22 TEMMUZ TEZLERİ
Yalçın KÜÇÜK - 23 temmuz 2007
--hapiste, sevgilisi tarafından terk edilen mahpus misli çaresiz oldum. çaresizlik içten yanmak, dışa görünmez duman salmaktır. dumanımı gördüm.--
Birinci Tez : a) Seçimin çıplak mağlubu, Deniz Baykal’dır. b) Mutlak mağlubu, Tayyip Erdoğan oldu. c) Devlet Bahçeli, hiç kazanamayan olarak, çıkıyor. Bu seçimle, gelecek itibariyle, önünü kapatmış görünmektedir.
İki : Tayyip Erdoğan, duramayacağı bir tepeye çıkartılmıştır. a) Düşer. b) Düşürülür.
Üç : Bir seçimde ve son on beş gününde bu kadar ağır söze, suçlamaya, dışlamaya muhatap olan bir kimsenin, başka sebepler bir yana, başbakanlıkta kalmasını düşünemeyiz. Ya düşer/düşürülür ya da cumhuriyet kadük olur.Artık zaaflarını görebildiğini anlıyoruz; seçimden hemen sonra, söylenenlerin seçim alanlarında kalmasını istemesini ve bir “ak sayfa” hayal etmesini, böylece anlamak durumundayız. Buna mutlak ihtiyacı var.Burada, DB ye güveni tamdır.Arada bir “Kudüs Mutabakatı” olduğu ortaya çıkmaktadır.
Dördüncü Tez : O halde, cumhuriyet’in, “düşme” veya “kadük” halindeyiz. Son aşama’dır.Demek ki ve artık cumhuriyet “sara” haline girmiştir; bu Arabi kelime, Türkçe “düşme” ve Latince, “caducus” veya “caducarii” sözcüklerinin karşılığıdır. O halde en aşağı aşama’dayız.Osmanlı’ya “l’homme malade” deniyordu ve şimdi “hasta cumhuriyet” dememiz yerindedir.
Beş : 22 Temmuz, seçim değil “oyun” olmuştur.Ve “Caligula” oyun içinde oyun’dur.
Altıncı Tez : “Oyun” esas, Mayıs Sonu-Temmuz Sonu arasında sahneye konmuş görünmektedir.a) Barzani ve Talabani isimlerini yeni öğrenmiş olan DB, bir de Öcalan’ı ekleyerek, seçim hitabetini bunlar üzerine kurmuş ve sürekli “sınır ötesi” tezkere istemişti. b) Öte yandan, DB de, buna ip ve idam ile şiddet artırımı yapıyordu. Seçim platformlarında hep sözlü sehpalar kurulduğunu hep hatırlamak zorundayız.İşte tam bu ve aynı zaman aralığında, bir de, kurmay sınıfının, ne yazık, yeniden sınıfta kaldığını müşahede ettik. Ak-ist hükümetini, düvel-i muazzama’nın ne gerekçeyle kurduğunu unutan yüksek komutanlık da, seçim dönemi olduğunu dahi hatırlamadan, “bir tezkere” alması halinde Musul’a müdahale edeceğini tekrarlamıştır. Amma bücür seçimin çok kısa kampanya süresince bu diskur şaşırtıcıdır. Dolaylı olarak Barzani’nin seçim alanına çekilmesi demektir.Bu seçimde Barzani mebzulen rey atmıştır ve ak-ist sandıkları doldurmuştur. Batı yakasında, apocu kategorize edilen oylar, uras, tuncel ve erbaş’a atılanlardır; iki yüz bin sayıyoruz. Baskin Oran’inkiler, utangaç ak-ist diyebileceğimiz yeni mürtecilerin bir-iki bini dışında Barzanici Kürtlerden geliyordu. Demek ki bu bir oyun’dur. “Demokrasi” veya “zafer” adını verdikleri de işte budur.Barzani’nin oyun’a dahi “demokrasi zaferi” veya “ordu’ya karşı muhtıra” tabir eden gaflet ve dalalet sahipleri çoğunluktadır.Bunlara kısaca “yoldan sapmışlar” dememiz yerindedir. Çokturlar.Ne olmaktadır, böylece yapılan, akistler’in heybesine iki büyük ganimet koymaktır. a) ak-istler, Türkiye ve Musul Kürtleri’nin hamisi ve koruyucu haline getirildiler. b) Türk gericiliği ile Kürt gericiliğinin ittifakı bu şekilde perçinlenmektedir. Bu perçin, ilk olmaktadır.Ben kırk yıldır bunu, Türk gericiliği ile Kürt gericiliğinin birliğini önlemeye çalışıyordum.Kırk yıldır Türk ilericileri ile Kürt ilericilerinin birliğini kurmaya çalışıyordum. Benim gezilerim budur.İş, önce “ilerici” yapmaktır. Önceleri kazandım. Şimdi kaybettim. İnsanlar ana rahminden “ilerici” çıkmıyorlar; devrimci, gerici doğanı, ilerici yapandır, bunu ilke biliyordum. Kürtleri ilerici yapmaya çalışıyorduk, yaptık. Şimdi yokturlar.O halde akistler’in Doğu illerinde “tulum”çıkarmaları ve İzmir misli Batı illerinde büyük sıçrama yapmalarının en büyük nedeni buradadır. Kuşkusuz başka nedenler var, ancak, önemli olan budur ve bu bir hediye’dir. Üç el ile bir “zafer” hediye edilmiş olmaktadır.Nitekim, Mayıs sonunda DB nin seçimin birincisi olarak görülmesi ve bir ara “başbakan” olarak dolaşması ve seçim gecesi TE nin, Fikret Bila’ya, başlangıçta böyle bir sonucu hiç beklemediğini tevil yollu ikrar etmesi bu merkezdedir. Başta TE ve Mhp başkanı DB, seçim sonuçlarına “hayret” etmelerinin bir nedeni buradadır. Tek neden olmamakla birlikte çok önemlidir. Bu pratikte diğeri teoride son derece önemlidirler.
Yedi : Oyun, hediye’dir.Siirt seçiminin, a) iptal ile aceleyle tekrarına karar verilmesi ve b) yenilenen seçime TE nin aday kabul edilmesi hukuk dışıdır. Demek ki TE nin milletvekilliği ve başbakanlığı da hukuk dışı ve hediye olmuştur.TE, başbakanlıkta hukuk dışı kalmıştır.Demek ki DB, başkaları bir yana, sırtında hep, içinde TE için hediye dolu, bir heybe taşımaktadır.
Sekizinci Tez : Sonuncu hediye’yi ve oyunu gördüm ve hep bozmaya ve/veya ertelemeye çalıştım. Çaresiz kaldım. a) DB’ye “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacaksın” demem, b) Seçimden kaçtığını ve bir hafta Cenevre’de, Avrupa’nın en karanlık dönemini açan Viyana Kongresi’ne atfen, “Kongre Eğleniyor” sözünü çağrıştırdığını, işaret etmem, c) Daima bu meşruiyetten yoksun seçimin geciktirilmesini önermem, d) Seçim’den hemen sonra deniz savaşının başlayacağını ve deniz’in dalgaların altında kalacağını haber vermem de hediye’yi, önceden görmüş olduğumun göstergeleri değerindedirler. Ama etkileyemedim ve çaresiz kaldım.DB, artık dalgaların altındadır.Orada kalacak ve orada tutulacaktır.Başta TE, orada tutacaklar.DB olmadan TE’nin başbakanlıkta kalması düşük ihtimaldir.Ama ben, “kalamaz” demek durumundayım. Çaresizlik, şimdi daha uzaktadır.
Dokuzuncu Tez : Pek çok ahmağın kelam eylediği üzere, ak-istler, ordu’ya karşı bir söylem nedeniyle hükümette kalmadılar ve tam tersine, diskurları hep “ordu ile anlaştık” olmuştur.AD televizyonu ve matbuatı hep bu anlaşma haberini yayıyordu ve buna “Dolmabahçe Mutabakatı” adı veriliyordu ve hala verilmektedir. AD kalemşorları ve spikerleri, Mutabakat’ın bir tarafına Bülent Hamido Arınç’ın ayağının altındaki toprağın çökertilmesini, CB için türbansızlığa doğru uzlaşmanın kabulünü koydular ve öte yandan, diğer tarafında da, Caligula’nın görülmemesi var. Bunu açıklamadılar, amma, öyle mütalaa etmek isabetlidir. Seçimden önce formüle ettiğim “oyun içinde oyun”, işte budur. Gerçekten bu mudur; söylemek zor, ancak, benim böyle baktığım kesindir. Ve en azından “oyun içinde oyun” sözü kayıtlıdır.
On : O halde 22 Temmuz’a “halk muhtırası” demek bir falsifikasyondur. Yüksek komutanlığın bu “mutabakat” edebiyatını tekzip etmekten ısrarla uzak kalması ve buna kuşku düşürebilecek her türlü hareketten kesinlikle sakınması, falsifikasyonun ispatıdır. Bu, bir ve daha da önemlisi halkın olmadığı yerlerde, “halk muhtırası” demek abesle iştigaldir.Kaldı ki, A. Gül’ün son günde bile, 27 Nisan Açıklaması’nın “tamir edildiğini” söylemesi, falsifikasyonun ön-falsifiye edilme halidir.
Onbirinci Tez : 3 Kasım 2002 Seçimi’yle ilgili “Üç Kasım Tezleri”, o gece kaleme almaya başlamıştım, çok acıdır. Üç Kasım Tezleri’nin beşinci tezi şudur:“Beşinci Tez: Cumhuriyet, tarihinin en büyük krizi ile karşı karşıya gelmiştir. Tanımlarını reddeden bir fiili durum var ve Cumhuriyet, düşünebilen kadrolarını ve kaynaklarını tüketmiştir. Krizi kavraması imkansızdır.”Cumhuriyet krizinin temelinde “kemalistlerin kemalizme ihaneti” var; ancak ihanet süreci içinde akılları ve paradigmaları da değiştiği için krizi kavramalarını bekleyemiyoruz ve kavrayamamaktadırlar. Şimdi ne seçim’i ve ne de oyunu anlayabiliyorlar; bu nedenle, “22 Temmuz” üzerine söylenenlerin hepsi laf salatasıdır.Bu durum, ak-istlerin hükümette tutulmasından daha vahimdir ve umut kırıcıdır.
Onikinci Tez : 22 Temmuz, “seçim” değil, 12 Mart 1971 Senaryosu’nun tekrar sahneye konmasıdır.a)12 Mart, 1960’lı yılların Harikulade Yükselişi’ne tepki idi. Arayan, soran, tartışan sınırlarını aşan ve ufkunu genişleten bir insan çıkıyordu, korkulmuştur. Sonunda, 15/16 Haziran 1970 günlerinde işçi-insan sel olmuş, sendikal haklarının önüne konulan barajların üzerine yürümüştür. 12 Mart, insanın yükselişine karşıdır.b) Nisanist yürüyüşler daha ürkütücü olmuştur. “Never-again!” demişlerdi ve bu acele ve bücür seçim işte bunun için düzenlendi. Nisancıların rüzgarını almak için, hukuk dışı oldular ve telaşla ikinci 12 Mart’ı sahneye koydular. Hepsi bu kadar.12 Mart Muhtırası’nda ne kadar halk varsa bu oyunda da o ölçüde halk olmuştur.a) Adayların tesbitinde hiç yoktular. b) AD gazeteleri hala pek çok bacım-milletvekilini falan filan’ın “eşi” olarak yazıyor, hala eşleri var, kendileri yokturlar. c) Dört veya beş kişi uzaktan, “tele”, atıştılar. Bu atışmaların daha iyileri Yedi Kule’dedirler. d)Bir tek mahalle ve kahve toplantısı yapmadılar.Halkı hep nisanist gördüler, çoktular, abd’ye, ab’ye, toprak ve vatan satışına karşı idiler ve çok korktular. Korkuda ortaktılar.
Onüç : 12 Mart Muhtırası halksız bir seçimdir.22 Temmuz’da halk yoktur.Meşrutiyet’ten beri ilk defa bir seçimden halkı kovdular.22 Temmuz, seçimsiz hükümet olmanın en yüksek aşamasıdır.Halkın, siyasetten ve seçimden çıkarılmasının son aşamasıdır.Bu oyuna, iktidar mevkiinde bulunanların hiç itiraz etmemeleri çok öğreticidir.Bu oyuna, de facto, tek gazete ve tek televizyon ile girilmiştir. Bücür seçim döneminde AD televizyon ve gazetesinin, depolitizasyonu had safhada propaganda ettiğini biliyoruz; halkı seçim olmadığına inandırmaya çalışıyordu. Adeta kimselerin duymadığı bir seçim oynanıyordu. DB’nin AD ile kaynaşmış hareketi veya hareketsizliği çok dikkat çekicidir. DB, kaçıyordu; bir tek AD’nin ipine güveniyordu ve sarılıyordu. Şimdi dalgaların altındadır.AD matbuatının, seçimlerden sonra , her ne demekse, “bir aileyiz” reklamları yapması, bilboard’lara çıkması ve sayfa sayfa ilanlarla Atatürk’e sığınmalarını suçluluk hali olarak anlayabiliriz.Bu seçimde parti örgütleri de yok oldular. Mitinglerdeki platformları da reklamcılar kurdular. Halka, tele’nin dışında hiçbir bilgi akışı olmadı; bu bir devlet politikasıdır. Eylülist Darbe’den sonra hep “erken seçim” yapılmasının nedeni budur; halksız politika devlet doktrini’dir.Partiler, halkın politika yapmasının vazgeçilmez araçlarıdır. Artık politikanın gaspçıları, moda deyimle, kap-kaççı’ları oldular.Üç-dört “parti”, halkı politikadan çıkardılar.Üç-beş , bütün tahsilleri boyunca ortaya dereceyi aşamamış “lider”, parti teşkilatlarını lağvettiler. Artık yokturlar.Bundan böyle işte bu “liderler” değişmezler. Aralarına yenilerini sokmazlar. Bu devlet doktrinidir ve “demokrasi” lafı bunun üzerine geçirilmiş bir şaldır.
Ondördüncü Tez : Tütüncüler de verdiler, fındıkçılar da verdiler; timsah göz yaşları dökmek demektir.İstanbul’da işsiz işçi, asgari ücretle kapı bekleyen genç kız, sigortasız özel güvenlikçi, muhtemelen, bunlar da verdiler. Oy sayımına güveneceksek, vermiş olmaları gerekmektedir.Buna şaşıramayız, şaşıranlar, a) yenilik mücadeleleri tarihini b) sosyal mücadelenin ne anlama geldiğini c) yıllardır bir takım insanların işkenceye ve zülme göğüs siper ederek neden halkı ve işciyi bilinçlendirmek istediğini, d) zülum idarelerinin bunları bastırmak için hiçbir zülmü eksik bırakmadığını, ve asıl önemlisi e) Tağmaç-Evren-Özkök diktatorlarıyla, cumhuriyet insanının çökertildiğini ve sınıfi bakışın ortadan kaldırıldığını bilmeyen cahillerdir. Bunların diğerlerinden hiç farkı yoktur.1963 yılında dahi Türk insanı Roma’nın varisi ve Avrupalı’dır.Şimdi ne olduğuna karar verebilmek için tarif tartışması zorunludur. Yapmıyorum. Ancak, Cengiz Han’ın sürülerinin tahribatını hatırlıyorum. Bu tahribattan yeni bir yürüyüş ve kuruluş ile çıkmıştık. Romalı oluşumuz işte bu kuruluştadır.
Onbeş : Bu insan, çok uzun ve çok kapsamlı bir mücadelenin ürünüdür. En erken Tanzimat ile başlar, Meşruiyet ile devam eder ve Cumhuriyet ile yeni kişiliktedir.İkinci Mahmut ve Tanzimat, bizde yeni ve akli insan yaratma mücadelesinin başlangıcıdır.Bu insanı bozmak da uzun sürmüştür; Tağmaç-Evren-Özkök büyük bozuculardırlar.
Onaltıncı Tez : Halit Ziya Mai ve Siyah’ı, Halide Handan’ı, Reşat Nuri Çalıkuşu’nu, Yakup Kadri Yaban’ı boşuna yazmadılar. Başkalarıyla birlikte bunlarla, yeni insanı, bizi, kurdular.
Onyedi : Türkiye İşci Partisi’nin kurucu başkanı Mehmet Ali Aybar, Doğu seferine çıktığında, “Marabalar, Irgatlar, Kardaşlarım” diye haykırıyordu. Onlara, şeyh ve ağalardan ayrı olduklarını haber veriyordu. Ayrı olduklarını bilmek sınıfi bakışın başlangıcıdır. Sınıfi bakış, çıkar ve dolayısıyla ekonomi temelli olduğu için akılcılığı içinde taşımakta ve büyütmektedir.Doğu halkı bu çağrıyı daha çabuk sevdi. Batı’da, Türkiye İşci Partisi’nin toplantılarını, Fethullah Gülen’in başkanlığındaki komünizmle mücadele dernekleri basıyordu. Güvenlik güçleri yardımcıdırlar.Sol ahmaklar, sınıfi bakışın var olduğunu sanan zavallılardır.Sınıfi bakışı yaratmak, “sınıf” sözüyle başlamaz; alfabesinde, yönetenlerle yönetilenlerin ayrı tayfalar olduğunu göstermek yazılıdır. Ancak bundan da önce “sol”, rasyonalizm’dir. Rasyonalist olmayan, sınıf içgüdüsü ile hareket etse de sınifi bakma imkanından uzaktırlar.
Onsekiz : Kitabi dinlerin kendine has mantıkları vardır; İslam, yükselişi ve yayılma aşamasında Aristo’yu asimile ediyordu. Tarikatlar’da ise akılcılık yoktur, karşıdırlar; İslam’ın içinde sayılıp sayılmamaları tartışmalıdır. Ben saymıyorum. Akıl değil duygu yüklüdür; erotizme, bunun ötesinde dinsel bozulmaya çok yakındırlar. Masoşizm de yakınlarındadır; acı verenleri, yerde süründürenleri, aşağılayanları seviyorlar.Akistlere oy veren tütüncüler ve fındıkçıların tarikatlara bağlı olduklarını tahmin edebiliriz; ancak masoşist olduklarında kuşku yoktur.
On dokuz : O halde, listelerin pek çok yerlerini tarikat şeflerinin belirlediğini unutabiliriz; amma, oylara tarikatların hükmettiğini ise asla unutamayız. Çünkü matbuatları, tarikatları yazdılar; tek tek değil tarikat tarikat aldılar.O halde, durum bu olduğuna göre, bir halk zaferinden, bir sivil muhtıradan ve doğrudan doğruya bir seçimden söz edenlere, kargaların gülmeleri uygundur. Ben de çaresizlikle istihza ediyorum.Tarikatlar, akistlere “oy” taşıdılar.
Yirminci Tez : Bu oyun, Tel-Aviv, Abd, AD ve FG adlarına yazılıdır.
Yirmibir :Z.Livaneli’nin ifşa ettiği, DB’nin, TE’yı gayri meşru Siirt seçimi ile meclise sokup başbakanlık koltuğuna oturtmak üzere düzenlediği komplo çok önemlidir ve başarılı olmuştur. Benim, ne yazık ki pek yalnız bir şekilde ve başından itibaren Siirt seçimini ve dolayısıyla TE’nin başbakanlığa oturtulmasını meşru görmediğim hatırlandığında bu ifşaatı doğru bulmam doğaldır. Doğru buluyorum.DB, mugalata ile bir anayasa değişikliğine dayanmaktadır. TE’nin tekrarlanan Siirt seçimine kabul edilmesinin anayasa değişikliğiyle ilgisi yoktur. Yasaklı veya yasaksız, Siirt seçiminde TE’nin yeri yoktur ve hediye almaktadır.Livaneli’nin ifşaatına göre DB, Aralık 2002 tarihinde, Mehmet Sevili’nin, terlikle girilen evinde, TE’yi kanunsuz olarak meclise sokmaya karar vermiş ve daha sonra da TE-DB özel yemeğinde, Ben-Gurion ve Adnan Menderes gizliliğine özen gösterildiğini anlıyoruz, tarikatları-şeyhleri ve ağalarıyla Doğu’yu TE’ye bırakmıştır. Kendisinin laik Batı’yı aldığını öğreniyoruz.Ancak DB’nin bu işi kendiliğinden yaptığına inanamayız. Washington-İsrael planlarına uyum var ve Ben-Gurion ve Adnan Menderes’inkini hatırlatan bir seromani ile, Bop’un temelleri atılmaktadır. “Kudüs Mutabakatı” adını vermemiz yerindedir.Dolayısıyla DB’nin bu seçim oyununu böylece tertip ile bütün sahneleri teslim etmesini de özgün kabul edemeyiz. Burada da taşeron’dur.
Yirmi İkinci Tez : Üç transformatör veya bozucu ortadadır; a) İmam-hatipler din bilgisi vermek için değil, cahiliye devri insanları yaratmak üzere çalışmaktadırlar. TE’nin de din bilgisi pek çok zayıftır. b) Televizyonlar, diziler, dizici ve manken yaşamları ve diğerleri bir diğer bozucudur. Hiçbir mantık ve ahlak ilkesi olmayan, hedonist, taklitçi ve vücudunu piyango bileti sanan, insanlar imal edilmektedirler.
Yirmiüç : c) Asıl transformatör, pkk’dir ve vazgeçilemez konumdadır. Pkk ile bütün hukuk sisteminin ve güvenlik teşkilatının kolaylıkla bozulması bir yana, varlığı, Doğu’nun şeyh ve ağalara teslim edilmesinin tek ve en kesin yolu olmaktadır. Bu sayım bunu doğrulamaktadır; demek ki Türkiye, Kürtler’den önce Türk politikacıları ve iktidarları tarafından bölünmektedir.Ahmet Türk bile bozulmanın hızına şaşırmış görünmektedir.Demek ki, devlet, bir süre daha pkk’ya muhtaçdır.
Yirmi Dördüncü Tez: Fabrikaları ilahi sessiz, caddelerinde yürüyenleri olmayan, üniversiteleri sürü imalathanesi olan bir Türkiye esastır. Yaklaşılmıştır.
Yirmibeş : Fındık üreticiler de ak-istlere verdi, yollu timsah göz yaşı dökenin de ak-istlere oy vermiş olması ihtimali yüksektir. Çünkü, Bilkent, Bilgi, Sabancı türü üniversitelerin akepe ocakları olduklarından kuşku duyamayız.
Yirmi Altıncı Tez : Bu tablodan uzaklaşabilmek için, ilk planda, Chp ve/veya Mhp’nin, Kürt ortamında kendi kopernik devrimlerini yapmaları şarttır. Amma mümkün ve muhtemel olmaktan uzaktır.
Yirmi Yedi : Chp ve Mhp, puanlarının en yüksek noktasını elde etmiş durumdadırlar. Bundan sonra yalnızca düşürmek eğilimleri var.
Yirmi Sekizinci Tez : Yapılmayan seçime üzülmek anlaşılabilir, ancak yersizdir. 22 Temmuz’un hiç kıymet-i harbiyesi yoktur.
Yirmi Dokuz : 22 Temmuz, bir darbedir.Anayasa’ya göre tarafsız olmaları gereken, iç işleri, adalet ve ulaştırma bakanları şeklen dahi tarafsız olmamışlardır.Yüksek Seçim Kurulu, bir kuruldur, güvenden yoksundur ve seçim ve sayım yargı denetiminden yoksun kalmıştır.Tayip ERDOĞAN, 12 Mart Darbesi başbakanlarından Naim Talu mislidir. Daha sağlıksız, daha az yetişmiş veya yetişmemiş olabilir; fakat aynı kategoridedir. 12 Mart Meclisi’nden farkı, öncekiler hazır bulunmuştu, bunlar, yer yer çok acıklı, fakat çok zaman güldürücü sahnelerle derlenmişlerdir.Şimdi çıkartıldığı tepede şaşkın bakmaktadır. “Beni kim itti” yollu soran gözleri var. Ürkmüş ve hatta korkmuş görünmektedir.
Otuzuncu Tez : 1923 Cumhuriyeti’ni tamir ile kurtarma kapısı kapanmıştır. Devrimci bir şekilde İkinci Cumhuriyet’i kurmak tek yoldur.Heyecanlı, zahmetli, iniş-çıkışı olan, uzun bir yoldur.Bir uzun yolun başındayız.
Otuzbir : Yol, Çaredir.
Prof. Dr. Yalçın KÜÇÜK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder