Add to Flipboard Magazine.

20 Aralık 2007

Üniversiteyi yanlış minvaller üzerinden tartışmak!

Medyadan izlediğimiz kadarıyla, ne yükseköğretimi temel alan tartışmalarda ne de YÖK üzerinden üniversitelere yöneltilen eleştirilerde, ortaya konan sağlıklı çözüm önerileri mevcut değil. Hatta ve hatta, üniversitelerin karşı karşıya bulunduğu çıkmazlar konusunda gerçekçi ve doğru saptamalar dahi yok!

Zaman zaman, başını Eğitim-Sen ile benzeri meslek örgütlerinin çektikleri görüşler gündeme gelmekle birlikte, bunlara da o bildik azgelişmiş ülke marksistlerine yönelik klişeler hakim: 12 Eylül faşizminin ürünü olan YÖK, vs. vs. vs… Çeyrek yüzyılda duvarlar yıkıldı, bloklar çöktü, sistemler tasfiye oldu, dünya değişti ama bu kafa her daim aynı yerde sayıyor!

Ya da, İslamcı ve laikçi kesimler arasındaki türban odaklı tartışmaların harareti, yükseköğretimde diğer tüm sorunların üzerini örtüyor.
***
Bugün üniversitenin önündeki açmazlardan başlıcası, kendilerini entelektüel anlamda bilgiye ve öğrencilerine adamış akademisyenler için [bir zamanlar] huzur dolu sığınaklar olan bu merkezlerin, söz konusu özelliklerini artık yitirmeleri ve giderek piyasa ortamında ticarileşmeleri!

Üretim faaliyetlerine yönelik olarak bilginin giderek metalaşmakta olduğu ve bu nedenle de bilgi toplumu olarak adlandırılan günümüzde, üniversiteler piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda özel sektörle kolayca eklemleşebilmektedir. Bunun geleceğe yönelik en ciddi sonucu da, temel misyonları olan “eğitim”in yerini “piyasa” ve “karlılık” gibi yeni paradigmaların almasıdır…
Bu durum gelecekte, hem üniversitelerin kendisi hem ülkenin geleceği hem de gençler için oldukça vahim sonuçlara yol açacaktır.

İşte bu konuda bazı saptamalar:
* Üniversiteler, toplumun gözündeki saygınlıklarını sağlayan “hakikati arama”, “eleştirel olma” ve “sorgulama” gibi özelliklerini hızla kaybetmekteler…
* Akademisyenler, “öğrenme ve öğretme sorumluluğunu” öğrencileriyle paylaşan yol göstericiler olmaktan çıkarak, yarı zamanlı olarak ders veren ve çalışma saatlerinin büyük kısmını piyasa araştırmalarına yönelten Ar-Ge elemanlarına dönüşmekteler…
* Akademik idealler, iş dünyasının talepleri karşısında adım adım gerilerken; eğitim hedeflerinin şirket stratejileri ile uyumlaştırılması sonucunda üniversiteler, hakikati arama yolunda disiplinler arası entelektüel uğraş alanları olmaktan çıkarak, piyasa araştırmaları yapan hizmet şirketlerine dönüşmekte…
* Araştırma ve çalışma konularının bireysel ve/ya akademik tercihler doğrultusunda özgürce seçilebildiği dönemler sona ermekte. Bu alanların neler olacağına, piyasa talepleri ve yeni trendler doğrultusunda piyasa güçleri karar vermeye başlıyor. Bunun en güzel örneği, “temel ve kuramsal” araştırma konularının yerini “uygulamaya” dayanan araştırma projelerinin alması. Araştırma önceliğinin uygulamalı alanlara kaymasıyla da, üniversitelerde “girişimci akademisyen” olarak adlandırılan bir tip hakim olmaya başladı…
* Özel sektör ile işbirliğinin, -finanse edilen çalışmalardan elde edilen bulguların rakip firmalara sızmasını önlemek için- bir gizliliğe yol açması. Böylece meslektaşlık ilişkilerinin sekteye uğraması yanında, bilimsel buluşlar ile entelektüel öğretilerin ortaya çıkış sürecinde önemli bir role sahip olan sinerjinin ortadan kalkması, araştırmalarda lüzumsuz tekrarların artması ve benzer çalışmaların yinelenip durması. Yani, bir taraftan bilimin seyri gecikirken diğer taraftan da meslektaşlık ilişkileri ile güvenin altının oyulup, önceden mevcut olmayan bölünme ve gerilimlerin ortaya çıkması…
* Üniversitelerin, maaşlarını kendisinden alan ancak beceri ve bilgi birikimlerini özel şirketlere pazarlayan akademisyenler için sıçrama tahtası haline dönüşmesi. Bu yolla üniversiteler, kendi kadrolu elemanlarını istihdam eden piyasalar karşısında çifte kayba uğramaktalar: Hem mesailerinin ve uzmanlık bilgilerinin büyük kısmını kendilerine ayırmaktan vazgeçmiş olan elemanlarına maaş ödemeye devam ediyorlar hem de kendi bünyelerinde gerçekleştirebilecekleri birçok faaliyeti kendi elemanları yoluyla özel sektöre kaptırıyorlar…
* Bir yandan öğrencilere diplomalarının piyasada kaç para edeceği enjekte edilirken diğer yandan da özel sektör -sağladığı istihdam koşulları ve sunduğu ücretlerle- ders programları ile içeriklerini derinden etkiliyor. Öğrencilerin kendi geleceklerine yatırım amacıyla öğretim “satın alma”ya teşvik edilmeleri ve kaliteli/ufuklarını geliştirecek dersler yerine sadece gerekli diploma ve belgeyi edinmekle ilgilenmeleri nedeniyle, neyin öğretilip öğretilmeyeceğine artık akademik yargılar değil piyasalar karar veriyor. Ticarileşmenin, eğitim ve araştırmayı temel hedef olmaktan çıkartıp kimi pratik hedeflere götüren bir araç haline dönüştürmekte olduğunun en karakteristik örneği, iktisat fakültelerindeki “çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri” bölümlerinden çoğunun adlarını “insan kaynakları” bölümü olarak değiştirme yönündeki hummalı çabaları…
* Üniversitenin, piyasaların beklenti ve talepleri doğrultusunda belli alanlarda uzmanlık bilgisi ile diploma veren meslek yüksek okuluna dönüşmesiyle, entelektüel bir yalıtılmışlık da kendini göstermekte! Bunun en büyük handikabı da; bilgiyi, çevremizdeki dünyanın bütünsel bir şekilde kavranmasını ve gerçekliğin kapsamlı tasvirini sağlayacak şekilde bütünleştirme yeteneğinden yoksun öğrenciler üretmesidir…

***
Aslında, örnekler bu kadarla sınırlı değil! Bunlar, sadece ilk akla gelenler…
Sonuç olarak, vergisini düzenli olarak ödeyen sokaktaki adamın, hem toplumsal çıkarlara yönelik bilgi üretme hem de öğrencilerine sorumluluk ve etik sahibi vatandaşlar olmayı benimsetme gibi temel uğraşlardan vazgeçen üniversitelere karşı inancı giderek kaybolmakta…
Ve; özel sektörün bir parçası haline gelmeye başlayan üniversiteler de, kamuoyunda saygınlık ve güvenilirlik yönünden büyük erozyona uğramaktalar!

Uğur Dolgun ugurdolgun@yahoo.com

Hiç yorum yok: