Add to Flipboard Magazine.

31 Aralık 2008

AMİRAL GEMİSİNİN REKTÖRÜ


Prof. Dr. Yunus SÖYLET, üniversitelerin amiral gemisi İstanbul Üniversitesi'ne rektör olarak atandı. Kendisini kutluyor hukuk içinde bir rektörlük yapmasını temenni ediyoruz.

26 Aralık 2008

İNTİHALCİ DEKAN

Ege Üniversitesi (E.Ü.) Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, üniversitenin fen fakültesi dekanlığına ''intihal'' suçunu işlemiş bir öğretim üyesinin getirildiğini ileri sürerek, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, E.Ü. Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz ile bu konuda üniversite ve fakültede sorumluluğu bulunan yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu bildirdi.Kayhan Kantarlı, yaptığı yazılı açıklamada, ''intihal'' yani aşırma suçunun, üniversite öğretim mesleğinden veya kamu görevinden çıkarma cezası gerektiren en ağır bilim etiği suçu olduğunu hatırlattı.Bu suçu işlemiş bir öğretim üyesinin dekanlığa getirilmesinin yetkilerin kötüye kullanılması anlamına geldiğini ifade eden Kantarlı, açıklamasında şu görüşleri yer verdi:''E.Ü. Araştırma Fonu'nca da desteklenen bazı sıvı kristal araştırma projelerinden kaynaklanan sözde bilimsel makalede başkalarına ait bilimsel eserlerden aldıkları verileri, çalışma arkadaşlarıyla birlikte bu projelerle ilgili olarak farklı bileşimdeki sıvı kristal malzemeler için elde edilen verilermiş gibi kullanarak çok ağır bir bilim etiği suçu işlemiş oldukları, gerek bu durumu aynı dergilerde bilimsel bir üslupla ilan ettiğim, editörlerin kanıtları görüp onay vermesiyle yayınlanan 2 yazı ve gerekse TÜBİTAK'ın aynı nedenlerle bilim etiği cezası vermiş olmasıyla bilimsel olarak kanıtlanmış olan öğretim üyelerinden birinin, düzenledikleri seçime dekan adayı olmak için katılmasına izin verdikleri ve seçimde birinci olan bu öğretim üyesine tüm sakıncalarını bilerek YÖK'e gönderilen 3 kişilik aday listesinde yer vererek dekan olarak atanmasını sağladıkları için üniversitemiz rektörü sayın Prof. Dr. Candeğer Yılmaz'ı huzurlarınızda görevinden istifaya davet ediyorum.''

E.Ü. Rektörü Yılmaz'ın, bu atamayla yetkilerini bile bile kötüye kullandığını ve üstlenilen bu sorumluluğa YÖK'ün de söz konusu öğretim üyesini dekan atayarak ortak olduğunu ileri süren Kantarlı, bu nedenlerle Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na YÖK Başkanı Özcan hakkında, İzmir Cumhuriyet Savcılığı'na da E.Ü. Rektörü Candeğer Yılmaz ile bu konuda sorumluluğu bulunduğunu ileri sürdüğü üniversite ve fakültede görevli yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu kaydetti.

11 Aralık 2008

REKTÖR ADAYI PROF. DR: VEYSEL BATMAZ'IN MEDYA ANALİZİ

AVUSTRALYA'NIN DEVLET RADYOSU SBS, PROF. DR. VEYSEL BATMAZ İLE KONUŞTU:
"MEDYA TÜRKİYE'YE DÜŞMAN YETİŞTİRİYOR": Söyleşiyi dinlemek için tıklayın: http://vbatmaz.gemlikforum.com/

20 Kasım 2008

AA1 YİNE ÜFÜRÜYOR....

AA1 yine üfürmeye başladı. Bir de kıytırıktan tehdit ediyor... Prof. Dr. Veysel Batmaz ise diyor ki, "reytinglenmiş tıf tıfın dava'sı olmaz."

AA1'in 19.11.2008 tarihli yazısını okumak için tıklayın:http://www.bugun.com.tr/yazar.asp?yaziID=46384

AA1'in 20.11.2008 tarihli yazısını okumak için tıklayın: http://www.bugun.com.tr/yazar.asp?yaziID=46423

Rektör Adayı Prof. Dr. Veysel BATMAZ’ın, adeta “üniversite”nin içinde bulunduğu duruma çok benzer bulduğu Türkiye’deki medya yapısında en sağlıksız boyut olan reyting sistemi ile ilgili Zaman’daki röportajın ilk bölümü için lütfen tıklayın: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=758063&title=reyting-teroru-silahli-terorden-daha-tehlikeli

Veysel Batmaz'ın Nuriye Akman ile yaptığı Röportajı’ın 2. Bölümü için lütfen tıklayın: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=758401&title=reyting-olcme-sistemi-degisse-devletin-taslari-yerinden-oynar-2

Şimdi de aşağıdaki haberi okuyun: http://www.haber3.com/news_detail.php?id=424656

AGB ‘Sovyetler’den beter !



Türk televizyonlarının reyting ölçümlemeleri her gece önce neden İtalya’ya gidip öyle Türkiye’ye geliyor ?
19 Kasım 2008

HABER3.COM





Yazarlar, televizyon eleştirmenler, programcılar, ünlüler, yapımcılar.. Herkes reytinglerden şikayetçi.. Herkes reytinglerde “gizli bir el” olduğunu söylüyor.. En son, reytinglerde zaten birinci olan Kurtlar Vadisi yapımcılarının bile “reytinglerle oynuyorlar” açıklamasının ardından tartışma sürüyor..Milliyet gazetesinden Ali Eyüboğlu, Sabah’tan Yüksel Aytuğ ve Yeni Şafak’tan Bekir Hazar, yıllardır süren ve zaman zaman alevlenip sönen bu iddiaları şu günlerde daha çok gündem tutmaya çalışıyor.Bugün özellikle Bekir Hazar’ın köşe yazısı dikkat çekiyor. Hazar, Yüksel Aytuğ'un “AGB yönetimi şeffaf olmalıdır” çağrısına destek verirken, daha önce

Fehmi Koru’nun gündeme getirdiği bir soruyu da yineliyor: “Ortada kapılarını kapatmış bir kurum var. Hiçbir soru cevap bulamıyor. Ve bu kapalı kapılar ardındaki kurum Türkiye’nin seyirci profilini oluşturan reyting ölçümlerini yapıyor. Bu ölçümlere göre de program formatları belirleniyor. Bu formatlara göre de seyirci alışkanlıkları, kültürü, yaşam tarzı ortaya çıkıyor.Böylesine bir döngü içinde, merkezin tam ortasında yer alan en sorumlu kurum, Sovyetlerden beter bir kapalı kutu haline geliyor. Sovyetlerin sınırları kapalıydı. Vatandaşları ancak Doğu bloku ülkelerine gidebilirdi. Başka ülkelerde ne olduğunu bilen yoktu.AGB bu görüntüden süratle kurtulmalıdır. Tüm soruları açık yüreklilikle cevaplamadığı sürece öcü gibi kalmaya devam edecektir. Örneğin Fehmi Koru’nun gündeme taşıdığı “Deneklerden gelen veriler neden İtalya’ya gidip, orada işlem gördükten sonra Türkiye’ye dönüp açıklanıyor?. Aradan geçen saatlerde neler oluyor?” sorusundan başlayabilirler... Tabii başlayabilirlerse...”

http://www.haber3.com/news_detail.php?id=424656

09 Kasım 2008

İstanbul Üniversitesi rektör adayları ve rektörleri arası “10 Kasım Kompozisyon” yarışmasına katılmak zorunludur ve reesen mesajlar incelenerek, birinci ilan edilecektir.

Vistilef Yarışma Komitesi

10 KASIM 1938

BATMAYAN GÜNEŞ
batmayan-gunes.pps

İzlemek için çıkan kutularda "Read-only" düğmesine basın...

08 Kasım 2008


İstanbul Üniversitesi 1 Kasım 1933’de Mustafa Kemal Atatürk ve Maarif Vekili Dr. Reşit Galip tarafından kurulmuştur. Mustafa Kemal’in 70. ölüm günününü anmayı zaten yok sayamayacak olan Rektörlük, Üniversitemizin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kuruluşunun 75. yılını neden görmezlikten gelmektedir? Soruyoruz... Cevabını bekliyoruz...
Vistilef Tarih Grubu

29 Ekim 2008

REKTÖR ADAYI VEYSEL BATMAZ'DAN KUTLAMA:

Bu büyük üniversitede, ortaokul kompozisyonu düzeyinde bayram kutlamalarından, anlamsız çelenk törenlerinden artık helâk olduk. Unutmayalım, bu üniversite Mustafa Kemal Atatürk ve Dr. Reşit Galip’in kurduğu İstanbul Üniversitesi’dir.


29 Ekim 1923
Türkiye Cumhuriyeti
1 Kasım 1933
T.C. İstanbul Üniversitesi


Tüm karar verici öğretim üyesi arkadaşlara, öğrencilerimize ve çalışanlara, kuruluşumuzun iki yıldönümü de kutlu olsun.

Rektör Adayı
Prof. Dr. Veysel BATMAZ
http://www.rektorbatmaz.blogspot.com/
http://rektorveyselbatmaz.blogcu.com/

27 Ekim 2008

İstanbul Üniversitesi Arşiv Yangınından Sonra Görevden Alınma Depremi Yaşıyor

Duyuru:
İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İrfan PAPİLA ve Prof. Dr. Erhan GÜZEL 27.10.2008 Tarihi İtibariyle Rektör Yardımcılığı Görevlerinden Alınmışlardır. http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1644

23 Ekim 2008

REKTÖR ADAYI PROF.DR. VEYSEL BATMAZ:

Rektör Adayı Prof. Dr. Veysel BATMAZ tanıtım ve etkinlik çalışmalarına 24 saat devam ediyor. Bugüne kadar 200'e yakın öğretim üyesini tek tek ziyaret ederek, "yetkisiz rektörün" 2547 sayılı Yasa'nın amir hükmü olduğunu, bu hususun İdare Mahkemeleri ve Danıştay'ca da onaylandığını anlatan Rektör Adayı Prof. Veysel Batmaz, rektör olduğunda üniversitede herkesin çok kazanacağını ve hukuk güvencesi altında rahat edeceğini söylüyor: http://www.rektorbatmaz.blogspot.com/

22 Ekim 2008

NELER YANDI ACABA?

İÜ arşivinde yangın çıktı
İstanbul Üniversitesinde (İÜ) arşiv olarak kullanılan bölümde çıkan yangın, hasara yol açtı.

İÜ Merkez Kampüsünde Rektörlük binası bitişiğindeki 4 katlı binanın bodrum katında yapılan tamirat çalışması sırasında, aynı kattaki arşiv bölümünde yangın çıktı. Arşivdeki kağıtların tutuşması nedeniyle yoğun dumana neden olan yangına ilk olarak üniversite çalışanları müdahale etti.

Fatih itfaiye ekiplerinin de katıldığı çalışmalar sonucunda söndürülen yangında, arşivdeki bazı belgeler zarar gördü.

Yangının çıkış nedenine ilişkin inceleme başlatıldı. (ANKA)

18 Ekim 2008

Diğer üniversitelerde durum ne?

Dokuz Eylül'de skandal
Eski rektörün promosyon olarak 4 milyon YTL aldığını öğrenen yeni rektör de para istedi.

Dokuz Eylül Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı’nı, İş Bankası’ndan promosyon olarak 4 milyon YTL aldığının ortaya çıkması üzerine Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, promosyonlardan olan alacaklarını anlaşmanın imzalandığı bankadan talep etti.

Dokuz Eylül Üniversitesi ile özel bir banka arasında yapılan maaş ödemesine ilişkin protokolde dönemin Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı’nın promosyon alınmadığını ileri sürmesine karşın, bankadan 4 milyon YTL alındığı ortaya çıktı. Türk Eğitim-Sen 1 No’lu Şubesi’nin Dokuz Eylül Üniversitesi’ne banka promosyonlarına ilişkin sorusuna Genel Sekreter Vekili Prof. Dr. Dilek Güldal imzalı verilen cevapta, özel bir bankanın üniversiteye herhangi bir promosyon veya ayni ve nakdi ödeme yapılmadı denildi.

Ancak, Türk Eğitim-Sen’in konuyla ilgili dava açmasından sonra Üniversite, dava dosyasında sözleşme süresi boyunca bankadan üniversiteye promosyon adı altında bir ödeme yapılmadığını, 20 Nisan 2005’te Dokuz Eylül Üniversitesi Vakfı hesabına Tıp Fakültesi Temel Bilimler Binalarının inşaatında kullanılmak koşuluyla 4 milyon YTL’nin bağış yapıldığı ve bu meblağ ile sözü edilen inşaatın tamamlandığı belirtildi.

Bağışın üniversitenin inşaat işlerinde kullanıldığının belirtilmesine karşın, bu konuda herhangi bir harcama belgesine ait delil gösterilemediği iddia edildi.

-PROTOKOL UCUZA GİTMİŞ-Konu ile ilgili ANKA’ya açıklamada bulunan Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, 2004 yılında imzalanan protokolün 2012 yılına kadar geçerliliği olduğunu anımsatırken, bankaların 4 yıllık promosyon anlaşmalarından kurumun bankaya bir aylık yatırdığı miktar kadar promosyon verdiğini kaydetti. Konu ile ilgili olarak göreve gelmesinin ardından araştırma yaptığını belirten Füzün, ayda yaklaşık 10,6 milyon YTL personel maaşının ödendiğini ve söz konusu anlaşmalar neticesinde 2004-2008 yılları için 10.6, 2008-2012 yılları için de aynı miktarda promosyon ödenmesi gerektiğini söyledi. Bankaya, anlaşma neticesinde yaklaşık 4 milyon 150 bin YTL alındığının ve vakıf hesabına aktarıldığının bildirildiğini, promosyonla ilgili başka meblağ yatırılmadıysa üniversitenin alacağı olduğunun anlatıldığını kaydeden Prof. Dr. Füzün, bankadan konu ile ilgili cevap beklendiğini söyledi. ANKA

12 Ekim 2008

16 TEMMUZ 2005'TE NELER DEMİŞİZ...

3 yıl önce, 16 Temmuz 2005'te Vistilef'i başlatırken çıkış bildirimizi, Prof. Dr. Veysel BATMAZ'ın rektör adaylığı süreci içinde yine hatırlatıyoruz; duyduk duymadık demeyin...

http://vistilefblog.blogspot.com/2005_07_10_archive.html

REKTÖRLÜK SEÇİMİ HIZLA SÜRÜYOR...

Rektör Adayı Prof. Dr. Veysel BATMAZ, rektörlük seçimi için yayınladığı kitapçıkta ilan etti: “2009’dan sonra İstanbul Üniversitesi’ni Bölüm ve Anabilim Dalı Başkanları yönetecek; 2547’ye göre yetkisiz rektör veya dekanlar değil.”

Rektör Adayı Prof. Dr. BATMAZ, seçim kampanyasını Internet’te başlattı: http://www.haber3.com/news_detail.php?id=407288

Yoğun bir tempoda her gün onlarca öğretim üyesini ziyaret eden Rektör Adayı Prof. BATMAZ, sadece ders saatlerinde fakültede bulunuyor ve “İstanbul Üniversitesi’nin rektöre değil, yasaya uyması için çalışıyorum” diyor.

30 Eylül 2008

SBS Radyosu’nda Röportaj:

Bayramın ilk günü 30 Eylül 2008’de, Prof. Dr. Veysel Batmaz, Avustralya’nın SBS medya kuruluşunun Türkçe yayın bölümüne bağlı radyosunda, Medya Türkiye’ye Düşman Yetiştiriyor kitabını anlattı. Program bu hafta içinde yayınlanacak. Ayrıntılı bilgi için: http://radio.sbs.com.au/language.php?language=Turkish
ŞEKER BAYRAMI KUTLU OLSUN !

24 Eylül 2008

KADIKÖY MAARİF KOLEJİ-ANADOLU LİSESİ'NDEN...

http://www.kalid.org.tr/ den duyuru:
"Prof.Dr.Veysel Batmaz '73, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne aday oldu... Okulumuz 1973 yılı mezunlarından Prof.Dr.Veysel Batmaz, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne ilk kez Maarif Kolejli profesörlerden biri olarak aday oldu. İlk kez Maarif Kolejli bir aday olan Prof Dr.Veysel Batmaz'a seçimlerde başarılar dileriz." http://www.rektorbatmaz.blogspot.com/

18 Eylül 2008

Engin Ardıç / Sabah / 17.09.2008

Yokolsun YÖK


Bazı çok önemli meseleler kavga gürültü arasında kaynayıp gidiyorlar demiştik, işte bakın, hükümet YÖK konusunu yeniden gündemine almış, kimsenin haberi de yok, umurunda da değil... Çünkü Doğan-Erdoğan "maçını" seyretmek daha heyecanlı!
Cumhurbaşkanı "şu sistemi değiştirin de artık rektör ataması yapmayayım" diye feryat ediyor, basının cici beyleri de cumhurbaşkanına rektör atamaları yüzünden yüklenmeyi sürdürüyorlar. (Hayrola, imar izinleri Köşk'ten de mi geçiyor?)

Ahmet Necdet Sezer de "elimde fazla yetki var, alın bunları" demişti, kimse aldırmamıştı, o yetkileri kendi amaçları doğrultusunda kullandırmak istiyorlardı çünkü!

Düzgün bir ülkede, üniversite rektörlerini cumhurbaşkanı tayin etmez. Düzgün bir ülkede YÖK mök diye bir kurum da bulunmaz.Gerek bu kurum, gerekse olağanüstü cumhurbaşkanı yetkileri, 12 Eylül düzeninin kamışıdır bizlere! Toplumu zart zurtla yönetebilmenin altyapı taşları...Rektörleri, her üniversitenin öğretim üyeleri kendileri seçerler... Haaa, yalnızca profesörler mi oy versinler, doçentler de katılsınlar mı, asistanlara da oy hakkı verilecek midir, öğrenci temsilcisi de bulunsun mu, "idari personelin" başı kel mi, onlara yazık değil mi, bunları tartışabilirsiniz...

İsterseniz, sizi çok mutlu edecekse, cumhurbaşkanı bu seçimleri onaylar ( "formalite" olarak "tasdik" eder), bürokrasi sevinir... O kadar.

O üniversitede türbanın serbest olup olmayacağına da gene rektör ve üniversitenin senatosu birlikte karar verirler! Gene oylama yöntemiyle... "Mütevelli heyet" de bunu denetler.

Hangi öğrenciden kaç lira ücret alacağına, kime hangi bursu vereceğine, hangi hocanın eline kaç lira maaş geçeceğine de bu "merci" karar verir, bakanlık değil!

Öğrenci de böylelikle istediği üniversiteyi kendisi seçer, belki birini ucuz bulur tercih eder, ötekinin bursu caziptir, berikinde kendi "itikadına" göre giyinmesi rahattır.

(Doktor olmak isteyen kendini Sümeroloji tahsil ederken bulmaz yani! Giriş sınavı koyacaksa, her üniversite kendi sınavını kendi kriterlerine göre kendisi yapar. Bu, ÖSYS gibi bir "yarış atı parkuru" değil, bir "bilimsel yeterlilik ölçümü" olur. Mühendis olmak isteyen çocuğa kurbağanın sindirim sistemi, karşılaştırmalı edebiyat okumak isteyene entegral denklemi sorulmaz.)
Avrupa'da "katolik üniversiteleri" de vardır örneğin ve bunların dini kimlikleri asla tartışma konusu edilmez.

Fransa'da, örneğin, dileyen koyu katolik Stanislas Koleji'ne yazılır, isteyen kızıl komünist Vincennes Üniversitesi'ne...

Çağdaş yüksek öğretim budur.
Bizde çocuğun saçına da karışılır hocanın sakalına da, ve yüksek öğretim yapıyoruz sanılır. Hocalara zorla sakal kestirmek de bize özgü bir rezilliktir, on sekiz yaşını doldurmuş adamla kadının ne giyeceğine karışmak da bize özgü bir faşizm tortusudur.Çünkü bu tür zart zurt eğitimi, aslına bakarsanız, 1934 reformuyla başlamıştır. Fakat tek parti döneminin "kışla üniversitesi" modeli, daha da sertleştirilerek sürmektedir.Türk üniversiteleri, Kenan Evren, Haydar Saltık, Orhan Aldıkaçtı ve İhsan Doğramacı'nın "yüksek liseleri" olmaktan kurtarılamazlarsa, bu memleket de iflah olmayacaktır.Önce bunu çözelim, sonra üniversitelerde "bilim üretmeye" de sıra gelir inşallah! Lehmann Brothers bankasının batmasından korkacağınıza, Türk üniversitelerinin içler acısı durumundan korkunuz. Biri bugününüzü etkiler, öteki, geleceğinizi...

Vistilef'in NOTU: Prof. Dr. Veysel Batmaz ile Engin Ardıç eski tiyatro dostudurlar. 1971 yılında, Kadıköy Maarif Koleji tiyatro kolunda birlikte çalıştılar. Lorca'nın YERMA adlı oyununu, kollektif olarak Engin Ardıç (Galatasaray Lisesi), Ferhan Şensoy (Galatasaray'dan kovulma Rize Lisesi), Mehmet Birkiye (Kadıköy Maarif Koleji) sahneye koyarken, Kadıköy Maarif Koleji Tiyatro Kolu yöneticisi Veysel Batmaz da bu üçlünün reji asistanlığı yapıyordu.

Engin Ardıç'ın yukarıdaki yazısına katılıyor ve tüm öğretim üyelerini ve öğrencileri yeni YÖK yasası için duyarlı olmaya çağırıyoruz. Ancak Ardıç'ın katılmadığımız tek cümlesi, bu zorbalık üniversitesi'nin 1934 reformu dediği (1933 olacak, maddi bir hata yapıyor) olayla başlatması. Bu yanlış. Türk üniversitelerinin günümüzdeki kokuşmuş yapısına 1982 yılında YÖK yasası ile başlandı. Eğer, daha gerilere götürecekseniz bunu en fazla 1940'a kadar götürebilirsiniz. Türkiye'de Türk-İslam sentezciliğinin resmi iktidar biçiminde, egemen ideoloji haline dönüşerek üniversiteleri 12 Eylül'e hazırlayan tarihi olay, 1947'de CHP Başbakanı olacak olan, Prof. Şemseddin Günaltay'ın 1940'da Türk Tarih Kurumu başkanı yapılması ile başlıyor. Ayrıntısı için Bkz: Veysel Batmaz-Cahit Batmaz, Atlantis'in Dili Türkçe, Salyangoz Yay., 2007.

14 Eylül 2008

REKTÖRLÜK SEÇİMİ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNİ PARÇALIYOR HABERİMİZE YORUMLAR:

"Şükürler olsun herhâlde sonunda tıpçı rektör illetinden kurtuluyoruz, rektör sfatını taşıyacak hocanın alaydan da olsa hukuk ve siyaset nosyonu sahibi olması gerekir; Üniversite denen yerde her yerde olduğu gibi kelle hesabı demokrasi her zaman sakatlıklar doğurur, doğurmuştur da. Ve tıpçılardan kurtulmak ardışığı küçük yetkiler insancıklarından da -ki hayatı zehir etme potansiyeli yüksektir.- kurtulmak demektir. Hocalarımızı liyakâte uygun oy vermeye ya da aday çıkarmaya davet ediyorum. Bilge Kayanot: bu hukuk tanımaz ve bilmez yönetimlerden çok çekmiş ve sadece bu nedenle 3 dönemini kaybetmiş bir kamu yönetimi mezunu olarak yazıyorum. Ben çektim onlar ekmesin diyeceğim ama öğrencinin okulu çok da umrun da değil herhangi bir yönetime katılma çabası yok. (demokratizasyon anlamında değil)"
# posted by delibelge : 26 Haziran, 2008 11:43

"Mesut Parlak: "Benim ideolojim bellidir. Ben bir vatanseverim, ben hukuk devletinden, vatanın bölünmez bütünlüğünden ödün vermem. BUNLAR DIŞINDA BİR İDEOLOJİ DE TANIMIYORUM" İletim Gazetesi, Mayıs 2008, Sf:6 Bunlara bağlı olmak güzel de, sayın rektör başka ideoloji tanımadan nasıl bilim adamı olmuş onun anlamadım. Bize üniversitede her şey tanınır, tanıtılır demişlerdi girerken.O zaman bir de yeni rektörü seçerken, bağlı olduğu ideoloji dışında bir iki tane de bağlı olmadığı ideolojilerden bilen bir rektör seçelim..."
# posted by İsimsiz : 26 Haziran, 2008 17:17

"Merhaba. İstanbul Üniversitesi SBE öğrencilerinden biriyim. Fikirlerinize katılmamak elde değil.Bugüne kadar iki tıp fakültesi ve sağlık meslek yüksekokullarının oylarını birleştirmesiyle seçimlerde tıpçıların öne çıktığını görüyoruz.Şimdi onlar arasında bu kadar bölünme ihtimali varken, sosyal bilimler -ve katılırlarsa fen bilimleri- fakültelerinin bir tek adaya oy verme imkanı söz konusu olamaz mı? Bu konuda bir birlik sağlanamaz mı?Elbette kimin atanacağını bilemeyiz ancak en yüksek oyu alacak kişiyi belirleyebiliriz. Vistilef'in bu konuda söyleyecek sözü, yapacak eylemi yok mu? İlgiyle bekliyoruz."
# posted by İsimsiz : 30 Temmuz, 2008 15:47

"Vistilef bu seçim döneminde gereğini yapıyor, yapacak. İstanbul Üniversitesi'ne saygın ve hukuku bilen ve bir tıpçı olmayan ve üst yönetim görevine bulaşmamış bir adayı bulacak ve destekleyecek."
Vistilef
# posted by Medyapoliten : 31 Temmuz, 2008 10:27

"Sn Prof.Dr.Yunus SÖYLET çocuk hekimi değil bir CERRAHTIR. Kendileri Çocuk Cerrahıdır.Bilgilerinizi rica ederim."
Dr.med.Tümer ULUS
# posted by İsimsiz : 14 Eylül, 2008 12:47

"Rektörlüğe aday olan Prof. Dr. Yunus Söylet’in cerrah olması çok daha da kötü; çocuk hekimi olsaydı biraz daha fazla sosyal konulardan anlayabilirdi; üniversite yönetimi ameliyat değil, sosyal denge, çatışma ve uzlaşma demek. Üzüldük, cerrah olmasına."
Vistilef Rektörlük Komitesi
# posted by Medyapoliten : 14 Eylül, 2008 14:47

YAZI İÇİN: REKTÖRLÜK SEÇİMİ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNİ PARÇALIYO...

PROF. BATMAZ REKTÖRLÜĞE ADAY

Prof. Dr. Veysel Batmaz, 2008 Aralık ayında yapılacak İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne aday oldu: http://www.rektorbatmaz.blogspot.com/

Prof. Batmaz, 20 Ağustos 2008’de Rektörlüğe dilekçe ile resmi başvuruda bulundu, ve ilk resmi aday oldu. 28 Haziran 2008’de ise ilk Internet sayfasında adaylığını açıklayan öğretim üyesiydi. Adaylık kampanyasını 11 Eylül 2008'de Internet medyasında başlatan ilk aday da yine Prof. Batmaz oldu:
http://www.haber3.com/news_detail.php?id=407288

Prof. Batmaz, özel vakıf üniversitesi’nden (Beykent ve Maltepe) bir devlet üniversitesine (İstanbul) geçen ve bugüne kadar iki üniversite kuran (Beykent Üniversitesi ve Liverpool John Moores Üniversitesi-Beykent) ilk ve tek profesör olarak Türk üniversite tarihinde yerini almıştı.

05 Eylül 2008

Prof. Dr. Veysel Batmaz, her yıl yapılan Karaburun Bilim Kongresi’nde...

Prof. Batmaz, 4 Eylül Perşembe günü, moderatörlüğünü Prof. Dr. Cem Terzi’nin yaptığı, ”Toplumsal Mücadeleler Karşısında Akademinin Rolü” konulu Çalışma Grubu’nda, bir bildiri sunarak, 1975-1979 yılları arasında ODTÜ’de bir öğrenci derneği yöneticisi olarak (ODTÜ-İFÖD), eylemlilik, karşı koyma, hak arama ve hukuk deneyimlerini anlattı. http://www.kongrekaraburun.org/

30 Ağustos 2008

İLK ve TEK BAŞARILI MİLLÎ KURTULUŞ SAVAŞI'NIN ZAFERİ MUTLU OLSUN...

20 Ağustos 2008

ELEŞTİRİYE, İKÂZA ve İYİ BİR İLETİŞİM EĞİTİMİNE TAHAMÜLLERİ YOK...


Prof. Dr. Veysel Batmaz, Dekan Suat Gezgin tarafından, İ.Ü. İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanlığı görevinden dördüncü kez uzaklaştırıldı. İlk üçünde, yargı kararı ile geri dönen Prof. Batmaz, yine yargıya gidecek.

18 Ağustos 2008

ŞAŞŞIRDIKKK


ÖSS sıralaması ile çeşitli bölümlere yeni öğrencilerin dağıtımı yapıldı. 2008-2009 öğretim yılı için üniversitelere kayıtlar başladı... ÖSS ile üniversiteye bu yıl 250 bin küsuru devlet üniversitelerinin lisans programlarına olmak üzere, 550 bin küsur öğrenci yerleştirildi. Bu oran ÖSS’ye giren her 3 kişiden 1’inin “üniversiteli” olduğu gibi yüzeysel ve yanlış bilgi veriyor. Kazın ayağı hiç de öyle değil. Muteber bölümlere sadece 50 bin küsur kişi girebildi. Yani ÜNİVERSİTE’ye girme oranı 30’da 1. Bu 50 bin’in dışında, üniversiteye girdim zannedenlerin çoğunu, istemedikleri bölümlerde dört beş yıl boşuna okumak, mezun olabilirlerse, işsizlik bekliyor. Bu garip sistemi sorgulayan ve çözüm gösteren çok ama değiştiren yok. ÖSS Sistemini eleştirerek daha değişik bir yapı önerenler ise, sistemi pek anlamamışa benziyorlar. İşte iki örnek:

Haber aynen yanda da okuduğunuz gibi. İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Suat GEZGİN, vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasındaki puanların “anormal derecede farklılıklarının”, “puanların eşdeğer olarak yapılması” ile giderileceğini söylüyor. Ne demek bu bilmiyoruz... Kelimeler, Cumhuriyet’e göre aynen onun. Biraz “sosyalizm” (belki de “sosyal devlet”) sosu katılmış olarak, Cumhuriyet gazetesine yaraşır bir isteği de belirtmiş Dekan: ““parası olan okur” anlayışından vazgeçilmeli.” Bu ne demek, onu da anlayabilmiş değiliz. Parası olan Vakif üniversitelerine gidiyor. Olmayan ise, cüzzi bir harçla (iletişim için bu yıl 260 bin YTL) devlet üniversitelerine giriyor. Yani, parası olmayan da, şimdilik, yıllık sigara parasına “okuyabiliyor.”

Dönelim habere: Haber’in başlığı da, aynı: ‘puanlar eşdeğer olarak yapılmalı’ Belli ki, haberi yapan gazeteci de iletişim fakültesi mezunu.

Öyle günde sekiz saat değil, az biraz üniversitede “çalışan,” üniversitede okuyan, ÖSS’ye girmiş herkesin bildiği gibi, vakıf ile devlet arasındaki üniversiteye giriş puanlarının eşdeğer bölümler için eşdeğer olmaması, sadece bir “talep ve para” fonksiyonu. Akademik başarı değil. Başarı, sadece bu talep ve para fonksiyonunun küçük bir değişkeni. İki nedeni var bunun: (1) ÖSS, sıralama yapıyor, bilgi ölçmüyor. (2) Yüksek ÖSS puanına sahiplerin üniversiteye girenlerin son % 40’lık dilimi ile, giremeyenlerin ilk % 40’lık dilimi arasında sadece 2-3 doğru cevaplanmış soru farkı var. Girenlerin otuzda biri dışında, akademik başarının (doğru cevapların ve puanın), üniversiteye girme ile ilişkisinin ağırlığı yüzde on bile değil.

Haberde tek şaşırtıcı olan Prof. Gezgin’in sözleri değil sadece, niteliği ile önde gelen bir üniversitenin rektörü de aynı şeyleri söylüyor: ODTÜ Rektörü Ural AKBULUT, “vakıf üniversileri ile devlet üniversitelerindeki puanların birbirine yakın olması gerektiğini” dile getiriyor. Prof. Akbulut, “tıp ve mühendislik gibi insan hayatının düzenlendiği bilim alanlarında, devlet ile vakıf üniversitelerinin aynı alana giren öğrencilerinin eşdeğer puanlara”, yani, puanın başarıyı gösterdiğini varsayarak, eşdeğer bilgi ve zeka düzeyine sahip olması gerektiğini vurguluyor. GEZGİN’in sözlerinde ise, mesele para ve sosyal eşitlik.

Bu iki “akademik memurlar” grubu “yöneticisi”nin, son zamanlarda ayuka çıkan toplumsal olaylarda, tesadüf müdür bilemeyiz aynı saflarda olması mı, her ikisine de aynı yanlışı “yaptırıyor”? Biz de şöyle bir manşet kullanalım isterseniz: “Üniversitede dekanlar, rektörler eşdeğer olarak yapılmalı.” Anladığımız kadarıyla da zaten “yapılıyor.”

Şimdi soruyoruz: Şu andaki ÖSS sistemi ile veya başka bir sistem ile, paralı bir üniversite ile parasız (az harçlı) üniversitedeki varolan giriş puanları eşdeğerlenebilir” mi, eşdeğerlemek her neyse?

Belli bir eleme barajı üstünde olan kişilerin sınavla kontenjanı az olan yerlere yerleştirilmelerinde aldıkları puan’ın hiç önemi olmadığını bu yıl OKS’ye giren yüzbinlerce öğrenci bile biliyorken (Bkz: en alttaki haber), bu iki, dekan ve rektörün “eşdeğerlilik” istemelerinin ardında yatan ne? Ne menem bir “eşdeğer puanlama yapmak” olacak bu? Cevabını vereceğiz ama vermiyoruz, çünkü “ceberut’u”, “cebr” ile karıştıran; “tekid (sağlamlaştırmak) ile tenkid (eleştirmek)” ve “mahal (yer) ile meal (yorum)” arasındaki farkı bilmeyenlere, vereceğimiz her cevap, bize soruşturma olarak geri dönebilir. Biliyorsunuz Vistilef yazarlarının hepsi için Dekanla yaptıkları zararsız bu tür polemikler yüzünden ayrı ayrı soruşturmalar açıldı; hepsi okuldan kovuldular. Geri dönecekler ve geride kalanlara öğretecekler ama onlar dönene kadar biz ÖSS sistemini biraz irdeleyelim de, bakalım “eşdeğer puanlama” ile vakıf ile devlet üniversiteleri arasındaki fark giderilebilir mi? Ya da, ne menem bir şeymiş bu “dekanlık” ve “rektörlük,” onu görelim.

Hemen bilmeyene belirtelim: ÖSS, OKS veya benzeri sınav sistemlerinde, alınan puanın hiç önemi yok. Yani, cevaplanan “doğru” sayısının okula girişte bir önemi yok. Önemli olan, aynı sayıda doğruyu kaç kişinin yaptığı. Çünkü bu tür sınavlar, katılanları, doğru cevaplarını temel alarak sıralıyorlar. Herkes kendi yaptığı doğru soru sayısı kadar eşit bir “fırsatı” elde edemiyor. İşi basitleştirirsek örneğin, derslerde alınan notlar (puanlar) kendi başlarına değerli, orada bir sıralama yapılmıyor. Okuldan mezun olan herkes eşit olarak aynı diplomayı kazanıyor. Tersi ise ÖSS, OKS gibi YERLEŞTİRME sınavlarında yaşanıyor. Bu yıl yaşanan OKS’de olduğu gibi, aynı sayıda doğru yapanların sayısı çoğaldıkça, bu tür sınavlarının da sıralama gücü azalıyor. OKS’de bu yıl 263 öğrenci sıfır yanlış yaptı ve geçen yıl 92 net puan alan öğrenci Robert Kolej’e giriyorken, en fazla öğrenci alan bu okulun bu yıl yanına bile yaklaşamıyor. Ya sınav kolaydı, ya da sorular çalındı veya bazı kişilere dağıtıldı.

Gelelim ÖSS’ye. Burada iş biraz daha karışık: Mesleksel ve alansal seçimlere göre ağırlıklandırmadan tutun; tercih listelerini doğru yapılmasına kadar, bir öğrencinin gireceği okulun ne olacağını belirleyen en az beş değişken var. Ama bunların en önemlilerinin ikisi, bir öğrencinin hangi “sırada” olduğu ve “tercihinin” hangi okul olduğu. Puanın hiç önemi yok. Dolayısıyla “puan eşdeğerlendirmenin” kıymeti harbiyesi yok.

Yukarıdaki dekan ve rektöre kolaylık olsun diye örnekleyelim: Bir öğrenci 17.000inci olsun. Bu öğrenci eğer, bütün tercihlerini 5.000inci sıradaki öğrenciyi olan okullardan yapmışsa, açıkta kalıyor, hangi puanı almış olursa olsun. Tersi de geçerli: 17.002inci olan eğer 18.000inci sıradan bir okul bile tercih etse, üniversiteye giriyor. Bu yıllara göre de değişiyor. Örnek mi, al sana örnek: Beş yıl önce eğitim fakülteleri, iletişim fakültelerinin on puan altındaydı; bu yıl on puan üstünde. Yani bu, şu demek: öğretmen olmak değerlendi, iletişimci olmak değersizleşti. Bu “değersizleştirme” işlemini, umarız iletişim fakültelerindeki dekanlar becermemiştir.

Bu tür bir sistemde, herhangi bir alana veya okula olan tercihin fazlalığı, o okul için gerekli olan puanı da arttırıyor. Bu 1965’ten bu yana böyle. 1980’den önce, önkayıt sistemi ile her fakülte kendi taban puanlarını açıklıyordu fakat durum yine değişmiyordu.

Bu durumda, vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasındaki puanları “eşdeğerlenmesi” mümkün değil. Eşdeğerlenebilmesi için, bu iki tip üniversitenin “parasız” ve aynı nitelikte olmaları gerekiyor. Yani, “taleb”in aynı olması gerekiyor. Sanırız, ceberrut ile cebir’i karıştıran zihniyet, talep ile talebe’yi karıştırmış burada. Diyarbakır’daki tıp fakültesi yerine İstanbul’daki tıp fakültesini talep eden talebe arasında bile önemli puan farkı var. Oysa bunlar eşdeğer. Bu şu demek, ÖSS sınav sitemini uyguladığınızda, arz taleple eşdeğer olmadığı sürece, puan eşdeğerlenmesi yapılamıyor.

Peki, bu iki akil öğretim üyesi ne demeye olmayacak ve önerilirse komik olacak bir ifade kullanmışlar. Bilmiyorlar mı ÖSS’nin nasıl işlediğini? Ya da, sistemi değiştirerek bu iki tip üniversite arasındaki puanların eşdeğerliliğini sağlamak için önerileri ne? Belki yer darlığından, tanımıyoruz ama bu haberi yapan iletişim fakültesi mezunu olduğundan şüphemiz olmayan “gazeteci”, önerilerine yer vermemiştir. Biz, her iki “akademik”ten de bu öneriyi bekliyoruz. Çünkü eğer, böyle bir sistem bulmuşlarsa, bu Türkiye’ye katacakları en büyük katkı olur. Bıraksınlar türbanla mürbanla Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerini savunmayı; öğrencilere daha adil sistemler önersinler. Bir de nasıl öğrenci aldıklarını bilsinler. İşleri bu.

Bu konuda örnek haber de aşağıda:
"Geçtiğimiz yıla göre tercih yapan çok sayıda öğrenci açıkta kaldı. En yüksek puanın 500 olduğu OKS sisteminde, 400'ün altında öğrenci alan sadece birkaç lise var. Anadolu liselerinin büyük bölümü 450 puanın üzerine çıktı. Özel okullar dışındaki kontenjanların tamamı dolmasına rağmen 1. yerleştirmede sonuç alamayan öğrencilerin şansları sürüyor. Bazı Anadolu liselerinin geçen sene ve bu sene 1. yerleştirme sonucunda aldıkları en son öğrencinin puanı (taban puan) şöyle: Kalaba Anadolu (398.4-425), Aydın Adnan Menderes (410.9-455.3), Balıkesir Cumhuriyet (348.5-394.8), Erzurum Anadolu (375.4-431.5), Beşiktaş Anadolu (435.7-455.7), Kabataş Erkek (465.7-490.3), Şehremini Anadolu (412.3-459.1), Kadıköy Anadolu (448.5-482). (AA)"

Bu haberden sonra, “eşdeğerlendirme” neden yapılamaz anladınız mı, ey önerenler, ey aklı başında akil adamlar, ey “akademik memurları” yönetenler? Belki zorlanırsınız diye ekleyelim; mesele ÖSS’de de aynı. Kısacası, rektörü de, dekanı da aynı.

14 Ağustos 2008

ÜNLÜ İLETİŞİMBİLİMCİ HASTANEYE KALDIRILDI...

İletişim ve sosyal bilimci Prof. Dr. Ünsal Oskay, Memorial Hastanesi'ne yatırıldı.

Memorial Hastanesi'nden yapılan yazılı açıklamada, yürümede güçlük, dengesizlik ve konuşma bozukluğu şikayetleriyle hastaneye getirilen Prof. Dr. Oskay'a çekilen MR sonucunda, Trans İstemik Atak (TIA), yani beyin damarlarında geçici pıhtı oluşumu tanısının konulduğu bildirildi.Açıklamada, acil servisteki ilk müdahalesinin artından hastaneye yatırılan Oskay'ın sağlık durumunun iyi olduğu, ilaç tedavisinin uygulanacağı belirtildi. Oskay'ın iki gün içinde taburcu edilmesinin planlandığı kaydedildi.

-ÜNSAL OSKAY KİMDİR-

Şanlıurfa'da 1939 yılında doğan Prof. Dr. Ünsal Oskay, üniversite eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladı. ABD'de 1967-1968 yıllarında iletişim üzerine yüksek lisans-konuk öğrenci olarak eğitim alan Oskay, 1970'li yıllarda Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda başlayan akademik hayatı sonrasında doçentlik tezi olarak 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri adlı çalışmasını yayımladı. Oskay, Frankfurt Okulu'nun popüler kültür konusundaki çalışmalarının Türkiye'de tanınmasına yazıları ve çevirileriyle büyük katkıda bulundu. Siyaset bilim, iletişim teorileri, sosyoloji, estetik ve sosyal teori konularında çok sayıda eserin Türkçe'ye çevrilmesini sağlayan Oskay, 1980'li yıllardan itibaren İstanbul ve Marmara Basın Yayın Yüksek Okullarında dersler verdi.1990'lı yıllarda Marmara İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölüm Başkanlığı ve 2000-2002 arasında İletişim Fakültesi Dekanlığını yapan Oskay, 2002 yılında Marmara Üniversite'sinden emekliye ayrıldı. Oskay, Kültür ve Beykent Üniversitesi gibi özel üniversitelerde öğretim üyeliğini ve idari görevlerini halen sürdürüyor. Prof. Veysel Batmaz, Prof. Ünsal Oskay'ın ilk asistanıydı. AA

07 Ağustos 2008

Cumhurbaşkanı YÖK listelerini de değiştirerek 21 üniversiteye yeni rektör atadı. Kutluyoruz... Yeni rektörleri beğenmeyen “akademik memurların” Cumhurbaşkanı'nı ve YÖK’ü protesto eden istifalarını kartelci medya (MEME) “üniversitede isyan” başlığı ile verdi.

Üniversitenin isyan filan ettiği yok. O, 1982 yılından beri eyyamcı olarak kim başına gelirse “eyvallah” diyen “akademik memurlardan” oluşuyor. Bu akademik memurlar rektörü bir şey zannediyorlar. Ziyadesiyle rektörler de bu gazla, “şeyhi müritler uçurur” tabirine uygun olarak, kendilerini yetkili zannediyorlar. Oysa 2547 sayılı yasanın uygulanması gerçek haliyle yapılırsa, bu baş akademik memur’un (kendine “rektör” deniyor, ilgilenenlere etimolojisini tavsiye ederiz) yetkileri öyle sandığı ve sanıldığı gibi değil. Nereden mi biliyoruz; idare mahkemeleri, bu YETKİLİ ZANNEDİLEN rektörün işlemlerini durmadan iptal edip duruyor. Yani, “mevzuatın” rektör ve dekanlara verdiği zannedilen yetki ve işlemlerin, Mahkemelerce “keenlem yekün”, “yok hükmünde” olduğu hükme bağlanıyor.

YÖK’den dileğimiz şudur: 2547 sayılı Yasayı tam anlamıyla uygulayın. Orada yazan rektör yetkilerini denetleyin. Orada yazan Dekan görev ve sorumluluklarını harfiyen yerine getirilmesini sağlayın. Orada yazan "Bölüm bölüm başkanı tarafından yönetilir” (madde 21) amir hükmünü tam olarak uygulayın. Rektörün kendinden menkul yetkilerinin olmadığını bir genelge ile herkese duyurun. Rektörün kendinden menkul iktidar alanını 2547 sayılı yasa içine çekin. Üniversitelerde uygulanan disiplin yönetmeliğini, “2547’deki öğretim elemanları,” “657’ye bağlı memurlar” ve rektör, dekan gibi “yöneticiler” için ayrı ayrı düzenleyin. Yoksa, orada bulunan 2547’lisi, 657’lisi, herkes kendini “akademik memur” zannediyor. Yasaklara karşı olmak, yasakların olmadığı bir yer yaratmak değil, adil ve öngörülebilir yetki ve sorumlulukların hukuk içinde paylaşıldığı bir bilimsel ortam ve yer yaratmak demektir. Üniversitede her düzeydeki yönetici primus inter pares’tir. Akademik ortam primus inter pares’lerin ortamıdır.

Şimdilik “pasif tavsiyelerde” bulunuyoruz; daha sonra “aktif tavsiyelerde” bulanacağız. Elimizde Mahkeme kararları var. O da yetmezse, Vistilef olarak, “iletişimsel eyleme” geçeceğiz.

25 Temmuz 2008

ERGENEKON’UN İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AYAĞI


“Ergenekon Terör Örgütü” tabir edilen örgüt için Başsavcılık tarafından hazırlanan iddianame 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Bizi iddianamenin hukuki süreci ilgilendirmiyor; yalan yanlış Medyatör-MEMEciler bu süreci tartışacak ve kafaları yeterinden fazla karıştıracak.

Ancak, iddianamede bulunan iletişim sektörü ile ilgili iki konu dikkatimizi çekiyor: İlhan Selçuk gibi “darbe” uzmanı bir medyacının, “av tüfeği ile silahlı terör örgütü” kurması suçu ile yargıç karşısına çıkartılmasını, Türkiye’deki hukuk düzeni ile alay etmek olduğunu düşünüyoruz. İddianamenin bir başka yerinde yer aldığı şekli ile, Türkiye’de üç dört televizyon kanalının (bu kanallar iddianamede, Kanal B, ART, Kanal Türk-eski ve Ulusal Kanal olarak geçiyor) “yıkıcı” programları ile ekonomik kriz çıkartılmasını sağlayarak, İlhan Selçuk’un “ruhsatsız av tüfeği ile kurduğu silahlı örgüte zemin sağlayarak” AKP iktidarını (hükümeti) alaşağı edeceğini iddia etmenin de, ne kadar komik olduğu söylemeden geçemeyeceğiz.

Bu davada, Vistilef olarak, bizi ilgilendiren, davanın hem yukarıda özetlediğimiz “medya” boyutu, hem de İstanbul Üniversitesi boyutudur. Davada sanık olarak 10 yıl hapis istemi ile yargılanan Vedat Yenerer adlı genç gazeteci, hiç bir deneyimi ve niteliği olmadan, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, tutuklanmadan önce öğretim görevlisi olarak çalıştı. Kim bu görevi ona vermişti? Neden? Yine, Ümit Sayın adlı doçent, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü elemanıydı. İddianamede, rektör ile yaptığı telefon görüşmeleri kayıtları var. Davada, “Ergenekon Terör Örgütünü kuran ve yöneten” kişilerden biri olarak tutuksuz yargılanan Kemal Alemdaroğlu da, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, “üniversitede yaptığı hukuk dışı işlemler” nedeniyle görevinden alınan İstanbul Üniversitesi’nin eski rektörüydü. İstanbul Üniversitesi rektörleri arasında görevden alınan ilk rektör ünvanına sahip oldu.

Vistilef olarak Kemal Alemdaroğlu’na karşı dimdik durduk; onun hukuk dışı işlemlerini eleştirdik ve rektör olarak, sanki rektör üniversitenin “yaratanıymış” gibi, herkesi “azarlayarak aşağılaması” türünden bir öğretim üyesine yakışmayacak davranışlarının ve sözlerinin cevaplarını, yasadışı olarak katıldığı Fakülte kurullarında verdik. Azarlamaktan başka bir şey bilmeyen bir rektör olarak, koskoca İstanbul Üniversitesi’ni, sinmiş, ürkmüş, korkak bir “akademisyen memurlar” cehennemi yapmasına ses yükselttik. Ancak, yiğidin hakkı yiğide: Kemal Alemdaroğlu için iddianamede yer alan suçlamayı da çok komik buluyoruz: Kanımızca, K. Alemdaroğlu’nun “Ergenekon Terör Örgütünü kuran ve yöneten” kişi olarak suçlanması mümkün değil; çünkü Alemdar Kemal, ses çıkartmaktan ürken ve bilimsel cesareti olmayan “akademisyen memurlardan” oluşan bir üniversiteyi bile yönetemedi, nerde “silahlı örgüt” kurup, “darbe” yapıp Türkiye’yi yönetecek!

Bu maruzatımızı Savcılığa arz ediyoruz.

DARISI İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BAŞINA: ALTI AY KALDI...

REKTÖR LİSTELERİ İÇİN YÖK BİLDİRİSİ
Vistilef'in Notu: Destekliyoruz...

"Son günlerde 21 üniversitenin rektör seçimleriyle ilgili olarak yazılı ve görsel medyada çeşitli haberler yayınlanmakta, kamuoyu hiçbir resmi açıklamaya dayanmayan eksik ve yanlış bilgilerle meşgul edilmektedir. Yapılan yorumlarda, siyasi düşüncelerle bazı adayların tasfiye edildiği, cinsiyet ayrımcılığı yapıldığı, rövanş alındığı gibi mesnetsiz ve gerçekle en ufak bağlantısı olmayan yorumlar yapılarak Yükseköğretim Kurulu haksız yere töhmet altında bırakılmaktadır.
Bilindiği üzere Yükseköğretim Kurulu görev süreleri Ağustos ayında dolacak olan 21 üniversitenin rektörlük seçimlerini yasanın kendisine verdiği yetkiler doğrultusunda yürütmüştür. 21 Temmuz 2008 Pazartesi günü gerçekleştirilen Genel Kurul toplantısında üniversitelerde yapılan seçim sonucunda her bir üniversite için Yükseköğretim Kurulu’na bildirilen 6 aday, yapılan gizli oylamayla 3’e indirilerek Cumhurbaşkanlığına iletilmiştir. Toplantı sonrasında yapılan açıklamayla, Cumhurbaşkanlığına bildirilen rektör adayları ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmayacağı duyurulmuştur.
Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar Kurulu ve Üniversitelerarası Kurul kontenjanlarından atanan üyelerden oluşan Yükseköğretim Kurulu, bu oylama için 20 üye ile toplanmış ve Cumhurbaşkanlığına gönderilecek rektör adaylarını belirlemiştir.
Bu belirleme öncesinde rektör adaylarından, akademik özgeçmişlerinin yanısıra aday oldukları üniversitelerle ilgili gözlemledikleri temel sorunlara ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerine ilişkin görüşleri yazılı olarak alınmış, kamuoyuna açıklanan bir takvim doğrultusunda tüm kurul üyelerinin katılımıyla bütün adaylarla görüşmeler gerçekleştirilmiş, aday belirleme oylaması bu sürecin sonunda yapılmıştır.
Yükseköğretim Kurulu önceki yıllarda, yasanın kendisine verdiği yetki ve sorumlulukla, yapmış olduğu rektör adayı belirleme oylamalarında bazı üniversitelerde sıralamaları değiştirmiş, bazılarında da üniversitelerden en yüksek oyla gelenleri Cumhurbaşkanlığına gönderilen listenin dışında bırakmıştır.
21 Temmuz 2007 tarihli oylamada da, üniversitelerimizden gelen seçim sonuçları çoğunlukla aynı sıralamayla kalmış, bazı üniversitelerimizde Kurul üyelerinin oyları doğrultusunda geniş bir mutabakatla değiştirilerek Cumhurbaşkanlığına gönderilmiştir. Diğer konularda olduğu gibi rektörlük seçim süreci de yasaların belirlediği şekilde, Yükseköğretim Genel Kurulu’nun uyumlu çalışmasıyla sonuçlandırılmıştır.
Bu sebeple, rektörlük seçimleri ile ilgili yapılan bazı haber ve yorumların kasıtlı haksız ve yanlış olduğu değerlendirilmektedir."

YÖK BAŞKANLIĞI

20 Temmuz 2008

Faşizm içimizde


Osman Çakmakçı, Radikal Kitap Eki

Veysel Batmaz'ın derlediği 'Otoriteryen Kişilik', toplumsal cinnete gittiğimiz şu günlerde, bin yıldır içinde yaşadığımız otoriteyle ilişkimizi sorguluyor...:


Sizi bilmem ama ben ağzım açık şaşkınlıkla ve hatta dehşetle izliyorum. Sadece son yıllarda olan olayları da değil, çünkü bu olayların, toplumsal hezeyanın linç kültürüne evrildiği onyılları yaşayıp izledim.
Toplum büyük bir iştihayla kendinden geçmiş, linç etmek istiyor (TAYAD'lıları hatırlayın; Trabzon'daki, Eskişehir'deki olayları), Malatya'da çocuk yuvasında çocuklara reva görülen acımasız davranışları hatırlayın (ki o kadınlar bizim annelerimiz, kardeşlerimiz, her halleriyle, giyimleriyle kuşamlarıyla 'ortalama' insan profilimize uygundular). Peki nasıl oluyor da insan bir başkasının hayatına son verme ya da çocuklara eziyet etme raddesine geliyor? Kendi halinde halim selim insanlar bir de bakıyoruz ki canavarlaşıyorlar; beklenmedik ölçüde şiddete eğilimli oluyorlar. Araştırılmaya değer bu konu elbette ki sosyal psikoloji tarafından araştırılmış, araştırılmaya da devam ediyor. Frankfurt Okulu'nun önde gelen isimlerinden Adorno'nun pek ünlü Faşizm Skalası (F Skalası) içimizdeki otorite düşkünlüğünü, otoriteye eğilimimizi 'ölçmeye' yönelik bir araştırma yöntemi. Darbe anayasasını yüzde doksan iki gibi bir oranla onaylayan bir halkın mensubu olarak hepimizin içimizde besleyip büyütüp özenle yaşattığımız otoriter kişiliğin özelliklerini, niteliğini merak etme gibi bir hakkı var elbette. Böyle bir ihtiyaca karşılık Salyangoz Yayınları'ndan çıkan Otoriteryen Kişilik adlı kitap size yardımcı olabilir. Hele toplumsal bir cinnete doğru gittiğimiz bu günlerde (ki bu günlerin sonu gelmedi, gelmeyecekmiş gibi de görünüyor). İçimizdeki faşizmi kim nasıl besliyor, bu gibi soruların cevaplarını hiç olmazsa aramaya girişmede katkısı olabilir.

Güce tapanlar

Prof. Dr. Veysel Batmaz'ın derleyip yayına hazırladığı, bir de altmış sayfa kadar ("Adorno'nun Sarkacı" başlıklı) uzunca bir giriş yazdığı kitapta Nevitt Sanford, Stanley Milgram, Muzaffer Şerif ve Salomon Asch'ın dilimizde ilk kez yayımlanan beş makalesi yer alıyor. Bu makalelerin her biri konuya belli bir açıdan yaklaşıp belli oranda çözümler üretirken ülkemizde adı yalan yanlış bilinen çeşitli yöntemlerin ilk elden ifadesine de ulaşabiliyoruz. Kitabın incelediği otoriter kişilik, yani daha düz bir dille söylersek faşist kişilik, yine kitapta anlatılanlara göre evrensel bir nitelik taşımayabiliyor, yerel ve ulusal özellikler gösterebiliyor ve kökeninde aile içi eğitim olduğu kadar gündelik ilişkilerimizin matematiği de etkili oluyor. Kararlarımızı sandığımız gibi hiç kimseden etkilenmeden, kendi özgür irademize göre verdiğimizi sanmamız külliyen bir yanılsama, aksine "büyük bir oranla, toplumsallık içindeki karar ve normlarımızı başkalarına bakarak ve otorite zannettiğimiz ve çoğunluk olarak bize çeşitli baskılar kuran veya kurabilen kişilere göre veriyoruz." (s. 36)


Otoriter kişilik psikoanalitik bir kökene sahip olduğu kadar aynı zamanda sosyolojik anlık ve durumsal bir davranış. Dolayısıyla konuya birey bazında yaklaşılabildiği gibi toplumsal, ekonomik ve kültürel temelde de ele alınabiliyor. Zaten araştırma alanındaki tarih boyunca uygulanan yöntemler ve izlenen yollar bu iki ana çizgi üzerinde gidip geliyor. (Yazıyı yazarken nedense aklıma hep Elias Canetti'nin Kitle ve İktidar (Ayrıntı Yayınları) kitabı geliyor. Bu kitapla eşzamanlı olarak okuyabilirsiniz Canetti'nin kitabını.) Peki otoriter kişilik nasıl tanımlanıyor.

Bir de buna bakalım: "Hoşgörmezlik, otoriteye boyun eğme, milliyetçilik, kurallara körü körüne bağlanma, dogmatiklik, sevgi yerine kuvvet ilişkilerine değer verme, tutuculuk, ayırımcı önyargı ve etnosantrizm gibi özellikler" otoriter kişiliğin bileşenleri olarak sayılabilir. Yani otoriter (yetkeci) kişiliğin kökeninde ağırlıklı olarak hayali değerlere inanç yatıyor ya da değerlerin aşırı yüceltilmesi. Kısaca söylemek gerekirse, kitapta yer alan beş makale, otoriteryen (faşist veya yetkeci) kişilik yapısının bir kişilik örüntüsü olarak ve/veya grup içi baskı biçiminde nasıl ortaya çıktığını ve ne tür sonuçlara varabileceğini deneysel olarak ama evrensel açılımlar yaratarak anlatıyor. Aynı zamanda da klasikleşmiş metinler bunlar. Kulaktan dolma bildiğimiz ya da belki de hakkında hiç düşünmediğimiz ama düşünmemiz gereken bir konuda bizi aydınlatmayı deniyorlar. Tarihimiz boyunca, neredeyse bin yıldır iç içe yaşadığımız otoriteyle ilişki biçimimizi değerlendirmek ve otoriteye boyun eğenlerin aslında içlerinde otoriteye taptıklarını görmek istiyorsak kitap bire bir.

· OTORİTERYEN KİŞİLİK Derleyen: Veysel Batmaz, Salyangoz Yayınları, 2006, 208 sayfa 10 YTL. 26/05/2006

11 Temmuz 2008

HERKES OLMAYACAK DERKEN...

REKTÖR PARLAK’A İKİNCİ DÖNEM FIRSATI !

Herkes İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut PARLAK’ın yaş haddinden ikinci dönem rektörlüğe aday olamayacağını düşünürken, 2547 sayılı Yasanın bazı maddelerini değiştiren, 18.06.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5772 sayılı Yasanın 8. maddesine göre, Rektör PARLAK, ikinci dönem de aday olabilecek. Çünkü, 5772 sayılı Yasanın 8. maddesi “30 uncu maddede öğretim üyeleri için öngörülen emeklilik yaşı, 1/3/2006 tarihli ve 5467 sayılı, 17/5/2007 tarihli ve 5662 sayılı, 22/5/2008 tarihli ve 5765 sayılı kanunlarla kurulan Devlet üniversitelerinde görev almaları şartıyla yetmişiki yaşın doldurulduğu tarihtir. Bu uygulama, 31 Aralık 2015 tarihine kadar devam eder.”
(http://www.yok.gov.tr/duyuru/yuksekogretimkanundadegisiklik.htm) hükmünü getirmektedir. Buna göre, 2547 sayılı Yasanın 13. maddesinde yer alan “rektörlerin yaş haddi 67 yaştır. Ancak rektör olarak atanmış olanlarda görev süreleri bitinceye kadar yaş haddi aranmaz.” hükmü geçerliliğini korusa da ve aynı zamanda YÖK yayınladığı en son Rektör Adayı ilanında “c) Rektör olarak atama işleminin ikmal edildiği tarih itibarıyla 67 yaşını tamamlamamış olması, şartları aranacaktır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa18.6.2008 tarihli ve 5772 sayılı Kanunla eklenen Ek Madde 55’in ikinci fıkrası hükmü, rektörlük görevi bakımından dikkate alınmayacaktır.” (http://www.yok.gov.tr/duyuru/ilan30haz08.htm) demesine karşın, konu Vistilef hukukçularına göre, ortadadır. Rektör PARLAK, eğer 72 yaşına kadar üniversite öğretim üyeliği yapabilecekse, ikinci dönem de aday olabilir, çünkü, 2547 sayılı Yasa’nın rektörlere getirilen 67 yaş sınırı, 30. maddedeki yaş sınırı nedeniyle 67’dir. Bu yaş sınırı, 5772 sayılı Yasa ile 72’ye çıkartıldığında, normal olarak rektörlük yaşı sınırı da 72’ye çıkacaktır. Yasa, öğretim üyelerine eşit davranmak zorundadır.

Vistilef olarak hararetle, heyecanla ve hazırlıklı olarak Prof. Dr. Mesut PARLAK’ın, 5772 sayılı Yasa ile kendine tanınan hakkı, rektörlüğe ikinci kez adaylığını ilan ederek kullanmasını bekliyoruz. Üç dönem Prof. Dr. Nükhet Güz ve Prof. Dr. Tayfun Akgüner’in ricası ile desteklediğimiz; bizi sürekli köstekleyen bir rektöre bu kez nasıl davanırız, orası meçhul. Ancak şurası çok açık ki, bizi köstekleyen, sürekli desteklediğimiz ve sürekli “hukuka aykırı işlemler” yapan rektörün ikinci dönem adaylığını tam gücümüzle destekliyoruz. Hukuki sorunları olursa, çözeriz.

Bu seçim, seçim olacak...

29 Haziran 2008

DANIŞTAY DA PROF. BATMAZ'I BÖLÜM BAŞKANLIĞINA İADE ETTİ

Danıştay 8. Dairesi, Prof. Dr. Veysel Batmaz’ın Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanlığından, Rektör Mesut Parlak tarafından kovulmasını tümüyle iptal etti.

Daha önce, İstanbul 1. İdare Mahkemesi, Prof. Veysel Batmaz’ın Bölüm Başkanlığından atılması kararını hukuka ve kanuna açıkça aykırı olduğu gerekçesi ile iptal etmişti. Danıştay 8. Dairesi, İstanbul Üniversitesi Rektörü Mesut Parlak’ın temyiz dilekçesini ret ederek, İdare Mahkemesi’nin kararına kesinlik kazandırdı.

Böylece, öğretim üyeliği görevinden ve başkanlıktan Mesut Parlak tarafından kovularak, kamu görevi yapamaz duruma getirilmiş olan Prof. Dr. Veysel Batmaz, hukuka ve kanuna açıkça aykırı işlemler yapma alışkanlığını edinmiş olan İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne karşı bir yanıt daha vermiş; dördüncü davasını da kazanmış oldu.

Bilindiği gibi, İstanbul 2. İdare Mahkemesi de, iki ay önce, Prof. Dr. Veysel Batmaz’a verilen görevden kovulma cezasını açıkça hukuka aykırı bularak yürütmesini durdurmuş ve Batmaz göreve, Rektörlüğün keyfi işlemi sonucunda bir ay gecikerek başlamıştı.

Şu anda, Prof. Dr. Veysel Batmaz, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü başkanı olarak görev yapıyor. Ancak Rektörlük yargı kararlarını gereği gibi uygulamayarak, bölüm başkanlığı görevine Batmaz’ı şu güne kadar iade etmemiş durumda.

İşin özeti şudur, 26 Haziran 2007 tarihinden bu yana Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde yapılan tüm işlemler yok hükmündedir. Mağdur olan tüm öğretim elemanları ve öğrenciler İdare Mahkemelerine dava açarak mağduriyetlerini giderebilirler.

REKTÖR HAPİSTE

Eski Niğde Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferhat Ecer’in rektörlük yaptığı dönemde maaş promosyonu olarak bankadan aldığı parayı zimmetine geçirdiği iddiasıyla Niğde Ağır Ceza Mahkemesi, eski Rektör Ecer'e 9 yıl 2 ay hapis cezası verdi. Prof. Dr. Ferhat Ecer hakkında, rektörlük görevini yürütürken bir banka ile personel maaş sözleşmesi imzaladığı ve bankadan aldığı 135 bin YTL'yi zimmetine geçirdiği iddiasıyla yaklaşık 2 yıl önce soruşturma açılmıştı. 4 ay cezaevinde kalan Ecer hakkında, 2006 yılında dava açılmış, YÖK Disiplin Kurulu, Ecer'e kamu görevinden çıkarma cezası vermişti. Cihan Haber Ajansı 26.06.2008

28 Haziran 2008

BAŞBAKAN DAHİL, HERKES VİSTİLEF'İ İZLİYOR...

Türkiye’de ciddi doktor eksiği bulunduğunu, bu da gidermek gerektiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, tıp profesörlerine veryansın etti; İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Mesut PARLAK'a cevap verdi: “Bunu gidermemiz lazım. 5 yıldır bağırıyoruz. Diyoruz ki doktor ihtiyacımızın giderilmesi lazım. Aldığımız cevap hep şu olmuştur. 'Nereden yetiştireceğiz?' demişlerdir. İncelemeler de yaptırdım. Çok enteresan, Almanya'da bir profesöre 26 öğrenci, benim ülkemde 3,8 öğrenci düşüyor. Aradaki farkı görüyor musunuz? Bu kadar korkunç bir fark var. Diğer AB üyesi ülkelerde de oranlar yüksek, fark açık. Bunu aşmamız gerek. Bir öğretim üyesinin iftihar edeceği eseri nedir öğrenci yetiştirmek. Ne yazık ki rahata alıştık. Öğrenci yetiştirmek, böyle bir şey yok. Tıp fakültelerine öğrenci alma noktasında bakıyorsun bariyerler kuruyorlar. Devletin eğitim hastaneleri var, biz bu hastaneleri tıp fakültelerinin emrine veririz, buradan süratle doktorlar yetiştirelim.”

27 Haziran 2008

REKTÖRLÜK PASTASININ TALİPLERİ ÇOĞALIYOR…

BİLMEDİKLERİ TEK ŞEY, PASTAYI YİYENİN ZEHİRLENDİĞİ… REKTÖR YETKİSİZ; SADECE GÖREVLERİ VAR…
Rektörün görevlerinin ve yetkisizliğinin ayrıntılarını Vistilef’te okuyacaksınız… Rektörlük kervanına, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Kadir Edin ile Alemdar Kemal’in rektör yardımcısı Çapa Tıp’tan Prof. Dr. Emin Darendeliler de katıldı.

26 Haziran 2008

REKTÖRLÜK SEÇİMİ İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNİ PARÇALIYOR...

REKTÖR'E HATIRLATMA...

18 Ocaktaki şimdiki rektörün süresinin dolması ile, başka bir siyasi gelişme olmazsa, Aralık 2008 sonu-Ocak 2009’da yapılması öngörülen İstanbul Üniversitesi rektörü seçimleri için kampanyalar şimdiden başladı.

Öne çıkan beş aday var:

Mesut Parlak ve ekibinin desteklediği Çapa Tıp Dekanı Prof. Dr. Mustafa Keçer.

Mesut Parlak’ın eski rektör yardımcısı Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Melih Boydak.

Cerrahpaşa’dan eski ANAP’lı Bakan Prof. Dr. Ahad Andican.

ve Başbakan Erdoğan'a yakın isimler olarak bilinen Prof. Dr. Bülent Zülfikar (Çapa Tıp) ile Prof. Dr. Yunus Söylet (Cerrahpaşa Tıp).

Bu adaylar İstanbul Üniversitesi Rektörlük seçiminde aday olarak karşı karşıya gelecekler. Son iki aday önemli: Çocuk doktoru olan her iki adayı da Başbakan daha önce YÖK üyeliğine atamıştı. Daha başka adaylar da var ve çıkacak... Vistilef hepsini izliyor, izleyecek. Vistilef’ten sürprizlere de açık olun.

Vistilef olarak rektörlük seçimlerinde tarafız ve gözlemciyiz. Bu nedenle yeni seçilecek rektöre bazı tavsiyelerimiz var:

1983’den bugüne, İstanbul Üniversitesi, tıpçı rektörlerle hukuk dışı yönetilmiştir. Son yirmi beş yıldır, rektörlüğün ve dekanlıkların aldığı kararların ve idari işlemlerin kahir ekseriyeti, İdare Hukuku içinde mahkemeye taşınmayan işlem ve eylemlerin “fiili ajanlık” ilkesi ve “kanunilik karinesi” ile geçerliği kabul edildiğinden, mahkemeye götürülmemiş olmaları nedeniyle “geçerli” olduğu zannedilirken, hukuken geçerli değildir. Şu anda zaman aşımına uğramamış bütün İ.Ü. rektörlük ve dekanlık işlemleri, mahkemelerce iptal edilecek boyutta hukuken sakattır. Basit bir örnek verelim: 2000 yılı ile 2004 yılı arasında ve 2007 ile 2008 başına kadar, akademik olarak en yetkili kurul olan İstanbul Üniversitesi Senatosu’nda İletişim Fakültesi Senatörü yoktu. İletişim Fakültesinin Dekanı tarafından seçilmesi önlenmişti. Bu basit yokluk, İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun sözkonusu dönem içinde aldığı tüm kararları yok hükmünde kılmaktadır. Ancak bu kararlardan mağdur olanların mehkemeye gitmemiş olmalarından dolayı bu kararların yol açtığı işlemler hukuka açıkça aykırıyken, geçerli zannedilerek, uygulanabilmiştir. Mağdur olanlar, zaman aşımını göz önüne alarak dava açabilirler ve kazanırlar. Daha yüzlerce bu tür hukuksuzluklar, Vistilef’in elinde mevcuttur. Vistilef’in elinde son yirmi beş yıla ait bir çok mahkeme kararı da vardır. Özetle, İstanbul Üniversitesi hukuka aykırı olarak yönetilmektedir.

Bu nedenle yeni rektörün tıp dışından biri olması gereklidir ki, hukuk nosyonunu üniversiteye hakim kılabilsin.

Çünkü, kamu idarelerinde HUZUR ancak HUKUK ile olur.

Ancak "hukuk dışı" olmak, sadece tıpçılara mahsus sanılmamalıdır.

Bunun için, yeni rektörün 2547 sayılı Yasayı “su gibi,” “ilaç adı gibi” ezbere bilmesi gerekmektedir; ayrıca doğru uygulaması gereklidir:

Zannedilmektedir ki, 2547 sayılı Yasa Rektörlere ve Dekanlara sonsuz yetki vermektedir. Bu külliyen yanlıştır. Rektör ve Dekan, sadece disiplin amiri olarak bazı işlemler yapabilir o kadar. Danıştay kararları ve içtihatları rektörlerin yetkilerinin nerede başladığını ve bittiğini her gün yeniden öğretmekte, öğrenmeyenler de, mahkeme kararları ile ağır suçlu olarak tazminat ödemeye makum olmaktadırlar. Unutmayalım, bu durum, eski rektör Kemal Alemdaroğlu’nun, “yargı kararlarına uymaması” nedeniyle, Cumhurbaşkanınca görevden alınmasında somutlaşmıştır. Örneğin, rektörler süresi dolmuş bir dekan yerine Vekil Dekan tayin edemezler. Mahkeme, var zannettikleri bu yetkilerinin olmadığını, rektörlere öğretmiştir (Bkz: http://www.vistilefhukuk.blogspot.com/ ). Daha başka öğretici bir çok Mahkeme kararı elimizde mevcuttur. Dileyene veririz.

Bu nedenle, yeni seçilecek ve atanacak rektör, “olmayan yetkilerini” fazla zorlamamalıdır. Tıpçılarda varolan “yaratıcılık sendromu”nun sonu vahimdir. Bu sendrom ayrıca başka bilim dalarına da bulaşıcıdır.

Dekanlara gelince, İ.Ü. SBF eski Dekanı idare hukukçusu Prof. Dr. Ülkü Azrak’ın deyişiyle, “kurul kararı almadan pencere camı bile değiştiremeyecek” kadar YETKİSİZDİRLER. Neden? Çünkü 2547 sayılı Yasa’nın 16. maddesi, Dekan’a, fakültenin “temsilcisi”, “koordinatörü”, “denetim ve gözetimcisi” ve “kurul kararlarını uygulayan” kişi fonksiyonlarından başka bir görev ve yetki vermemiştir. Bunun aksini yapanlara, mahkemeler, Dekan’ın ne olduğunu öğretmektedir. Oysa, 21. madde, “Bölüm Başkanı Bölümü idare eder” hükmü ile, Dekan’ın Bölüme, Başkanın onayı olmadan karışamayacağını emretmektedir. Bu husus, Mahkeme hükümleri olarak da sabittir.

Rektör de, Dekan da disiplin amiri olarak bazı işlem yetkilerine sahip olmalarına karşın, Mahkemeler bu yetkilerinin de “hakkaniyet, liyakat, keyfi olmama ve husumetle yapılmama” koşullarına bağlamıştır.

Rektör de, Dekan da, ne üniversite düzeyinde, ne de fakülte düzeyinde, işleyiş bakımından, yönlendirici etkilere sahip bulunmamaktadırlar. Gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız bu “yönlendirici yetkilerini,” Bölüm Başkanları ve Anabilim Dalı Başkanlarını atamaları nedeniyle ele geçirme istismarına tevessül ederek, elde temye çaılşırlar. Kabul edersek de, acımasızca kullanırlar. Oysa, ne Dekan’ın, ne de Rektörün Bölüm ve Anabilim Dalı başkanlarını, reesen atama yetkisi yoktur. Dekan Bölüm Başkanlarını silsile ile, Anabilim Dalı Başkanlarının yazılı görüşünü alarak atamaktadır. Anabilim Dalı Başkanlarının onaylamadığı bir Bölüm Başkanı, Dekan tarafından atanamaz. Anabilim Dalı Başkanları da, Anabilim Dalı Kurulu’nda seçilir. Yani, ne Rektör, ne de Dekan, bir çoğunuzun zannettiği gibi, sonsuz, mutlak ve sınırsız yetkiye sahip olmadıkları gibi, hukuken yetksizdirler de. Bu durumu mahkemeler hüküm altına almaktadır. Sadece biz onlara YETKİ atfedersek, üniversiteyi “içinde yaşanmaz” hale getirmektedirler, o kadar. Üniversite ancak HUKUK içinde olarak, bilimsel ve özgür olur.

Şimdilik yeni rektöre, ve eskilerine de, hatırlatmak istediklerimiz bunlar. Devamı gelecek... Rektörlük seçiminde artık Vistilef’iniz var. ÇARE-SİZSİNİZ...

Bütün adaylara başarılar diliyoruz. Ancak, rektör olana bir de şunu öneriyoruz: HUKUKU BİLİN ve UYGULAYIN. HUZUR, HUKUK İLE OLUR.

14 Haziran 2008

BU KEZ ve 1980’DEN SONRA İLK KEZ:

TIP FAKÜLTELERİ "REKTÖRÜ" DEĞİL;
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'ne SAYGIN ve

HUKUKU BİLEN BİR REKTÖR SEÇELİM.
REKTÖRLÜK SEÇİMLERİNİ VİSTİLEF’TEN İZLEYİN...

13 Haziran 2008

SUÇLU EGE ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ İMİŞ...

Vistilef'in duyurusu: İptal edilen 2. DUYGUSAL ZEKA ve İLETİŞİM SEMPOZYUMU'nda, "bildirisi" kabul edilmiş arkadaşlar, zaman geçirmeden Vistilef'e başvurarak, konu ile ilgili yetkili ve sorumlular için idari ve cezai soruşturma işlemi başlatabilirler. İdari ve cezai soruşturma dilekçeleri Vistilef hukukçuları tarafından bilabedel yazılacak ve hukuki prosedür takip edilecektir. Kazanılacak tazminatlar, mağdurlara verilecek ve Vistilef bir hak talep etmeyecektir:

İptal ile ilgili duyuru:

İptal Edilen 2. DUYGUSAL ZEKA ve İLETİŞİM SEMPOZYUMU Hakkında Kamuoyu Duyurusu

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi işbirliği ile yapılması planlanan "II. Uluslararası Duygusal Zeka ve İletişim Sempozyumu"nu iptal etmek zorunda kaldığımızı, sizlerle üzüntü duyarak paylaşmaktayız.

Yolun başında, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi aracılığıyla sempozyum hazırlıklarına katılan İzmir adresli Gürkan Boztepe’ye ait Business Center-Boztepe Turizm Organizasyon Şirketi (1379 sok. No.57/1 A Efes İşhanı Kat 2 Daire: 202-204 Çankaya/İzmir), organizasyonun tüm sekreteryasını, sponsorluk, konukların konaklaması, ulaşımı ve sempozyum katılım ücreti olan 200 Euro bedelinin kendi üzerlerinde toplanması işini üstlenmiştir.

Adı geçen şirket katılım ücretlerini toplamış ancak, yeterli derecede sponsor desteğine ulaşamamıştır.
Tüm iyi niyetimizle, son dakikaya kadar tüm hazırlıkları gerçekleştirmiş olmamıza karşın, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından devreye sokulan bu şirketin yol açtığı zor durum karşısında, sempozyumun iptali söz konusu olmuştur. Bu bağlamda İzmir adresli bu şirkete ait mağduriyetin referansı veren Ege Üniversitesi aracılığıyla giderilmesi gereği doğmuştur.

Sempozyum katılımcılarımız haklı olarak, bu iptalin, organizasyonun ev sahipliğimizde gerçekleştirilmesinden dolayı, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden kaynaklandığı düşüncesine kapılmışlardır.
Fakültemizin haksız yere suçlanmasından, mağduriyetimizden ve sizlerin mağduriyetinden duyduğumuz derin üzüntüyü sizlerle paylaşmak isteriz.

Saygılarımızla,

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Organizasyon Komitesi adına

Prof. Dr. Suat GEZGİN http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-news/detail&int_Id=152

10 Haziran 2008

DAHA FAZLA ÖĞRENCİ, DAHA NİTELİKLİ ÖĞRETİM ELEMANI...

YÖK’ÜN ÖĞRENCİ KONTENJANI ARTTIRIMINI DESTEKLİYORUZ...

YÖK, yerinde bir karar vererek, üniversitelerdeki öğrenci kontenjanını % 25 kadar arttırdı...

Bu konuda en “hesaplı” karşı çıkış İstanbul Üniversitesi Rektörü’nden geldi:


İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak,
Üniversitelerde öğrenci kontenjanında artırıma gidilmesi konusunda,

"Çok yanlış birşey. Türkiye'de bu sık sık yapılıyor. Gerçi kontenjan artırımı kulağa hoş geliyor, kamuoyuna da güzel yansıyor ama bana göre çok yanlış. Hesap kitap işi, 3-4 kişinin oturacağı bir odaya 10 kişiyi oturtamazsınız, sıkıntı olur. Ben bunun uygun olmadığını, en azından üniversiteler arasında konuşulması gerektiğini ve hesap kitapla yapılabileceğini söylüyorum."

şeklinde konuştu. (Kaynak: cihan haber ajansı, 1 Haziran 2008, haberi altta)

Rektör Prof. Dr. Parlak, dersleri boş geçen, anfileri dolmayan, tıp fakültelerinde öğretim üyesi başına 1.8 (2-iki diyelim) düşen, koca ve atıl bir üniversite yöneticisi olarak, “hesap kitapla” kontenjan arttırımından söz ediyor.

Hesap kitap açık: Tıp fakültelerinde büyük bir öğrenci azlığı vardır. Diğer fakültelerde ise durum, yine de dünya ortalamalarının altındadır (öğrenci sayısı çok azdır). Örnek mi? İletişim Fakültesi’nde okuyan öğrenci sayısı 1366’dır. Bu fakültede çalışan öğretim üyesi sayısı ise (Yrd. Doç; Doç; Prof) 42, tüm öğretim elemanları (okutmanlar ve araştırma görevlileri dahil) 70’tir. Yani bu Fakülte’de, bir çok dersin boş geçmesine, bir çok dersin ise kalitesiz ve yetersiz verilmesine karşın, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 31; tüm öğretim elemanlarına göre ise, 20’dir. Dünya’da “öğretim üyesi/öğrenci oranı” kategorisinde en iyi ilk sıralardadır. Anfileri boş, derslikleri en az 2500 öğrenciye yeterlidir.

İstanbul Üniversitesi’nde 2007-2008 yılı içinde okuyan öğrenci sayısı, (Lisansüstü ve ikinciş öğretim dahil) 60027’dir. Aynı dönemde öğretim üyesi sayısı (Yrd. Doç; Doç; Prof) 2462’dir. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 24’dür. Eğer toplam öğretim elemanı (okutman ve araştırma görevlisi dahil) üzerinden bir hasaplama yapacaksak, ki bu daha doğrudur, 5139 öğretim elemanın çalıştığı İstanbul Üniversitesi’nde, öğretim elamanı başına, tam 11 öğrenci düşmektedir. (Kaynak:
http://www.istanbul.edu.tr/ 2007 Faaliyet Raporu).

Amerikanın ve dünyanın en önemli üniversitelerinde öğretim üyesi/öğrenci sayıları ise şunlardır (ilk yüz üniversite içinde):

İstanbul Üniversitesi 24.3 veya 11.2

Duke Üniversitesi 11
Harvard Üniversitesi 17
Pekin Universitesi 33
Tomsk Devlet Üniversitesi-Rusya 35
Johns Hopkins Üniversitesi 37
Princeton Üniversitesi 39
Colombia Üniversitesi 40
Helsinki Üniversitesi 41
King’s College London 45
Dartmouth Colllge- ABD 49

Kaynak:
http://www.topuniversities.com/worlduniversityrankings/results/2007/criteria/staffstudent_ratio/

İşte hesap... Dışarıda 1.5 milyon öğrenci, bunların en az % 70’i yeni mezun, üniversite beklerken, İstanbul Üniversitesi’nde dersler ve anfiler boşken, Rektör, hesaptan kitaptan bahsediyor. Hem de, üniversite içinde değil Malatya’da:


İşte hesap, işte haber:

Malatya'da açıklamalarda bulunan İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Mesut Parlak, "Bu ulus bizim, bu insanlar bunun hesabını soracak. Bu çok uzun değil" dedi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mesut Parlak, "Bu ulus bizim, bu insanlar bir gün bunun hesabını soracaklar. Bu da çok uzun değil." dedi.


İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mesut Parlak, Malatya'da işadamı Ekrem Dernek tarafından babası Hasan Dernek adına yaptırılan sağlık ocağının açılışına katıldı.


Burada basın mensuplarının sorularını cevaplayan Parlak, üniversitelerin kadro sorunu ile ilgili bir soru üzerine şunları söyledi: "Ülkede herşey tartışılıyor ama sonuç yok. Bir şeyi tartışmak için uzmanı ile oturup konuşmak lazım. Öyle çıkıp da ortalıkta kulağa hoş gelsin sedaları ile bir takım beyanatlar vererek bu ülkeyi bir yere taşıyamazsınız. Bu ulus bizim, bu insanlar bir gün bunun hesabını soracaklar. Bu da çok uzun değil."
Haziran ayında yapılacak rektörlük seçimlerinin hayırlı olmasını dileyen Parlak, "6 aday seçiliyor, YÖK 3'e indiriyor, Cumhurbaşkanı da atıyor kimsenin yapacak birşeyi yok. Üniversitelerde öğrenci kontenjanında artırıma gidilmesi konusunda ise "Çok yanlış birşey. Türkiye'de bu sık sık yapılıyor.


Gerçi kontenjan artırımı kulağa hoş geliyor, kamuoyuna da güzel yansıyor ama bana göre çok yanlış. Hesap kitap işi, 3-4 kişinin oturacağı bir odaya 10 kişiyi oturtamazsınız, sıkıntı olur. Ben bunun uygun olmadığını, en azından üniversiteler arasında konuşulması gerektiğini ve hesap kitapla yapılabileceğini söylüyorum." şeklinde konuştu.

Kaynak: Cihan Haber Ajansı, 1 Haziran 2008

YÖK’ün kontenjan arttırımı azdır, bile... Mezunların iş durumlarını ne yapacaksınız diye soranlara cevabımız ise, yılda 200 kişilik bir istihdama sahip olan medya sektörü ve 1000 kişilik istihdam açığı bulunan tüm iletişim sektörleri için, 35 tane iletişim fakültesinden mezun olan ortalama, 8000’e yakın mezunu ne yapıyorsanız, onu yapacaksınız... Ya da, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde uygulayacağımız gibi, öğretim elemanı sayısını 35’e düşüreceğiz. Devlet boşuna para ödemekten kurtulacak.


07 Haziran 2008

RTÜK BAŞKANI AKMAN HAKKINDA SUÇ DUYURUSU

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Veysel Batmaz, katıldığı bir televizyon programında, yayından kaldırılan "Gerçek Gelecek" programı ve Erhan Göksel hakkında açıklamalarda bulunan RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın yetkisiz ve görevsiz bir şekilde kamuoyuna görüş bildirdiğini ifade etti.

Batmaz, Akman hakkında "görevi kötüye kullanmak, görevi ihmal, yetkisiz ve görevsiz olarak yasalara aykırı davranmak ve ifade özgürlüğünü engellemeye teşebbüsten" suç duyurusunda bulundu.

Prof. Dr. Veysel Batmaz, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği dilekçede, RTÜK'ün Başkan dahil üyelerinin, özel radyo ve televizyon kanallarının yayınlarına katılarak görüş açıklamak yetki ve görevi olmadığını belirtti. Dünyada da benzer yayıncılık üst kuruluşlarının başkanının, denetlemekle yükümlü olduğu bir basın-yayın kuruluşunun yayınında görüş bildirmesinin hukuken olanaksız olduğunu vurgulayan Batmaz, şunları kaydetti:"Oysa, RTÜK Başkanı Zahid AKMAN bir çok kereler, çeşitli televizyon kanallarında yayına çıkarak, çeşitli konularda görüş bildirmekte ve yetkisi ve görevi olmadığı alde RTÜK'ün aldığı kararları kamuoyu önünde savunmakta ve tartışmaya açmaktadır."

Medyatava

Kaynak ve haberin ayrıntısı için tıklayın: http://www.medyatava.com/haber.asp?id=45137

04 Haziran 2008

Dünyanın ve Türkiye'nin en büyük şairlerinden ve eylem adamlarından...

Nazım Hikmet’in ölümünün 45. yıldönümü. 1902’de doğdu, 1963’te sürgünde bulunduğu Moskova’da öldü...

Saman Sarısı
Vera Tulyakova'ya derin saygılarımla
I
sen el resimleri yaparsın Abidin
bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan
ve okşamayı bir daha yitirmeyecek
Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini
kocaman bir el
deniz kaplumbağası bir el
ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
artık bütün sevinçlere inanan bir el
güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp yeşerip ballanan umutların eli
1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi
evler ve çok rahat evler gibi
ağaçlar diken ellerden biri
çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
ömrünün ilk kurşunkalemiyle
ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü yazan el
hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları
Kübalıların balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmış gibi
ve gözleri parlıyor erkeklerinin ve kızlarının eziliyor içi
dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip
kuyudan yudum yudum içiyor
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
hürriyet sözcüğünün resmini
ama yalansızının
akşam oluyor Paris'te Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
ve Paris'in bütün eski yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
bizim zanaatları düşünüyorum
şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filan düşünüyorum
ve anlıyorum ki bir ulu ırmak akıyor
insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri
sonra bütün çaylar yeni balıkları
yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor onun içine
ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.

Paris'te bir kestane ağacı olacak
Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e
Boğaz sırtlarından hâlâ sağ mıdır bilmem
sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
gidip elini öpmek isterdim
varıp gölgesinde yatsak isterdim
bu kitabın kâadını yapanlar
yazısını dizenler
nakışını basanlar
bu kitabı dükkânında satanlar
para verip alanlar
alıp da seyredenler
bir de Abidin
bir de ben
bir de bir saman sarısı, belâsı başımın.

Tamamı için: http://www.siirperisi.net/siir.asp?siir=4492

24 Mayıs 2008

LÂFA BAK, BERİ GEL...

“Siyasal krizler gazete başlıkları ile çıkartılıyor.”

Lâfa bak: Başka nerede çıkartılacaktı? Türkiye’de gazete dahil, tüm medya artık manipülasyon aracı olmuş durumda. Bunu bilmeyen yok. Siyasal işetişimi gazete manşeti ya da TV “enkıromen”inin söylemi olarak algılamak, eskidi artık. Çünkü, gazete artık kitle iletişiminin amiral gemisi değil, her ne kadar bizdeki Hürriyet varakı bu adla anılsa da. İşin içinde Internet de var. Siyasal krizlerin kamuya yansımasının hâla kitle iletişim araçları ile olduğu aşikârane sözünün arkasında yatan dinamikleri göstermek asıl mesele. Hâttâ, “dünyayı yorumlamak değil, onu değiştirmek” (11. tez) asıl sorun.

Başlıktaki malum-u ilam söz ancak illet-işim yapanlar tarafından söylenebilir. Unutulmamalıdır ki, gazete, 19. yy’ın iletişim aracıdır, 21. yy’ın değil. Dünyanın en önemli devrimi, Ekim 1917’de, Lenin tarafından tanımlandığı gibi, “gazete” aracılığı ile yapılmıştır. Günümüz ise televizyon çağı bile değil, Internet çağıdır. Yani, yukarıdaki tebliğ’i yazan kişi, iki teknoloji öncesinde takılı kalmış gibi görünüyor.

Bu konuda, bu ay yayınlanan, MEDYA, TÜRKİYE’YE DÜŞMAN YETİŞTİRİYOR kitabıma bakılabilir. http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=ELPL5FT1IT5T16H5D718

Bir de lâfın devamı var. Bu l’afı sarfeden bir kişi nerede çalışıyor olabilir, düşünün bir: “21. yüzyılda siyasal yönlendirme için suni krizlerin gazete başlıkları ile çıkartılmaktadır ve insanlar kobay olarak kullanılarak sosyal sorumluluk projelerinde çalıştırılmaktadır.” Bu iki l’afın birarada söylenmesi ne âlakaysa? Daha başka inciler de var, tebliğde, metin yayınlandığında aktarır ve bilimsel eleştiri ve ikâza tabi tutarız.

Tabii, “sosyal sorumluluk projelerinde kobay olarak kullanılan kişiler” kimlerdir, bu soruyu da sormak ve cevap vermek bilimsel etiğin bir görevidir. Bu sorunun cevabını fakültedeki arkadaşlara havale ediyorum.

Prof. Dr. Veysel Batmaz

Kaynak: http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1344 Bizim Gazate
‘Siyasal krizler, gazete başlıklarıyla çıkarılıyor’

21 Mayıs 2008

VEKİL DEKANLIK İPTALİNİ DANIŞTAY DA ONAYLADI


İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün, 09.01.2007-26.06.2007 tarihleri arasında Prof. Dr. Suat GEZGİN'in İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki Vekil Dekanlığının İstanbul 3. İdare Mahkemesi tarafından iptalinin Danıştay'da temyizen bozulması yönündeki YD itirazını, Danıştay 8. Dairesi ret etti. Böylece, Vekil Dekanlık tam anlamıyla Danıştay'ca da iptal edilme yoluna girdi. Bu dönem, artık hukuken YOK HÜKMÜNDEDİR. İlgililere, Rektörlüklere ve YÖK'e duyurulur. Danıştay'ın kararı artık içtihat haline gelecek. Artık hiç bir Rektörlük Vekil Dekanlık ataması yapamaz hale gelecek.
Prof. Dr. Suat GEZGİN'in bu dönemde yaptığı tüm işlemler de iptal edilebilir hale dönüştü.

DEKAN, TIP PROFESÖRLERİNE KAPIYI KAPATTI

KENDİ PROFESÖRLERİNE BİLE DUYARSIZ OLAN TIP FAKÜLTELERİ ÜNİVERSİTE DIŞINA ÇIKARTILSIN

20 Mayıs 2008 günü, saat 11:30’da, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanlığına, gündemde olan TAM GÜN YASASI’nın, genelde tüm tıp fakültelerini ve özelde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni nasıl etkileyeceğini tartışmak ve çözüm önerileri üzerinde toplu görüş birliğine varmak için Cerrahpaşa’da görevli 50 kıdemli profesör Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanlığına geldiler. Dekanlık kendilerini bir üst kattaki konferans salonuna aldı. Elli profesör tam bir saat bekledikten sonra, ne Dekan’ın, ne de Dekan yardımcılarından birinin toplantıya gelmediğini görünce, dağıldılar.

Kendi profesörlerine bile duyarsız kalan yönetimlerden en fazla tıp fakülteleri zarar görüyor. Özellikle tıp öğrencileri sahipsiz. Fakültelerde verimli eğitim öğretim yapılamıyor. Türkiye'de elli bin hekime ihtiyaç varken, tıp fakültelerinde her bir tıp öğretim üyesine sadece 1.8 öğrenci düşüyor. Profesörlerden asistanlara kadar çalışanlar geleceklerinden kuşkulu. 180’e yakın Cerrahpaşa öğretim üyesine Rektörlük, yurtdışı izinler için disiplin soruşturması açtı.

Toplantılarına Dekan veya yardımcılarından hiçbirinin katılmadığı, soruşturmalardan bunalan ve iş göremez hale gelen duyarlı tıp profesörlerine sesleniyoruz:

Çözüm: İstanbul Üniversitesi’nde, daha önce yönetim görevi almamış, tıp dışından bir meslekdaşın Rektör olmasıdır.

Daha sonraki süreçte, tıp fakültelerinin kendi içlerinde daha verimli olmaları için, üniversitenin diğer bilimsel alanlarına karışmaları önlenerek, bağımsız bir Sağlık Bilimleri Üniversitesi haline getirilmeleridir:

Çözüm: Tıp, Veteriner, Eczacılık ve Diş Hekimliği ve Hemşirelik fakültelerinin ayrı bir üniversiter bünyede toplanmalarıdır.

Bu konuda, isteklerine Rektörlük ve Dekanlıkça kapı kapanmış tıp profesörü ve doçenti arkadaşlara, tüm öğretim üyelerine Vistilef açıktır.

Tıp fakültelerinin sorunları ve “yeni Rektörlük” ile ilgili görüşleri Vistilef’te tartışmaya davet ediyoruz.

19 Mayıs 2008

BUGÜN 19 MAYIS

MARE NOSTRUM
En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce gögüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!


BİR SİYASİNİN ŞİİRLERİ - SEKİZ
Bugün Ondokuz Mayıs, Mayısın ondokuzu!

Sen ey Türk ülkemizin geleceği,
Ulusumuzun gözbebeği,
Sen ey demir parmaklıklarda barfiks yapan
Ranzalarda parende atan
Sportmen ve kahraman Türk Gençliği
Önünde senin bütün kilit-bahirler açık
Ama her zaman Samsun'a çıkılmaz a
Bu sabah da avluda volta atmaya çık

CAN YÜCEL

17 Mayıs 2008

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'NDE REKTÖRLÜK YARIŞI BAŞLADI


Dört Yıldır AKLINIZ Neredeydi?

Vistilef, Tıpçı Rektör Adaylarını desteklememektedir.
Tıp Fakülteleri üniversite dışına çıkartılmalıdır.
Aşağıda, Rektörlük kampanyası olduğu belli olan bir duyuruyu, tüm İstanbul Üniversitesi çalışanları ve Vistilef kadroları için yayınlıyoruz:

İ.T.F'den İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyelerine Duyuru
Üniversitemiz Öğretim Üyelerinin kendileri ve birinci dereceden yakınlarının sağlık sorunları için Fakültemizce belirlenmiş aşağıdaki telefonlardan randevu talep etmeleri halinde kendilerine gerekli yardım sağlanacaktır.
Prof.Dr.Mustafa KEÇER
İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı
Dahili: 31614 / 31615

http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1324