OGÜ), Ferhan SAĞIN (EÜ), Ferhat KENTEL (İst. Bilgi Ü), Ferhunde ÖZBAY (Boğaziçi Ü), Feride SAÇAKLIOĞLU (EÜ), Feride Z. GÜDER (Kültür Ü), Feryal O. BASIK (İÜ), Feza KORKUSUZ (ODTÜ), Figen ÖKER (Marmara Ü), Firdevs GÜRER (OGÜ), Füsun DÜZCAN (Pamukkale Ü), Füsun TÜLEK (Kocaeli Ü), Galip YÜCE (OGÜ), Gazanfer ÜNAL (İTÜ), Gencay GÜRSOY (İÜ), Giray YALAZ (DEÜ), Gökçe ÇATALOLUK (Bilgi Ü), Gönül GÜNDÜZ (EÜ), Gönül Ö. PEKER (EÜ), Gül ERGÖR (DEÜ), Gül ŞENDİL (İÜ), Gülay G. ŞENESEN (İÜ), Gülden OVA (EÜ), Gülgün E. TOSUN (EÜ), Gülgün ENGİN (İÜ), Gülperi SERT (DEÜ), Gülsen ÖNENGÜT (ÇÜ), Günay SARIYAR (İÜ), Gündüz ULUSOY (Sabancı Ü), Güneş UÇAR (İÜ), Güniz KESİM (Abant İBÜ), Gürbüz ÇELEBİ (EÜ), Gürbüz POLAT (Mersin Ü), Gürol IRZIK (BÜ), H. Gülay ERDİNÇ (Mikrobiyolog), H.Cevahir KAYAM (İÜ), H. Haluk ERDEM (Gazi Ü), Hakan BERKKAN (İÜ), Hakan BERMEK (İTÜ), Hakan ÇUHADAR(ÇÜ), Hakan GÜNEŞ (İÜ), Hakan ÖMEROĞLU (OGÜ), Hakkı BAHAR (DEÜ), Hakkı SUR (EÜ), Hale AKPINAR (DEÜ), Haluk ARKAR (DEÜ), Haluk BERK (DEÜ), Haluk TÜRKDEMİR (İnönü Ü), Handan TUNÇ (YYÜ), Hasan AYDIN (OMÜ), Hasan ESENOĞLU (İÜ), Hasan GERÇEK (Zonguldak KEÜ), Hasan HAVITCIOĞLU (DEÜ), Hasan YAZICI (İÜ), Hasan YILMAZ (Atatürk Ü), Hatice PARLAK (EÜ), Haydar ŞENGÜL (ÇÜ), Hidayet AYDAR (İÜ), Hikmet GEÇKİL (İnönü Ü), Hikmet KİRİK (İÜ), Hikmet ÖZDEMİR (Türk Tarih K), Hilal BATI (EÜ), Hilmi ALANYALI (DEÜ), Hüdaverdi KÜÇÜKER (Afyon KTÜ), Hülya CANER (İÜ), Hüseyin BALCI (DEÜ), Hüseyin BASKIN (DEÜ), Hüseyin ERTEN (ÇÜ), Hüseyin OĞUZ (AÜ), Hüseyin ÖZDAĞ (OGÜ), Hüsne ALTIOK (İÜ), Hüsniye SAĞLAM (EÜ), Işıl KURNAZ (Yeditepe Ü), İ. CEM KANTARLI (EÜ), İbrahim GENÇ (ÇÜ), İbrahim ORTAŞ (ÇÜ), İlker AKTÜKÜN (İÜ), İnci ÖZER (HÜ), İrsadi AKSUN (Koç Ü), İsmail ÇELİK (ÇÜ), İsmail DUMAN (İTÜ), İsmail H. ALTAŞ (KTÜ), İsmail ÖZTÜRK (DEÜ), İzge GÜNAL (DEÜ), Jale PARLA (Bilgi Ü), Kadir BATÇIOĞLU (İnönü Ü), Kadir ERDİN (İÜ), Kadir KAYMAK (Trakya Ü), Kadri YAMAÇ (Gazi Ü), Kadriye Bakırcı (İTÜ), Kamer UYSAL (DEÜ), Kamil KARUT (ÇÜ), Kanat ÇAMLIBEL (Doğuş Ü), Kaya EMERK (Marmara Ü), Kayahan FIŞKIN (Akdeniz Ü), Kayhan KANTARLI (EÜ), Kazım ABAK (ÇÜ), Kazım ÇAPACI (EÜ), Kevser KIRCALI (Anadolu Ü), Köksal ALPTEKİN (DEÜ), Kudret ÇERKESKİN (Boğaziçi Ü), Kutlay BURAT (AÜ), L. Berrin ERBAY (OGÜ), Lale AFRASYAP (Muğla Ü), Lale ÖCAL (İÜ), Levent KARACA (Ufuk Ü), Levent KIRILMAZ (EÜ), Levent SEVGİ (Doğuş Ü), Levent ÜSTÜNSES (EÜ), Lütfiye EROĞLU (İÜ), Lütfü BAKTIROĞLU (Harran Ü), M. Ali ALPAR (Sabancı Ü), M. Ekrem ÇAKMAK (ÇÜ), M. Kerem DOKSAT İÜ), Mahfuz ELMASTAŞ (Gazi OPÜ), Mahir GÜLŞEN (ÇÜ), Mahir ULUSOY (Abant İBÜ), Mahmut ACIMIŞ (Abant İBÜ), Mahmut KARAPEHLİVAN (Kafkas Ü), Mahmut N. DORAL (HÜ), Maide CİMSİT (İÜ), Maya A. ÖZDEMİR (Mimar SÜ), Mehmet A. KILIÇ (Akdeniz Ü), Mehmet C. AKYOLCU (İÜ), Mehmet ELBİSTAN (OMÜ), Mehmet ERBUDAK (ETH Zürich), Mehmet KARTAL (DEÜ), Mehmet ÖZDOĞAN (İÜ), Mehmet ÖZTÜRK (CBÜ), Mehmet SELÇUKİ (CBÜ), Mehmet T. ÖZCAN (İÜ), Mehmet TERZİLER (EÜ), Mehmet TUNCA (DEÜ), Mehmet TUNÇER (Gazi Ü), Mehmet ZİLELİ (EÜ), Mehtap A. TEMEL (Başkent Ü), Melih ERSOY (ODTÜ), Melike ŞAHİNER (Pamukkale Ü), Memet KARAKUŞ (ÇÜ), Meral ALPAY (İÜ), Meral MİRZA (ERCÜ), Mete K. GÜLMEN (ÇÜ), Metin KARADAĞ (Mimarlık Vakfı), Metin KUMLU (ÇÜ), Metin MANİSALI (DEÜ), Mine A. KÜÇÜKER İÜ), Mine ERGÜVEN (İÜ), Mine HEKİMGİL (EÜ), Muammer TUNA (Muğla Ü), Muhammet TÜRKOĞLU (ÇOMÜ), Muhsin KARAS (Abant İBÜ), Murat AKOVA (HÜ), Murat BELGE (Bilgi Ü), Murat ÖZYÜKSEL (İÜ), Murat PEKDEMİR (Kocaeli Ü), Murat TUNCAY (DEÜ), Mustafa ALTINTAŞ (Gazi Ü), Mustafa APAYDIN (ÇÜ), Mustafa ÇALAPOĞLU (KafkasÜ), Mustafa DEMİRCİOĞLU (EÜ) , Mustafa EROL (DEÜ), Mustafa FİDAN (DEÜ), Mustafa GÜNDÜZ (Sivas CÜ), Mustafa GÜR (Fırat Ü), Mustafa K. ÖKE (Abant İBÜ), Mustafa KARATEPE (Fırat Ü), Mustafa OKAN (ÇÜ), Mustafa OZESMİ (Erciyes Ü), Mustafa R. ERDEM (DEÜ), Mustafa ŞENOCAK (İÜ), Mutlu ARAT (AÜ), Muzaffer ERTEN (İTÜ), Muzaffer ESKİOCAK (Trakya Ü), Muzaffer TUNÇEL (Anadolu Ü), Müfit AKYÜZ (Marmara Ü), Müjgan KARATOSUN (DEÜ), Müşerref OTKUN (Trakya Ü), Müzeyyen SARITAŞ (Gazi Ü), N.Yakut ÖZGÜR (İÜ), Nafiz DELEN (EÜ), Nahit ÇAKAR (İÜ), Naime CANORUÇ (Dicle Ü), Nalan Y. DELİCE (ÇOMÜ), Nazan UYSAL (DEÜ), Nazire AKBULUR (ÇÜ), Nazmi TEKELİOĞLU (ÇÜ), Nazmi ZENGİN (Selçuk Ü), Nebi SÜMER (ODTÜ), Necat AKYILDIZ (Abant İBÜ), Necla ŞAHİN (DEÜ), Nedim SARIFAKIOĞLU ( Fatih Ü), Nedim SAVACI (Selçuk Ü), Nermin NERGİS (California Ü), Nesrin ÖZÖREN (Boğaziçi Ü), Neşe TUNÇEL (OGÜ), Nevin İLHAN (Fırat Ü), Nevzat KAVCAR (DEÜ), Nezaket EREN (Şişli Eftal EAH), Nezhun GÖREN (YTÜ), Nihal ERCAN (Boğaziçi Ü), Nilgün IŞIK (BoğaziçiÜ), Nilüfer KOÇAK (DEÜ), Nuran E. IŞIK (YYÜ), Nuray YILMAZ (DEÜ), Nurgün BIÇAKÇI (EÜ), Nuri ARDA (DEÜ), Nuriye AKEV (İÜ), Nurşen SUÇSUZ (Trakya Ü), Nusret KÖSE (OGÜ), Nüket ÖNELGE (ÇÜ), Nükhet TÜZÜNER (İÜ), O. Nuri ÇELİK (OGÜ), Oğuz ADANIR (DEÜ), Oğuz MAKAL (DEÜ), Oktay AVCI (DEÜ), Oktay ERBATUR(ÇÜ), Oktay UYGUN (İÜ), Olgu ÇALIŞKAN (ODTÜ), Olgun AKBULUT (İÜ), Onur ÇAKALOZ (DEÜ), Onur HAMZAOĞLU (Kocaeli Ü), Orhan BURSALI (Cumhuriyet Bilim T.), Orhan DEĞER (KTÜ), Orhan GÖLBAŞI (Akdeniz Ü), Orhan KAVUNCU (AÜ), Osman AÇIKGÖZ (DEÜ), Osman ELBEK (Gazi A.Ü), Osman GÖKÇE (EÜ), Osman KARAOĞLAN (DEÜ), Osman KÜÇÜKOSMANOĞLU (ÇÜ), Osman ŞİMŞEK (Trakya Ü), Oya BAŞARAN (Bilgi Ü), Oya SİPAHİ (DEÜ), Ömer BÖKE (OMÜ), Ömer C. BİLGİN (Atatürk Ü), Ömer GEMİCİ (Balıkesir Ü), Ömer KOZAN (DEÜ), Ömer L. DEĞİRMENCİ (EÜ), Ömer L. ERHAN (Fırat Ü), Ömür GÜLMEN (EÜ), Önder BARAN (DEÜ), Öner ÇETİN (Köy HGM), Özgül GÖRMÜŞ (ÇÜ), Özgür ASLAN (DEÜ), Özgür KASAPÇOPUR (İÜ), Özgür MÜFTÜOĞLU (Marmara Ü), Özlem YAVUZ ( Abant İBÜ), Öztekin OTO (DEÜ), Pervin BİLİR (ÇÜ), Pınar BALCI (DEÜ), R. Cengiz AKÇAY (ÇOMÜ), R.Suat IŞILDAK (Balıkesir Ü), Ragıp ÖZYÜREK (ÇÜ), Raika DURUSOY (EÜ), Ramazan AŞCI (OMÜ), Ramazan İNCİ (EÜ), Rauf UÇUCU (EÜ), Recep TUNCER (ÇÜ), Reha FİDANCI (AÜ), Reyhan UÇKU (DEÜ), Rıdvan ATİLLA (DEÜ), Rıza KANBER (ÇÜ), Rifat ULUSOY (ÇÜ), Ruhi UYAR (OGÜ), S. Ender DÜZCAN (PamukkaleÜ), S.Rıdvan KARLUK (Anadolu Ü), S.Süreyya ÖZBEK (EÜ), Sabahattin ÇAM (ÇÜ), Sabahattin MUHTAROĞLU (Erciyes Ü), Sabire KARAÇALI (EÜ), Sacide ATALAY (Haydarpaşa NEAH), Sacit ÖZER (DEÜ), Saime KAYAN (İTÜ), Sait ÇELİK (Fırat Ü), Salih ANGIN (DEÜ), Sami YILMAZTÜRK (Mimar), Seçkin ÇAĞIRGAN (EÜ), Sedat YANTURALI (DEÜ), Selda ERGUN (DEÜ), Selhan KARAGÖZ (DEÜ), Selma S. GÖKMEN (Trakya Ü), Sema BURGAZ (Gazi Ü), Sema İŞİSAĞ (EÜ), Sema ÖZAN ( DEÜ), Semih AYDOĞDU (EÜ), Semih ÇELENK (DEÜ), Semih SEMİN (DEÜ), Semiha GÜNAL (DEÜ), Semiramis YAĞCIOĞLU (DEÜ), Semra KOÇTÜRK (DEÜ), Şengül Ö. GÜR (KTÜ), Serap Ö. AYDIN (Balıkesir Ü), Serdar H. İSKİT (ÇÜ), Serdar SAYDAM (DEÜ), Serdar TÜZÜNEL (Akdeniz Ü), Serhan KÜÇÜKA (DEÜ), Serhat ARSLAN (OMÜ), Serhat PABUCCUOĞLU (İÜ), Serpil DEMİRCİ (SDÜ), Serpil HAZAR (EÜ), Serpil SALAÇİN (DEÜ), Servet BAYRAM (Marmara Ü), Sevgi ESKİOCAK (Trakya Ü), Sevil G. ARDA (DEÜ), Sevil GÜLÇUR (İÜ), Seyhan U. ONBAŞIOĞLU (İTÜ), Sezen KOŞAY (EÜ), Sezen OCAK (ÇÜ), Sıtkı PERÇİN (Sivas CÜ), Sibel A. ÖZKAN (AÜ), Sibel SÖNMEZ (EÜ), Sinan KARA (EÜ), Sinan KILIÇ (YYÜ), Sinan SEBER (OGÜ), Sinem DİŞKAYA (Kültür Ü), Songül ÇAKMAKÇI (Atatürk Ü), Suat KARAASLAN (ÇÜ), Suer ANAÇ (EÜ), Sultan ALAN (ÇÜ) Süleyman AYDIN (Fırat Ü), Süleyman DEMİR (Pamukkale Ü), Şahbal ARAS (DEÜ), Şakire PÖĞÜN (EÜ), Şebnem K.FİNCANCI (İÜ), Şebnem KUZULUGİL (Bilgi Ü), Şehnaz BOLKENT(İÜ), Şengül O.GÜR (KTÜ), Şerafettin KAYA (M. Kemal Ü), Şeref KILIÇ (M. Kemal Ü), Şerif YENİGÜL (EÜ), Şule KUT (Bilgi Ü), Şükrü ÖZGAN (Kahramanmaraş SİÜ) , Şükrü ÖZGAN (Selçuk Ü), Taha PARLA (Boğaziçi Ü), Tahir BALCI (ÇÜ), Tanay B. YILDIRIM (ÇOMÜ), Taner KUMUK (ÇOMÜ), Taner ONAT (EÜ), Tanju TOSUN (EÜ), Tansu MERTOL (DEÜ), Tayfun AKGÜL (İTÜ), Tayfun ÖZKAYA (EÜ), Tomris ALTUĞ (EÜ), Tufan KORAY (EÜ), Tuna EKİM (İÜ), Tuncay ÖZGÜNEN (ÇÜ), Turgay KARALI (EÜ), Tülay ÇELLEK (YTÜ), Uğur ATİK ( Mersin Ü), Ülken ÖRS (HÜ), Ülkü D. UYSAL (Anadolu Ü), Ümit BİÇER (Kocaeli Ü), Ümit D.TURAN (Anadolu Ü), Ümit K. ŞENTÜRK (Akdeniz Ü), Ümit ŞENESEN (İTÜ), Ümran BÜYÜKKAĞNICI ( ZTBEAH), Ünal ERTAN (Sabancı Ü), Vahit ÖZMEN (İÜ), Vasfi KARATOSUN (DEÜ), Vebil YILDIRIM (ÇÜ), Veli DENİZ (Kocaeli Ü), Veysel BATMAZ (İÜ), Volkan ÖZTUNA (Mersin Ü), Vural ALTIN (Boğaziçi Ü), Yağmur AYDIN (İÜ), Yakup SARICA (ÇÜ), Yalçın A. GÖĞÜS (ODTÜ), Yaman ÖRS (Akdeniz Ü), Yanki YAZGAN (Marmara Ü), Yavuz ILGAZ (İÜ), Yeşim E. ŞAHİN (DEÜ), Yeşim KURTAİŞ (AÜ), Yeşim Y. MENDİ (ÇÜ), Yunus E. EVLİCE (ÇÜ), Yusuf Z. ARAL (A. Menderes Ü), Yücel ARISOY (DEÜ), Yücel DEMİRAL (DEÜ), Yüksel ÖRGÜN (İTÜ), Zafer SINIK (Pamukkale Ü), Zehra TOSKA (Boğaziçi Ü), Zeki ARI (CBÜ), Zeliha BÜYÜKBİNGÖL (AÜ), Zeliha KERRY (EÜ), Zerrin SÖĞÜT (ÇÜ), Zeynel TUNCA (EÜ), Zeynep DERNEK (SDÜ), Zişan BULDAN (DEÜ), Zuhal BAHAR(DEÜ), Zuhal OKUYAN (DEÜ), Zühre ŞENTÜRK (YYÜ)