Add to Flipboard Magazine.

06 Ağustos 2007

MEDYAPOLİTEN YAZILAR


RENKLİ MECLİS’TEN “RENKSİZ” ANAYASA:
YA DA ‘SEÇİM TEZLERİNE’ ZEYL


Veysel Batmaz

Renkli bir yıkım Meclis’i olacağını neredeyse herkesin önceden “bildiği” TBMM’nin 23 Temmuz 2007 sabahı oluşan aritmetik bileşiminde var olan resim, medyası renkli ama üniversitesi ve kendisi renksiz bir toplumun (artık ona toplum demek de sosyolojik anlamda olanaksız) tüm rengârenkliğinin aslında biteviye gri bir degrade ton olduğunu çarpıcı olarak gözümüze sokuyor.
MHP, DTP’nin elini sıkarken, neden sorusunu sormadan elimiz şakağımızda, düşünmüyoruz. Bu jest bile artık olağan geliyorsa, aklımızı zorlamadan kabullenmenin son aşamasındayız; hele bir “kısmî medya”nın, bu olguyu nitelerken kullandığı sözcüklerin artık kavram olmadığı bir sürece sürüklenmiş bulunuyoruz. Bu tam bir “anomi.”
Bu toplum artık toplum olmaktan hızla uzaklaşıyor ve kimliklere ve derin ideolojilere bölünmüş “cemaat’ler” davranışıyla, zekâsız ve akılsız, Malinowski’yi bile şaşırtacak bir işlevsizliğe gümülerek, neredeyse Trobriand adalarındaki o “ilkellerin” toplumsal varoluşlarını bile özletecek hale geliyor (Bkz: Bronislaw Malinowski, Bilimsel Bir Kültür Teorisi, Çev: Saadet Özkal, Kabalcı Yay., tarih yok).

Evet, orada kurallar buradakinden daha işlevsel ve anlaşılır. “El sıkma” ne demek herkes biliyor orada, simgesinin göstermediği riyâkârlıkla da kullanmıyor; burada ise neyi imliyor “el” sıkma, bilemiyoruz. Bilsek de, Devlet’in elinin DTP’ye neden uzandığını anlayamıyoruz. Hoş bir jest mi, anlamsızlık mı? Sanki İngiliz avam kamarasındayız. Lordlarda olmaz bu. Zorlasak da, bu “el” sıkmayı anlayamayacağız; bilişimiz artık işlevsiz bir kendiliğindenliğe dönüşmüş. Artık davranış, işlevden uzak; neredeyse Freud’un çocukluk çağındaki baskının ergenlikteki patalojik dışavurumu gibi derin bir psikanaliz sağaltım gerektirecek regrasif düzeye erişiyor. Türkiye Cumhuriyeti, Mete Tunçayların hep yanlış olarak niteledikleri, tek parti “diktatörlüğü” içinde yaşadığı bir çocukluğun, regrasif sublimasyonuna doğru mu ilerliyor? “Musa’nın çocukları” mı bu patolojik travmanın ifadeleştirilişini üstlenenler? Moiz Kohen-Tekinalp, Mehmet Mehdi Ziya Gökalp, Avram Galanti-alp, Hüseyin Feyzullah-alp, Alpler çoğalıyor ve hepsi Musa’ya biat edip Türklüğü savunuyor. Onlar İslamik varyanta karşıydı. Bugünlerinki İslamcı, Musanın biatçılarına kapı açıyorlar, fark bu mu? İslamsız Türkçülükten, Türkçü İslamcılığa... Denemiştik; şimdi bir de Kürt mü ekleniyor? Evet, Türkiye’de artık, sağ sol değil; İslam-Laik değil, Freud ve Malinowski çarpışıyor. (Bkz ve Krş: Sigmund Freud, Musa ve Tektanrıcılık).
Çocuklukta (kuruluşta) yaşananlar mı, yoksa hergün yeniden ve yeniden yapılandırılan, toplumsal-ekonomik işlev mi, gelenek ve görenekleri (ideolojiyi) yaratıyor? Soru ve çarpışan taraflar bu.

(1) AKP’nin globalist kapitalist “sbt” devletin partisi olduğu açıktır. Seçim sonuçlarına hiç kimse şaşmasın, anlayışsızlık yapmasın. Hile falan olduğunu düşünmesin.

(2) 12 Martçı ve 12 Eylülcü “Atatürkçülük” bitmiştir. 12 Eylül’ün en sağlam YÖK başkanı, Mehmet Sağlam, devlet terbiyesi ile AKP milletvekilidir. YÖK’ü "Atatürk YOK" yapıp, Mustafa Kemal’i tarih kitaplarından ve tedrisattan yok eden bir kişi Ulusal olmayan Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilecektir.

(3) Ordu, İT’ciydi; artık o da bitti. Devletin bahçesinde artık Gül açacak. TSK, STK’lığını yavaş yavaş kaybedecek.

(4) Barzani seçimin tek galibidir. Büyük Ortadoğu Projesi gibi ne olduğu muğlak bir yapı taşının yerine, ne olduğu “açık ve net” bellli olan, Kürt Birleşik Devletleri kurulması projesi “açık ve net” olarak başlamıştır. Bu devletin meclisinin adı “Kürdistan Büyük Millet Meclisi” olacaktır.

(5) PKK işlevini tamamlamıştır. Oy alamadığı gibi artık lojistik desteğe de sahip değildir.

(6) AB yenilmiştir. İki kez yenilmiştir: (a) Seçim Gözlemci Heyeti, seçimlerin “hilesiz” ve “demokratik” yapıldığına hükmetmiştir. (b) ABD artık bölgenin İsrail ve Barzani ile tek hâkimidir. Payandası İngiltere ise, dümen suyundadır. Dümen ise belli, biziz.

(7) Türkiye uluslararası işbölümünde sınıf atlayacaktır. Satılması bittikten sonra, ama mutlaka daha “sonra”. Türkiye, eski teknolojileri ile global kapitalizme, katma değeri düşük “ara malı” işleyen bir ekonomik yapıya; doğal tarımı ve hayvancılığı yok edilmiş, ekmeğe muhtaç hale getirilmiş tam bağımlı ancak istihdam sorununda yedek iş gücü ordusunun optimum düzeyde tutulduğu çerçevede “orta-çevre” ülke haline, “küçülerek” gelecektir.

(8) Temel üçlü endüstri etkinlikleri, Turizm, İnşaat ve Tekstil, Çin’e bırakılacaktır. (Rixos oteller zinciri Çin’de otel ve resort yeri satın almak üzeredir.) Sadece Güneş ile idare edecektir; o da, o muazzam global tüccar Tıp fakültelerinin, “kanser yapar” fetvasına kadar.

(9) Bu üçlü endüstri yerine, hormonlu tarım, elektronik baskı teknolojileri (CD-DVD, vd.), ara-finans piyasası ve küçük ölçekli silah sanayi (jandarma ekonomisi) ikame edilecektir. “İkame” ekonomisi devam etmektedir.

(10) Seçimin sonucunda AKP büyümüş; milletvekili sayıları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti küçülmüştür.

(11) Zafer Üskül’ün önerileri, “devlet”in globalistleri tarafından kabul edilmiştir. Devlet globalist hale gelerek, 12 Mart’ını da, 12 Eylül’ünü de tedricen inkâr ve ilga etmektedir. Bunu fark ettirmemeye çalışmak, yegâne “psikoloijik harbi” omuş ve olacaktır. Anayasa değişecektir. TBMM’nin teknik olarak Anayasa’yı külliyen değiştirmesi olanaksız olduğundan, yerine Başkanlık mekanizmaları ile yeni süreçler ikame edilecektir. Türkiye, ikame ekonomisinin yanısıra, ikame ideolojisi sürecine girmektedir. Atatürk ikâme edilmiştir.

(12) Türkiye’de İslamist istismarcılara hep aynı oranda oy çıkar: 1950 DP % 58; 1965 AP % 52; 1983 ANAP % 47; 2007 AKP % 46. Hepsi aynıdır. Hepsi dünya ekonomisinin dönüşümü içindeki “basamaklarda” “iktidara” gelmiştir.

(13) 1939’dan bu yana değişen bir şey yok. 2039’a kadar...

Veysel Batmaz

Hiç yorum yok: