Add to Flipboard Magazine.

28 Nisan 2007

PROF. DR. VEYSEL BATMAZ'IN CEM-TV KONUŞMASI

CEM TV’de, 27 Nisan 2007 tarihinde saat 13:00’de Prof. Dr. Veysel BATMAZ, Cumhurbaşkanlığı seçimi için konuşmacı konuk olarak görüşlerini açıkladı:


--Sayın Batmaz, bugün önemli bir gün, son aylarda büyük tartışmalar yaşandı 11. Cumhurbaşkanı kim olacak diye. Sizce Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olacak mı?


“Görünen o ki olacak, olmasının ötesinde ve olmasıyla birlikte, Cumhuriyet dönüşecek. Bugüne kadar seksen yıllık Cumhuriyet tarihinde en önemli günlerden biri bugün, hatta en önemli gün. Neden, çünkü meselenin usulî veya biçimsel tartışmalarının arasında kaynayan giden bir noktası var, bugün Cumhuriyetin temel ilkelerine aykırı olan bir kişi ve zihniyet Cumhurbaşkanı olacak. Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün Cumhurbaşkanları, hangi türden ideolojiye sahip olurlarsa olsunlar, Cumhuriyetin temel niteliklerine karşı değillerdi, ama bu Cumhurbaşakanı, yani Abdullah Gül olursa veya onunki gibi zihniyetli bir başka biri de olsa, Cumhuriyet dönüşecek. Cumhuriyetin bu nedenle en önemli günü bence bugün.

--Yani Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olursa rejim tehlikeye girer mi diyorsunuz?

“Efendim, rejim değişmez, değişmeyecek. Bakın bu rejim meselesi için demin söyledim usulî veya biçimsel bir değişim sözkonusu değil. Rejim denilen şey düzen demek, Türkçede. Bu düzen değişmeyecek, bu düzen kurumlarıyla, yapısıyla,ekonomisiyle, politikası ile, ideolojisi ile aynen devam edecek. Fakat değişecek olan şey esastan, özden bir şey. Bu da, rejimin içinde varolan antogonik bir yapının iktidar olması. İktidarını mutlaklaştırması. Biliyorsunuz Türkiye’de önemli belirleyici mevki dört tane: Meclis Başkanlığı, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı. Bunlardan üçünün belirli bir zihniyetin ideolojisinde konsolide edildiğini göreceğiz ve bu Cumhuriyeti dönüştürecek. Yani, rejimi değiştirmeyecek ama esastan bir biçimde dönüşüm yaşayacağız, bu daha esastan bir tehlike.”

--Gerçekten şu anda Cumhurbaşkanlığı ile birlikte devletin en önemli zirveleri AKP’nin elinde. Bu ne gibi bir tehlikeye yol açacak, demokrasi işlerliğini kaybetmeyecek mi?

“Demokrasi ya da demokratik rejim ya da hatta Cumhuriyetin kendisi, ta Platon’dan beri oluşan teorik yapısı, bunlar çok önemli değil, önemli olan işleyişin başka bir hale dönüşmesi. Mesela bir İslamcı partiden bahsediyoruz, bu AKP, neredeyse Erbakan’ın 1968’den beri geliştirdiği bir siyasal İslam organizasyonu içinde bugüne kadar geldi. Bu aslında İslamla ilgisi olmayan bir süreç. Bu “olmaması” nedeniyle dönüştürecek Cumhuriyeti. Bakın, Abdullah Gül hakkında bir sürü iddiada bulunuluyor; Exeter Üniversitesinde okudu, orası casus yetiştiren bir okuldu deniliyor. Bütün bu iddialar şunu gösteriyor: Türkiye’de İslammış gibi sunulan bir tehlike sözkonusu. İşte bu, işin, Cumhuriyetin özünü değiştirecek ve belirleyecek. Yani Cumhuriyetin değişmesinden kastım, İslam olmayan bir İslamcılığın Cumhuriyeti dönüştürmesi.”

--Haklısınız, zaten Abdullah Gül’ün geçmişteki bir çok sözü de bunu doğruluyor. Bir sözü var: “İmam Hatip Lisleri hepimizin gözleri önünde kurutuldu. Onların yasaklarını kaldırmak vefa borcumuzdur.” Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğu anda, Milli Görüş içinden gelen bir isim Erdoğan gibi ve o nedenle tehlike var diyorsunuz?

“Evet, fazlasıyla var. Tehlike denilen şey daha önce potansiyal olarak vardı, şimdi kinetik hale dönüşüyor. Gerçek bir hale dönüşecek.”

--Pazar günü Çağlayan’da büyük bir miting olacak. Tandoğandaki kadar etkili olacağını tahmin ediyoruz. 400’e yakın sivil toplum kuruluşu destek veriyor, siz ne düşünüyorsunuz, Tandoğan’daki kalabalık etkili olabildi mi sizce?

“Benim bu konuda biraz aykırı düşüncelerim var. Tabii ki Tandoğan etkili oldu. Çok görkemli bir topluluktu. Öyle Tayyip Erdoğan’ın söylediği gibi “bindirilmiş kıtalar” falan yoktu o mitingde, benim etrafımdan evinden çıkmayan kişiler koştular o mitinge. Çağlayanda da aynı şey olabilir. Fakat, aykırı dediğim düşünce şu: bu gibi olgular iletişimsel teori olarak bakarsak, “Catharsis,” yani “arınma” yaratan sosyal olgulardır. Yani “biz görevimizi yaptık, gittik bağırdık çağırdık, orada büyük bir gövde gösterisi yaptık, karştlarımız bizden korktu, Tayyip Erdoğan aday olamadı” deriz ve iş burada biter. Bu olgunun sonuç itibariyle politikaya doğrudan yansıması olmaz, çünkü, neden, örgütsüz halkın yapacağı hiç bir şey yoktur. İstediği kadar kalabalıklar toplansın, istediği kadar büyük protesto eylemi gerçekleştirilsin. 400’e yakın STK diyorsunuz. Yani, parçalı bölük pörçük bir kalabalık, yani kelimenin Cannetti anlamıyla tam bir kalabalık. Bu kalabalığın bir araya gelmesi bence net bir örgütlülük değil. Sürekliliği yok. Sadece bir refleks, yada demin dediğim gibi bir Catharsis, arınma, “ohh ne güzel de oldu, ne şahane yaptık” demenin rahatlaması. Böylesine negatif tarafı da var işin. Ancak, 1980’den bu yana ben hiç mitinge katılmayan bir kişiyim, öğrencilik yıllarımda militan olarak çok katıldım ama sonradan hiç katılmadım. Ama Çağlayan mitingine ben de katılacağım. Nur Serter gibi hiç onaylamadığım insanların varlığına rağmen. Çünkü tehlikeyi önemsiyorum. Herkesin de gitmesi gerektiğini düşünüyorum. “Mustafa Kemal Cumhuriyeti dönüşmesin” diyen herkes katılmalı. Ancak, demin söylediğim koşulları da düşünerek gidelim. Yani, bu iş politik ve yaygın bir örgütlenmeye dönüşmezse, şu anda varolan partilerin dışında bir takım örgütlenme girişimleri başlamazsa, Cumhuriyet, ne yaparsak yapalım dönüşecek. Yani, Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi, rejimi değiştirmeden, “hazmettire hazmettire” olacak bu. Çağlayan’a katılacak kitleler, 14 Nisan’da Tandoğan’da bulunmuş kitleler, örgütlenmenin yollarını açmak zorundadırlar.”

--Medyanın bu gelişmelere tavrı nedir? Siz “Medyaya Düşman Yetiştiriyorum” adlı bir kitabın da yazarısınız. Yılmaz Özdil adlı bir köşe yazarı Cumhurbaşkanı seçimlerine, “ne olursa olsun, borsa yükseldi, piyasalar rahatladı denecek” diyerek alaysı olarak bakıyor. Ne diyorsunuz medyanın son gelişmelerle ilgili yaklaşımına?

“Medyayı çok fazla önemsememek lazım. Yılmaz Özdil’in burada vurgulamak istediği, borsa-piyasalarla politik eylemlerin ilişkisi. Türkiye’de artık zamanı geldi, “Cumhurbaşkanı seçildi, borsa tavan yaptı; Tayyip eğildi, piyasalar rahatladı” gibi yaklaşımların yerine, borsa-piyasaya karşı kitleler ne dedi, ne yaptı ikilemini koymanın zamanı geldi. 12 Eylülden bu yana depolitizasyon veya örgütsüzlük biçiminde gelişmiş olan yapı, artık borsanın, piyasanın yerine kitleleri, işçi sınıfını, çalışanları koymak zorundadır. Yani, piyasaların ikilemi politik aktörler değil, artık kitleler olmalıdır, örgütlü halk yığınları olmalıdır. Zaten de öyledir. Borsanın karşıtı halktır. Sınıfsal olarak politika üreten merkezlerdir. Bu ikilemi yazıyorsa medya, medyadır.

--Çok teşekkür ediyorum Sayın Batmaz, ben yine kişisel olarak iyi günler görmeyi umud ediyorum.

“Benim fazla umudum yok. Hatta benim güncel duruma uygun bir formülüm var: “Ümmî Şef, tek partili meclis.” Yani, İnönülü Milli Şef, tek partili meclisi, bu kez Ümmi şef olarak yaşayalım ve mecliste bir tek AKP milletvekilleri olsun. CHP bile baraj altı kalsın. Ancak o zaman öğrenecek bu halkın % 75’i hanyayı konyayı. Anlayacaklar tehlikenin ne olduğunu ve ona göre de örgütlenmeler başlayacak ve belki bu kez daha sağlıklı olacak.

--Çok büyük bir fedakarlık istemiyor musunuz?

“Bazen sosyal olaylarda nesiller yok olur. Sosyal değişimlerin kuralı budur. Ne yazık ki sosyal olgular bireysel düşüncemizin ötesinde oluşurlar. Bu önerdiğimi kişi olarak istemem tabii ki, ama başka bir çözüm de göremiyorum.”

Hiç yorum yok: