Add to Flipboard Magazine.

24 Ağustos 2005

İLETİŞİM Mİ ÖĞRETECEĞİZ, HUKUK MU?


HUKUK HERKESE LAZIM...

HUKUK DEVLETİ, CUMHURİYET ve ÜNİVERSİTE

Serdar TAŞÇI

HUKUK DEVLETİ; hukuka bağlı, hukuk sınırları içinde faaliyet gösteren, bu faaliyetlerin keyfi olmadığı ve faaliyetlerinden dolayı bağımsız hukuki denetime tabi olan devlettir. Devletin kendi koyduğu kurallara göre faaliyet göstermesi HUKUK DEVLETİ gereğidir. Bunun aksi olduğunda, hukuk öğretisinde buna POLİS DEVLETİ denir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 2’ye göre; ‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.’
Anayasa Mahkemesi HUKUK DEVLETİ’ni şöyle tanımlamaktadır (E.63/124,K.63/243 sayılı karar):’ HUKUK DEVLETİ, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeğe kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasaya uyan devlet(tir).’
En son tarihli MGK Toplantısı Resmi Basın Bildirisi’nde şöyle denilmektedir: ‘MİLLİ GÜVENLİK KURULU; 23 AĞUSTOS 2005 GÜNÜ OLAĞAN TOPLANTISINI YAPMIŞTIR. TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURULUŞ FELSEFESİNDEKİ TEMEL DÜŞÜNCEYE UYGUN OLARAK ANAYASA'DA CUMHURİYETİN NİTELİKLERİ BELİRTİLMİŞ; ULUSUN BAĞIMSIZLIĞINI VE TÜMLÜĞÜNÜ, ÜLKENİN BÖLÜNMEZLİĞİNİ; DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ OLAN CUMHURİYETİ KORUMAK; DİL, DİN, ETNİK KÖKEN, CİNSİYET AYRIMI GÖZETMEKSİZİN KİŞİLERİN VE TOPLUMUN GÖNENÇ, HUZUR VE MUTLULUĞUNU SAĞLAMAK, DEVLETİN TEMEL AMAÇ VE GÖREVLERİ ARASINDA SAYILMIŞTIR.’
Cumhuriyetin, HUKUK DEVLETİ iradesi, yukarıdaki örnek alıntılardan da görülebileceği gibi gayet açık ve net, Descartes’ın deyişiyle ‘açık ve seçiktir’. Yine, Anayasa’nın 90. Maddesi gereği, artık bir iç hukuk normu haline gelen Uluslararası /taraf olunan) hukuk metinleri de, HUKUK DEVLETİ anlayışını demokratik bir toplumun ve idarenin olmazsa olmaz koşulu olarak tanımlamaktadır.
İdarenin yasallığı ve idarenin hem idare-içi hem de yargısal denetimi, HUKUK DEVLETİ gereğidir. İdarenin yasallığı, idari işlem ve eylemlerin hukuka, yasaya uygun olmak zorundalığıdır. Kamu Yöneticileri, kaynağını yasadan almayan bir yetki kullanamayacakları gibi, yasada yer alan yetkilerini de, yine yasal usuller ve sınırlar içinde kullanmakla yükümlüdür. Faaliyetlerin sadece biçimsel olarak yasaya uygun olarak yapılıyor gösterilmesi bile HUKUK DEVLETİ anlayışını zedelemeye yeter nedendir.
Kamu Yöneticileri gibi, kamu çalışanları da hukuka uymak zorundadır. Kamu çalışanları; yasaya uymak ile yöneticinin hukuksuz emrini yerine getirmek arasında bir seçimle bırakıldığında yasaya uymayı seçmekle yükümlüdür. Eğer kanunsuz emir, amir tarafından yazılı bildirilir ve bunun üzerine bu kamu çalışanı bu emri yerine getirmek zorunda kalırsa sorumluluğu ortadan kalkmamakla beraber, azalır.
Cumhuriyet’in seçkin kurumları olan üniversiteler; bilim üretmek ve öğrenci yetiştirmek olarak özetlenebilecek iki temel varlık nedeni ve görevlerini, HUKUK DEVLETİ anlayışının olmazsa olmazı olduğu Cumhuriyet’in temel nitelikleri doğrultusunda yerine getirmekle yükümlüdür.
Cumhurbaşkanı’nın, atama usulleri gereği, İstanbul Üniversitesi eski Rekötrü’nü görevden alması, HUKUK DEVLETİ anlayışının reddinin idari ve hukuki bir yaptırımı idi. HUKUK DEVLETİ ilkesini ihlal ederek; Ulusalcılık ve Atatürkçülük yapmanın olanağı kalmamıştır. Çünkü, Atatürkçülük, HUKUK DEVLETİ ile ayrılmaz bir bütündür. Atatürkçülük, anayasada yer alan ve HUKUK DEVLETİ’nin ayrılmaz bir parçası olduğu Cumhuriyet’in temel ilkelerine olan bağlılıktır. Hem HUKUK DEVLETİ’ni reddetmek, hem Atatürkçü olmak mümkün değildir.
Tüm bunlara ek olarak; Evrensel bilim, Cumhuriyet akılcılığı ve Atatürkçü devrimcilik hukuksuzluğu reddeder.
Hukukluluk hali, HUKUK DEVLETİ ile Üniversiter Cumhuriyet akılcılığının bir gereği, olmazsa olmazıdır. Cumhuriyet ussallıktır, rasyonelliktir, hukukluluktur. Cumhuriyet feodalizmin, kabalığın, hukuksuzluğun reddidir. Cumhuriyet bir kamusal ve bilimsel rasyonalite rejimidir. Ve yeni nesil Cumhuriyet kurumları olan üniversiteler de ussal olmak durumundadır. Kurucu kadro ussal davranmışlardır. Buna, dış dünya konjonktürünün katkısı yok değildir. Toplumsal kalkınma sorununa ve 1930’a kadar ki zorunlu liberal politikalara rağmen, iki dünya savaşı arasındaki uluslararası siyasal sistemin esnekliği, pragmatik ittifaklara ve dolayısıyla faydalara neden olmuştu.

İLETİŞİM FAKÜLTESİ VE HUKUK DEVLETİ:
Atatürk resimlerinin bile, her tür uyarımıza rağmen doğru tarihlendirilmediği, hatta dalga geçercesine tıpa tıp iki resmin, karşı karşıya konup farklı tarihlendirilmek suretiyle, Atatürk’e resim yolu ile yıllarca hakaret edilen bir fakülte olan İletişim Fakültesi’nin dekanı, Cumhurbaşkanı’nın HUKUK DEVLETİ gereği görevden aldığı eski rektörü, ‘görevden alınmak isteniyor, çünkü tek dili, çünkü tek bayrağı, çünkü tek ulusu, çünkü tek vatanı savunuyor’ gibi sloganlarla gazete köşelerinde övgülü-savunusu, HUKUK DEVLETİ hakkında yukarıda yazdıklarımla beraber düşünüldüğünde çok manidar ve ibretliktir.
Sayın dekanın, ilgili yasa olan 2547’ye ve HUKUK DEVLETİ’ne muhalefet edercesine, yıllardır fakültedeki tüm bölümlerin tek başkanı olması, enstitüdeki tüm anabilim dallarının tek başkanı olması, neredeyse tüm tez danışmanlıklarını üzerinde toplaması, yasal kurulları toplamadan bölüm adına kararlar alması, ÜDS gibi dil sınavlarını bile geçemeyen yandaşlara, asistanlar aracılığı ile yazılar yazdırılıp yabancı yayınlar gösterilmesi, toplantılarda herkesin içinde açıkça tehditlerde bulunması HUKUK DEVLETİ’ne açıkça aykırıdır. Bunu söylediğimiz, yazdığımız ve üst idare makamları ile paylaştığımız için yıllardır hakkımızda açtığı soruşturma, aldırdığı kararlar, düzenlediği sahte ve usulsüz evraklar ve burada yazmaktan edep ettiğim eylemleri HUKUK DEVLETİ’ne açıkça muhalefettir.

AYDINLANMA DEĞİL, DAHA AZ KARANLIK:
Medya kadar, ülke üniversitelerine ve aydınlara da büyük görevler düşmekte. Aksi durumda, özürlü üniversiteler, özürlü aydınlar gibi tipolojiler oluşacaktır. Sarıgül’den tarikatlara, engelli çocuklardan medyaya ve Avrupa Birliği’ne kadar her şey, Cumhuriyet ile doğrudan bağlantılıdır. Bilim adamının/ kadınının olaylar karşısındaki duruşu, duyarlılığı, sağlamlığı yaptığı işin ayrılmaz bir parçası, conditio sine qua non’udur. Sokaktaki bir insan böyle olmak zorunda değil, ama ‘akademisyenim’ diyen herkes buna uymakla yükümlüdür. Aksi takdirde, akademisyen değil, aylıklı memurdur.
Can Yücel’den, yine ozanın manevi izniyle biraz farklı alıntılayacağım şiiri, bakınız durumu ne de güzel betimleyip yeriyor:

Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu’da
Televizyonda gösterdiler geçen gün
Gelenek edinmiş köy halkı
Ben kendimi bildim bileli bu böyledir
Diyor muhtar:
29 Ekim’de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını…
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla
Çocuk kaldırdı başını bağırdı:
‘Yaşasın Cumhuriyet’ diye,
Bunun üzerine ekran karardı.

Korkarım, sadece bu Gölköylülerin değil, hepimizin,
Sade küçüklerin değil, büyüklerin de,
Düştüğü bir tarihsel yanılgı,
Çünkü SÜNNET değil FARZDIR CUMHURİYET…

Can Yücel

Olaylar bizden taraf olmamızı, objektif kalmamamızı istiyor. Objektifliğin, bilimsel bir tavır olmak dışında, etik tavırlar noktasında bir kişilik eksikliği olduğunu, Nietzsche ile beraber onaylarım. Engelli çocuklar ve özürlü bakışlı-özürlü büyükler örneğinde olduğu gibi; ülke ve toplumun gerçek sorunlarını, Cumhuriyetten bağımız ele almadan, gerçekçi bir biçimde belirleyip yerilmesinde, medyaya, üniversitelere ve aydın geçinen insanlara büyük sorumluluklar düşüyor.
Aydınlanma’nın olası görünmediği hallerde biricik umut, daha az karanlıktır. Bundan sonra, teori, daha az karanlığın koşullarını ve olabilirliğini tartışmaya yazgılıdır. Makro ölçekte evrensel sorun emperyalizmdir. Makro ölçekte yerel sorun feodalizm ve çeteciliktir. Mikro ölçekte evrensel sorun insan doğası-kötülüğüdür. Mikro ölçekte yerel sorun ise, husumet, taassup ve kindir. İşte bunların halli, daha az karanlığın olası gerçekleşmesi, olası olmayan Aydınlanma’nın da ön-koşulu olacaktır.
Sözü, Atatürk’ün, o çok sevdiğim, her fırsatta herkesle paylaştığım Tevfik Fikret’e atıfla, 1924 yılı Muallimler Birliği Kongresi vesilesiyle söylediği sözle bitirme gereği duyuyorum: ’Cumhuriyet fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.. İdare-i maslahatçılık ile devrimler idame ettirilemez…’
Cumhuriyet devrimleri, HUKUK DEVLETİ ve BİLİM ilkeleri doğrultusunda devam ettirilmelidir.


Serdar Taşçı

Hiç yorum yok: