Add to Flipboard Magazine.

23 Ekim 2005

AKADEMİK HAYATIN ÜNVANLARI...


ÜNİVERSİTE’DE KİM KİMDİR?

Araştırma görevlileri

(Eski dilde asistan) Generale paşa dendiği gibi bizde hala araştırma görevlisine asistan denir. Akademik dünyanın en alt basamağında yeni mezundan doktora yapmışa kadar 5-10 sene boyunca çalışmak durumunda kalan yüksek lisans ve doktora öğrencileridir. Aslında bir tür devlet bursuyla okuyan yüksek lisans ve doktora öğrencisi olarak da tanımlanabilir. Tek görevleri "dekanlıkça" kendilerine verilen işleri yapmaktır. Ancak kağıt üzerindeki bu görev gerçek hayatta "asistan" için fiili bir köleliğe dönüşebilir. Öncelikle, asistan "dekanlığın" değil "dekanın" ve diğer “hocaların” verdiği işleri yapmaya başlar.Mesela ilk olarak parasını derse giren hoca aldığı halde sınav kağıtlarını okumakla işe başlar. Sonuçta, derse giren ve kağıdı okuyan farklı olunca değerlendirmeler niteliksiz hale gelir. İlaveten asistan için bu "dekanlığın" verdiği bir iş değil, birazdan anlatılacak ilişkiler gereği bir öğretim üyesinin özel işidir. Final sınavlarında okunan kağıtlar için hiç de yabana atılmayacak ödemeler yapılır ve bu para kağıdı okuyan asistana değil hocaya verilir. Hoca da genelde asistanın kağıdı okumasını doğal bir görev saydığından parayı ya topluca cebine indirir ya da cüzi bir kısmını asistana verir. Peki hoca asistan kağıt okurken ne yapmaktadır? Genelde, hiçbir şey. Diğer hocalarla geyik muhabbeti, internette sörf, şahsi işleri için görüşmeler, şahsi ilerlemesi için yazıp çizme vs.Bu tür "dekanlık" dışı işler hocanın yerine derse girmekten, hocanın elektrik, su parasını yatırmaya, arabasını yalayarak parlatmaya, hocanın çocuk ve hanımının özel işlerine koşturmaya kadar uzayabilir. Peki, asistan bu çileye neden itiraz edemez. Genelde, asistanların yıllık sözleşmelerinin uzaması veya yüksek lisans tezlerinin kabulü, daha sonra doktoraya alınabilmeleri, sonunda doktorayı tamamlamaları danışman "hoca" olarak anılan şahsın iki dudağı arasındadır. "Hoca"lar kimseye hesap vermek zorunda değildir. Dolayısıyla az sayıda karakterini yitirmemiş, işten atılmayı göze almış veya "dayısı" olan asistan dışında genelde terfi ve doktorayı bitirme, bilimsel kriterler yerine sadakat ilişkileri ile gerçekleşir. Sadakat ilişkilerini Türkçeleştirirsek, akademik dünyada "usta-çırak" lafıyla maskelenen "kapı kulluğu" ya da "kapı köpekliği" kavramlarıyla karşılaşırız. Üniversite çevrelerinde bu ilişkiler sebebiyle, yapılan tezlerin tamamına yakını hiçbir anlamı olmayan (yani yapılmasa ne olurdu sorusuna, “hiçbir şey” cevabı verilen) garabetlerden ibarettir. Az sayıda işe yarar çalışma ise istisna kabilinden danışmanlara düşmüş asistan veya öğrencilerin eseridir.Asistanların hocalardan hakaret işitip tokat yeme, onların özel işlerini görme dışında bir diğer fonksiyonu ise "hocalara" makale, bildiri ve kitap hazırlamaktır. "Hoca" yüce bir insan olduğu için genelde bir şey yazmaz. Okumaz da; “aşmıştır” çünkü. Asistan ve öğrencileri "yönlendirir". Yönlendirmenin Türkçesi onların yaptığı çalışmalara ismini koyarak yayın haline getirmektir. Bildiri ve makaleler genelde öğrencinin tez ve seminerlerinin başına hocanın isminin yazılması ile oluşur.Kitap yazma süreci, özellikle sosyal bilim branşlarında daha önce birbirinden çalınarak yazılmış 3-5 ders kitabının scanner ile taranarak yeni bir formatta kesilip biçilmesiyle şekillenir. Yeni oluşan "kitaba" nirvana düzeyindeki hocanın adı yazılır. Kapıkullarına ise önsöz bölümünde "yaptıkları değerli" katkılardan dolayı teşekkür edilir. Halbuki teşekkür metninin "kitabın tümünü ücretsiz dizdiği için Ali'ye, bir çok şekli başka kitaplardan tarayarak aktardığı için Veli'ye, matbaa ve hamallık işleri için Bekir'e, kapağı beleş tasarladığı için Hasan'a" gibi ibarelerden oluşması aslında daha gerçekçidir.İşin en gülünç tarafı da birçok "hoca" önsözde "bana çalışma fırsatı verdiği için sevgili dekanımız A ve sayın rektörümüz B'ye teşekkürü borç bilirim" gibi yalakalığın zirvesinde cümleler kullanmasıdır. Kitabı yazan dekan, dekan yardımcısı ya da bölüm başkanı gibi idari bir sıfata sahipse kitabın tüm çıktılarının devlete ait lazer yazıcıdan beleş alınması, fotokopilerin ücretsiz çoğaltılması usüldendir. Dekanla kanka olan hocalar da bu tür imkanlardan yararlanabilir. Hatta rektörle ahbaplık söz konusuysa kitabın bedavadan rektörlük matbaasında basımı da şık olur. Bu kitapların yurt çapında satılması genelde beklenmez, belli derslerde öğrencilere “açık kitap sınav” yapıp kitap dışında kaynak kullanımını yasaklama, kitap alanların listesini yapıp almayanlara gözdağı verme, fotokopi çekenleri asistan marifetiyle takip etme gibi yöntemlerle "doğrudan" satış daha karlı ve kolaydır.Neticede asistanlar kabaca dekanlık tarafından verilenler hariç birçok özel işle uğraşan bir akademik gruptur. Aslında çoğu iyi insanlardır ama "sadakat, usta-çırak(!)" sistemi biçarelerin karakterlerini zaafa uğratır. Her asistanın "hele şu doktora bitsin, selam verirsem şerefsize..." diyerek söylendiği duyulur. Kısaca asistanlık bir tür köprü geçme sürecidir, ayı konumundaki "hocalara" dayı denmesi zarurettir. İşin kötüsü bu durum bir çok öğrenci tarafından da fark edilecek kadar aşikardır ve asistanların karizması öğrenciler nezdinde pek yüksek değildir.

Yardımcı Doçent

Doktora bitince dertler bitmez aslında. Bu defa yardımcı doçent kadrosu alma süreci ile karşı karşıya gelinir. Yardımcı doçent olmak niçin önemlidir? Öncelikle 300 Milyon civarında fazla para ve girilen derslerden ek ücret alınır. İlaveten yardımcı doçentler dekan yardımcılığı, bölüm başkanlığı gibi idari görevler alabilirler. En güzeli de dün kendi gördüğü köpek muamelesini artık diğer asistanlara uygulama şansını yakalar. Görüldüğü gibi hiç fena bir rütbe değil. Ancak bu payeyi alabilmek için geçmişteki sadakat ilişkilerinin iyi olması şarttır. O iyi değilse yukarıdan bir dayı (Peter ilkesinde piston denir) bulunması gerekir. Birçok doktora bitirmiş asistan bu iki faktör sebebiyle dr. asistan payesiyle eski maaşından sürünmeye devam eder. Pistonu olanlar ya da sadakatini ispatlayanlar ise yardımcı doçent olarak nurlu ufuklara doğru seyahate çıkarlar. Ancak, asistanlar gibi yardımcı doçentler de sözleşmelidir, her an idare değişikliği, siyasi görüş gibi sebeplerle başlarının belaya girmesi mümkündür. Yani kurtuluş için bir aşama daha gereklidir.

Doçentlik

Doçentlik devlet üniversitesindeki bir akademisyenin tası tarağı toplayıp lüzumsuz işlerle uğraşmaya başlama sürecinin ilk adımıdır. Artık kazık çakılmış, ebedi ballı istihdam şansı yakalanmıştır. Doçent ünvanını YÖK verir. Sınavı da şu aralar biraz gevşemeyebaşlamıştır. Yalnız, doçentlik ünvanı alındığında her şey bitmez. Zira Türkiye'de YÖK'ün sizi doçent yapması üniversite için yeterli değildir. Herhangi bir fakülteden "kadro" almanız gerekir. Kadro almak da (biraz daha hafifletilmiş olarak) sadakat ilişkileri, siyasi görüş, rektöre rey atmış olmak, dayısı olmak gibi "tamamen bilimsel" kriterlere bağlıdır. Diyelim ki bu zorlu süreci hallettiniz, kadroyu aldınız. Evet. Artık büyük ölçüde amele işleri dönemi sona ermiştir. Ahlaki yapınıza göre çevrenizde sorgusuz sualsiz terör estiren bir despot da olabilirsiniz, etliye sütlüye karışmayan "kafa" hoca pozuna da girebilirsiniz. Dolayısıyla doçentlik iyi bir şeydir diyebiliriz. Yalnız doçent olmakla maaş artışı arasında doğrusal bir ilişki yoktur. 2-3 yıllık genç bir doçent ile bir yardımcı doçentin maaşı yaklaşık aynı meblağdadır.

Profesör

Doçent kadrosuna atandıktan 5 yıl sonra profesör olursunuz. Kamuoyunca yarı tanrısal özellik atfedilen gruptur profesörler. Bunlar genelde ciddi görüntülü insanlardır. Telefonla konuşurken, biriyle tanışırken, selamlaşırken önce ünvanlarını söyleyeni çoktur. Kendilerine hitap edilirken ünvanı söylenmediğinde bozulanına rastlanabilir. Resmi bir toplantıda düşük rütbeli akademisyenlerin (özellikle asistan ve yardımcı doçentlerin, yerine göre doçentlerin) yanına oturmaktan gocunanları görülebilir. Hangi branştan olursa olsun, profesör her konunun uzmanı olduğunu zannederler, genelde görüntü üretme dışında pek bir iş yapmazlar.Çoğunun özgün olarak en son yazdıkları yazı 10-15 sene evveline aittir. Yeni gelişmeleri izlemezler. 45-50 yaşın üzerindekilerin çoğu teknoloji özürlüdür. Bilmemeyi gururuna da yediremediğinden bilirmiş gibi yapıp rezil olurlar. Dekanlık, bölüm başkanlığı gibi şekil üretme makamları için sürekli kavga edip kulis yaparlar. Çoğu belediye başkan adaylığı, milletvekili adaylığı, tutturamazsa muhtarlık gibi idari görevlere soyunur genelde başarısız olurlar. Bazıları derslere yanlarında 3-5 asistanla birlikte girer, öğrencilerin yanında asistanları aşağılayıp azarlamaktan zevk alırlar. Öğrencilere “bakın ne kadar kudretliyim, yanımdakiler ise böcek mesabesinde” mesajı verirler. Durduk yerde fıkra anlatır, nutuk atar gibi konuşurlar. Hasılı, yetmezlik düzeyinin had safhası çoğunda müşahade edilir. İşin tuhafı birçok öğrenci bir-iki sene profesörleri gerçekten önemli şahıslarmış gibi algılarlar. Son sınıflarda onlar da işi kavrar ve dalgalarını geçmeye bakarlar.Bunlar için alt kademedeki herkes emir kulu mesabesindedir. Asistanlara evini taşıttıranları, boyatanları mevcuttur. Kendilerinden kimse hesap soramaz. La yüseldirler. Sorgulamaya kalkanı bilim dışı olmakla, cahillikle, haddini bilmemekle, akademik terbiyesizlik veya genel terbiyesizlikle suçlarlar. Genelde kendi cahilliklerinin farkında olmadıkları için bazen aptal durumuna düşerler. Kendileriyle alay edildiğini fark etmezler. Hasılı, boş olmakla beraber sohbetleri hoştur.

Sonuç

Muhtemelen çoğumuzun en azından öğrenci olarak çeşitli üniversitelerde bulunmuşluğu vardır. Yoksa bile bir tanıdık vasıtasıyla kulağımıza bilgiler çalınmıştır. Genelde kamuoyunca geleneksel idari memurlara göre daha bir itibar sahibi olarak görülen bu akademik kadroların ahvali kısaca bundan ibarettir. Yani, devletten maaş alan, büyük çoğunluğu da halkın sandığının aksine pek "büyük" adam olmayan tipler.Devlet üniversitelerindeki az sayıda iyi niyetli, girişken ve bir şeyler üretmeye çalışan akademisyen ise genelde diğer meslektaşlarının istihza dolu bakışları altında enayi damgası yiyerek boşa kürek çeker dururlar. Bizim üniversitelerimizde esas olan bilim üretimi değil resmi “devlet”, [bazen de “hükümet”] görüşlerinin mevcut hiyerarşik yapılanma içinde öğrencilere aktarılmasıdır. Öğretim üyelerinin görevi öğrencilerin hiç de arzu edilmeyen bir şekilde düşünen, soran, itiraz eden bir yapı kazanmalarını engellemektir. Aynı vatandaşı kontrol maksatlı devletten maaş alan imamlar ve küçük öğrencileri “adam etme” görevini üstlenen öğretmenler gibi. Gelişmiş ya da gelişmemiş herhangi bir ülkedeki rektör lüzumsuz akademik işlerle uğraşırken bizim rektörlerimiz şu kadar şehit daha verip dört tarafımızdaki düşmanları fethetmek [ve Van’daki meslektaşlarını kurtarmak ile eşitlenmiş Cumhuriyet’i kollamak ve korumak] gibi yüce davalarla meşguldür. Çünkü dünyanın en akıllı insanları bizde, en geri zekalıları ABD, Avrupa ve Japonya gibi ülkelerdedir. Varsın onların kişi başına gelirleri bizi dokuz-ona katlasın. [Bizimkiler yine de mu”a”azzzam bilim-filim-kilim adamları ve madamlarıdır. ]

[Köşeli parantez içindeki kelimeler orijinale, Vistilef Editörü tarafından eklenmiştir.]

(Kaynak: http://izlenimler.blogspot.com/2005/06/niversite-meselesine-dair.html)

22 Ekim 2005

ÜNİVERSİTE İFLÂS ETMİŞTİR; "İTA AMİRLİĞİ" ve "TÜZEL KİŞİLİK" YETKİLERİ BÖLÜMLERE DEVREDİLMELİDİR:

Aşağıda okuyacağınız haberde yer alan olayların hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu bilmiyoruz. Bazıları çok masum; bazıları ise çok açık olarak yasalara aykırı iddialar bunlar. Ama şurası açık bir gerçek ki, bütün bunlar, artık Türk üniversitelerinin şu andaki yasal mevzuatla yönetilmelerinin imkânsız hale geldiğini gösteriyor.

Derhal, yasa değiştirilerek, AB normlarına uygun olarak, üniversitelerdeki tüm "tüzel kişilik" ve "ita amirliği" yetkileri BÖLÜM BAŞKANLARI'na devredilmelidir. Böylelikle, sorumluluk daha dar ve kolay kontrol edilebilir bir yapıya kavuşacak; yetki ise, daha demokratik ve eşitlikçi bir biçime dönüşecektir. Eğer, şu andaki üniversiter sistemimizde, ÖSYM ile öğrenci doğrudan BÖLÜM'lere kaydediliyorsa, "ita amirliği" ve "tüzel kişilik" de BÖLÜM'lerde olmalıdır. Çünkü, bu yapıda, üniversitenin kendi dışında toplumla ilişkisini kuran ve ilk ve en büyük işlevini-öğrenci yetiştirmeyi- yerine getiren ilk birimi BÖLÜM'dür.

Aşağıdaki haberin % 10'u bile doğruysa, bu, uzmanı olmadığı işlerden sorumlu olan/tutulan, alt memurlarının kuklası/ceberrutu olabilen, işin özünü kavramadan ve yasayı bilmeden, TEK BAŞINA keyfi/yasaya aykırı/anlamsız kararlar alabilen REKTÖR'leri doğurmakta ve bu oluşum başta öğrenciler olmak üzere MİLLET'e zarar vermektedir.

Tüm "tüzel kişilik" ve "ita amirliği" yetkileri BÖLÜMLERE devredilmelidir. Dekan, şu andaki yasadaki görevlerini ve yetkilerini-disiplin amiri olma sıfatı dışında- korumalı; Rektör ise sadece temsili statüye kavuşturulmalı; YÖK ise yalnızca, finansal kontrol ve mali dağıtım işlevini üstlenmelidir.

"Üniversitenin" çözümü buradan geçiyor.

Vistilef Editörleri


Rektör hakkındaki iddialar bitmek bilmiyor!
Kaynak: www.haberx.com 22 Ekim 2005; 09:02


Rektör Yücel Aşkın’la ilgili yeni iddialar gündeme geldi. Üniversitedeki bir ihale yolsuzluğuna adı karışan görevliler hakkında Danıştay'ın açtığı soruşturmaya izin vermeyen rektör, olayda yolsuzlukla suçlanan profesörü de dekan yaptı. Öte yandan, Meclis Milli Eğitim Komisyonu’nuna sunulan belgelere göre, rektör üniversite imkanlarını şahsi hizmetleri için kullanmış. ‘Hibe’ edilen Mercedes’i kendisine makam aracı yapan Aşkın, devletin aracını da eşine tahsis etmiş.

--------------------------------------------------------------------------------

Çıkar amaçlı suç örgütü kurup, ihaleye fesat karıştırmak’tan tutuklanan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’la ilgili yeni iddialar gündeme geldi. Alınan bilgilere göre, üniversitedeki bir ihale yolsuzluğuna adı karışan görevliler hakkında Danıştay 2. Dairesi’nin açtığı soruşturmaya izin vermeyen rektör, olayda yolsuzlukla suçlanan profesörü de dekan yaptı. Danıştay 2. Dairesi, soruşturma talebinin reddedilmesi üzerine, dosyayı Van Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Mahkemenin, soruşturması sürerken, yolsuzluğa adı karışan Prof. Dr. Mansur Kamacı Tıp Fakültesi dekanı oldu. Olay, 2001’de üniversitenin Tıp Fakültesi Nevroloji Ana Bilim Dalı’na bağlı Diyaliz ünitesi için 2 bin 190 adet bikarbonat solüsyonu alımı ihalesiyle başladı. İddialar üzerine Danıştay 2. Dairesi Başkanlığı, 2547 sayılı kanunun 53. maddesine istinaden ihaleyi incelemeye aldı. Fakültenin İhale ve Satınalma Komisyonu Başkanı Mansur Kamacı, komisyon üyeleri Halis Aksoy, İdris Şahin, E. Recep Özman, Çetin Kotan, Mustafa Bahar, H. Avni Şahin, Mahmut Dinçer ve Kemal Kuşman hakkında soruşturma yapmak isteyen Danıştay’a rektör engel oldu. 2. Daire’nin 2004/55 No’lu kararında, aynı ürünü daha ucuza satmak isteyen firmanın tercih edilmediği, yüzde 300 fazla ödeme yapıldığı belirtiliyor.

Kararda ihale sırasında alımına karar verilen Ren-med marka solüsyon yerine Bikardi marka solüsyonu teslim aldığı da vurgulanıyor. Danıştay'ın suçlama ile ilgili soruşturma talebine, Üniversite Rektörlüğü Yetkili Kurulu'nca ‘soruşturmanın meni' yönünde karar verildiği aktarılıyor. Danıştay 2. Dairesi de 16 Ocak 2004'te yetkili kurulun kararını bozarak, eylemlerine uyan TCK'nın 240. maddesi uyarınca Van Asliye Ceza Mahkemesi'ne sevkine oybirliği ile karar veriyor.


Gelişmeler üzerine Van Asliye Ceza Mahkemesi'nde, söz konusu kişiler hakkında ‘Görevi kötüye kullanma' suçundan dava açılıyor. Hazırlık evrakını inceleyen Cumhuriyet Savcısı Ali Nevzat Açıkgöz'ün 26 Ekim 2004'te tamamladığı inceleme dosyasında ihaleye fesat karıştıranlar hakkında şu bilgilere yer veriliyor: "İhale Komisyonu tarafından 2001 yılı içinde bikarbonat solüsyonu alımı için 3 ihale yapılmış. 8 Haziran 2001 tarihli ihalede Ren Medikal (ana firma) 4 milyon 650 bin TL teklif vermişken, Ada Medikal (ana firmanın bayii)'den 5 milyon 850 bin TL'ye 500 takım solüsyon alınmıştır. 24 Ağustos 2001 tarihinde yapılan ihalede ise aynı solüsyon aynı komisyon tarafından aynı firmaya yüzde 237 daha fazla fiyat (13 milyon 900 bin TL) vererek alınmış. 14 Eylül 2001 tarihli ihalede ise yine aynı firma tarafından alınmış. Bu ihalede Ren Medikal 14 milyon TL'ye alınan solüsyonlar için 4 milyon 650 bin TL teklif verilmiş. Bu teklife rağmen solüsyonların yüzde 300'den fazla fiyatla alındığı" yazılıyor. Yapılan alımın ilgililerce izah edilemediğinin altının çizildiği dosyada, komisyon başkanı ve üyeleri hakkında dava açıldığı dile getiriliyor. Savcı ise sanıkların mesnet görevi kötüye kullanma suçundan eylemlerine uyan TCK'nın 240. maddesi uyarınca tek tek cezalandırılması yönünde görüş belirtiyor.

Van Asliye Ceza Mahkemesi hazırlık soruşturması sırasında alt görevlerde yer alan ve kişileri koruyan Rektör Aşkın, daha sonra bazılarının makamlarını yükseltmiş. Soruşturma safhasında Kadın Doğum Bilimi Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Mansur Kamacı, Tıp Fakültesi Dekanlığı'na getirilmiş. Doç. Dr. Hüseyin Avni Şahin, dekan yardımcılığının yanı sıra Araştırma Hastanesi başhekimi olarak görevine devam ettirilmiş. Prof. Dr. Ekrem Recep Özman, Üroloji Ana Bilim Dalı üyesi iken bölüm başkanlığına getirilirken, Yard. Doç. Dr. Çetin Kotan'ın ise ihale komisyonu üyeliğinin devam etmesini sağlamış.

ÜNİVERSİTE PARASIYLA 5 YILDA DÜNYA TURU!


Yücel Aşkın, Meclis Milli Eğitim Komisyonu’nun da gündeminde. Komisyona sunulan belgelere göre, rektör üniversite imkanlarını şahsi hizmetleri için kullanmış. ‘Hibe’ edilen Mercedes’i kendisine makam aracı yapan Aşkın, devletin aracını da eşine tahsis etmiş. Üniversitenin iki işçisi rektörün şahsi hizmetiyle görevlendirilmiş. Aşkın, çoğunda eşinin de bulunduğu heyetlerle ABD’den Japonya’ya birçok ülkeyi gezmiş, Tayland Festivali’ne gitmiş.

Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ndeki olayların araştırılması için AK Parti Van Milletvekili Hacı Biner, TBMM Başkanlığı'na Meclis tatile girmeden önce bir önerge verdi. Biner'in önerge gerekçesi ile TBMM Milli Eğitim Komisyonu'na ulaşan belgelerde Rektör Aşkın'ın uygulamaları hakkında ilginç bilgilere yer veriliyor. Tamamı belgelere dayalı bilgilere göre Rektör Aşkın'la ilgili iddialar şöyle:

Rektör Aşkın, Japonya, ABD, Güney Afrika ve Kanada dahil neredeyse dünyada dolaşmadık ülke bırakmamış. Görevde bulunduğu son beş yılda hemen her ay bir yurtiçi veya yurtdışı geziye katıldı. Gezilerin çoğuna eşi Yard. Doç. Oya Aşkın da eşlik etti. Geziye gidilen ülkeler ve zamanlaması yapılan ziyaretin ‘bilimsel'liği konusunda şüphe doğurdu. Buna örnek olarak Tayland gezisi gösteriliyor. Rektör, eşi ve yakın arkadaşları olan Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fırat Cengiz ile Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zühre Şentürk'le birlikte 24 Temmuz-4 Ağustos 2000 tarihleri arasında Tayland'a gitti. Gerekçe olarak da Van YYÜ ile Tayland'daki bir ziraat fakültesi arasında bilimsel işbirliği gösterildi. Akaryakıt ihalesi sonucu Ankara'dan bir şahıs Üniversite Vakfı'na 65 AS 065 plakalı Mercedes marka araç hibe ediyor. Aşkın bu aracı yakıt giderleri devlet bütçesinden karşılanmak suretiyle makam aracı olarak kullanıyor. Makam aracını ise aynı üniversitede görevli eşine tahsis ediyor. Şoför olarak da yasaya aykırı bir şekilde güvenlik görevlisi Mehmet Demirler görevlendiriliyor.

Üniversitenin vizeli iki işçisi Prof. Dr. Yücel Aşkın ve eşinin özel hizmeti için görevlendiriliyor. Bu işçiler rektör ve eşine hizmet karşılığı elektrik, su ve kira bedeli ödemeden konutta barınıyor. Maliye Bakanlığı müfettişleri, Yücel Aşkın'ın rektörlük telefonunu lojmanına bağlayarak konuşma ücretini rektörlük bütçesinden ödettiğini tespit etti.

Kaynak: Zaman Gazetesi, 22 Ekim 2005

REKTÖRLER VAN'A GİTTİ; DEKANLAR NEREDE? AŞAĞIDAKİ YAZILANLARDAN HERKES İBRET ALSIN!

Tutuklanan rektör Yücel Aşkın'ın, ihale belgelerini sakladığı belirtiliyor. Rektörün evinde de öğretim üyeleri ve personel hakkında istihbarat raporları bulundu.

Yolsuzluk ve usulsüzlük iddiasıyla tutuklanan Rektör Aşkın'ın, ihale belgelerini sakladığı ve heyet imzası gereken işlemleri tek imzayla yaptığı, ayrıca elindeki tarihi eserleri de izah edemediği belirtiliyor.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (Y.Y.Ü.) Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın'ın tutuklanmasına neden olan suçlamaların ağırlıkla "kayıt dışı ve kurul kararı gerekmesine rağmen tek imzayla yapılan işlemler ve tarihi eser kaçakçılığı"nda yoğunlaştığı öğrenildi. Van Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Kaçan, yargının yıpranmaması gerekçesiyle hafta sonu izin alıp kentten ayrıldı.

Dokümanlar mahkeme kasasında
Öte yandan Aşkın'ın evinde ele geçirilen belgeler ile diğer ilgili dokümanlar, Van Ağır Ceza Mahkemesi'nin çelik kasasına konuldu. Daha önce Van eski Milletvekili Mustafa Bayram'ın gözaltına alındığı olaydan sonra ilgili dosyaların Van Adliyesi'nden kaybolması üzerine böyle bir uygulamaya gidildiği öğrenildi. Aşkın, "haksız çıkar ve ekonomik fayda sağlamak amacıyla çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde cebir uygulamak sureti ile Tıp Fakültesi Hastanesi'ne tıbbi cihaz alımı ihalesine fesat karıştırmak, bu çerçevede bazı resmi evrakları tahrif ederek sahtecilik yapmak, bazı evrakları yok etmek ve görevini kötüye kullanmak" suçlamalarıyla sevk edildiği mahkemece tutuklanmıştı.

Üniversitenin 'tek adamı'
Aşkın'ın evinde daha önce "tanıklar gözetiminde" yapılan baskında ele geçirilen "kayıtsız" tarihi eserler ile çok sayıda evrakın incelenmesi sonucu bazı önemli gerçeklerin de su yüzüne çıktığı öğrenildi. Aşkın'ın, üniversite ile ilgili bazı işlerde "kurul kararı ve onayı gerekirken sadece kendi imzasıyla iş yaptırdığı", bazı işlerde ise "resmi kayıt tutturmadığının ortaya çıktığı" belirtildi. Bu işlemlere ilişkin bazı kayıt ve verilerin Rektör'ün evinde bulunduğu da gelen bilgiler arasında. Rektör'ün evinde üniversite öğretim üyeleri, personel ve öğrenciler hakkında "istihbarat" raporları da ele geçirilmişti. Tarihi eserlerle ilgili incelemelerin de sürdüğü, "kaçakçılık" suçuna dair ciddi verilere ulaşıldığı öğrenildi.

Bu arada Van Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Kaçan'ın, Rektör'le cezaevinde görüştüğü öğrenildi. Başsavcı Kaçan'ın, "Rektör'le herhangi bir husumetinin olmadığı"nı sürekli vurguladığı, Aşkın'dan da gerçeklerin ortaya çıkmasında adalete yardımcı olmasını istediği belirtiliyor.

Van Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Kaçan'ın, bugün Van'a gelecek rektörlerin tamamına cezaevine giriş izni verdiği de öğrenildi. Aşkın için tutuklama talep eden Savcı Ferhat Sarıkaya'nın da, elindeki verilerden hareketle yaptığı suçlamalar konusunda "kendinden gayet emin" olduğu ve sadece görevini yaptığı ifade ediliyor.

Kaynak: www.internethaber.com 22 Ekim 2005 http://www.internethaber.com/mays/article_view.php?aid=320956

20 Ekim 2005

BİLİMİN TADI POLEMİK GERİ DÖNDÜ...



(Lütfen en alttan başlayarak okuyun)

(6)
serdar tasci wrote 20 Ekim 2005:

Görüldüğü gibi her konuda olduğu gibi yine kıvırma ve kolaycılık mantığı hakim, sorularım yanıtsız kaldı falan filan. Ama sondan başlayalım:

Kurumun çıkarını savunduğunuzu görelim diyorum, nerde bu savunma, Suat Gezgin’e ve hukuka aykırı, bilim-karşıtı uygulamalarına Serdar Taşçı, Hikmet Kırık ve Veysel Batmaz dışında kaçınız sesinizi yükseltebiliyorsunuz. Benim de bilimsel muhatabım siz değilsiniz zaten. Fakültede hukuki ve ahlaki bir sorun var, kurullar yok ve işlemiyorlar yıllardır. Neredeyse tüm kararlar herkesin bildiği gibi dekanın şahsi kararlarıdır. Bu konu ile ilgili ne yaptınız, ben YÖK dahil yasal yollara gidiyorum, akademik teşhir yapıyorum.
Demek ben beştaş oynarken siz demokrasi ve hukuk mücadelesi veriyorduınuz! Bu yüzden değil mi, doktora dersim olduğu saatte Aslı Yapar bana izin verdiği halde, bir sınav gözetmenliğine girmediğim halde açılan soruşturmaya atanıp Murat Özgen ve Aydemir Okay’la bana hukuk dışı yaptırım uygulamaya kalktınız. Ne oldu? Biliyor musunuz, Rektör tüm yaptırımlar gibi bunu da hukuk-dışı bulup reddetti. Bu fakültede pek çok kişi sürekli sınav görevlerine girmez, hiçbirine soruşturma açıldığını duydunuz mu? Hukuk diyorsunuz, önce açın kanun bakın, soruşturma nasıl yapılır onu öğrenin, sonra soruşturmacılık yapın. Kısaca geçin bu hukuk ve demokrasi laflarını yada samimi iseniz bundan sonra görelim bari duruşunuzu.
Kurumun çıkarını kimlerin koruduğunu ve kimlerin cahil olup olmadığını herkes biliyor zaten de, ben bunu demekle yetinmem, bakın diyorum ki, sinema da dahil gelin her konuda tartışalım. Her unvan ve her makamdan herkesle tartışırım. İsterseniz Atilla Dorsay’ı da getirin. Biz entelektüeliz, sinema dahil pek çok konunun uzmanıyız ama 3.Sinemanın değil. Tartışırsak anlaşılır bu. Tartışmak güzeldir.
Bizim işimiz bu, bunlara boş iş derseniz, fakültede olmanın anlamı yok, çıkıp piyasada sinema yapılır yada eleştirisi… Akademi tartışma demek, polemik demek; bilim adamı bir duruş, onur demek.


(5)
From: Battal Odabas
Reply-To: vistilef@yahoogroups.com
To: vistilef@yahoogroups.com
Subject: Re: [vistilef] yasaklı ilaçlar
Date: Wed, 19 Oct 2005 02:50:36 -0700 (PDT)

Serdar,

Onca işin arasında bir de seninle uğraşamam. Her konuda bilgisi olduğunu söyleyen kişi zaten cahildir. Benim söylemek istediğim senin konferansları değil. Sen başka alanlarda bilgili olabilirsin ama sinema konusunda uzman değilsin. Bu konuda da konuşursan gülerim sana.

Kurumumun çıkarını da merak etme senden daha iyi savunur ve korurum. Sen kısa pantalonla beştaş oynarken ben demokrasi ve hukuk savaşımı veriyordum.

Zamanımı sana harcamak istemediğim için sana yanıt vermeyeceğim. Çünkü boşa zaman harcamak olur bu.

(4)
Veysel batmaz wrote: 19 Ekim 2005

Sevgili Battal:

Serdar'ın sorusunu ben de soruyorum; cahilliğimi bağışla, 3. Sinema nedir? Yalnız ben biraz farklıyım: 1967'de Sinematek'e üye oldum; 1991'de TURSAK vakfını kurdum. Hâlâ yönetim kurulu üyesiyim ve Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "Sinema Dili" adlı iki ders verdim. Aydınlatırsan sevinirim..

Veysel Batmaz

(3)
serdar tasci wrote:

1- Boş durmuyorum, daha dün İTÜ de bölüm başkanları dahil bilim adamlarına seminer verdim, tek konuşmacı idim. Dr Celalettin Aktaş da orada idi. Yakında da Galatasaray Üniversitesinde konferansım var. Bunların hepsinde tek konuşmacıyım.
2- Saldırmıyorum, doğruları yazıyorum; fakültemizin içinde bulunduğu hukuk ve bilim karşıtı durumu teşhir ediyorum. Bunu yapmam kamu görevimdir, anayasal sorumluluğumdur. Sorgulanacak olan, bunu yapmayanlardır, hukuk hileleri ve bilim karşıtlıkları yapanlardır, yasal yetkileri gaspeden ve buna yıllardır göz yumanlardır; işbirlikçilerdir.
3- Benim cahil olduğumu ilk defa söyleme cesaretine sahip olan kişinin bunu ispatlaması gerekiyor. Gerçi cahil olup olmadığımı herkes bilir. Arife tarif gerekmez. Dilerseniz gelirsiniz, bilimin ne olduğunu herkese açık ortamlarda söke söke tartışırız.
4- Ben her konuda konuşurum, 3. Sinema hakkında yazdıklarımın arkasındayım. Bilim der ki, bir Sinema dersi koyarsınız ve (eğer varsa) 3. Sinemadan bahsedersiniz. Biz böyle bir sinema yok diyoruz. Bir fakülte müfredatında böyle bir ders olmaz. Zaten bu dersler senato onayından geçmediği için yasal da değil.
5- Bilimsellik komiserliği yaparım, buna aklı gücü yeten herkes yapabilir. Aklım iraden ortadadır. Gizli kapaklı işler de yapmıyoruz. Bilgisayar kullanmayı bilmediği halde yeni İletişim teknolojileri dersini veren ben değilim! Yabancı dil bilmediği halde onlarca yabancı yayın gösteren de ben değilim! Yasa nedir, hukuk nedir bilmeyen de ben değilim!
6- Nasıl da hemen savunmaya geçiyorsunuz, itaat kültürsüzlüğünün bu kadar yaygın olduğu bir yerde, keşke insanlar kurum ve hukuk çıkarının kendi onurları olduğunu bilse, her konuda en az verdiği dersin adıyla ilgili bir maile verdikleri tepki kadarcık tepki verebilse…nerdeeeeeeee!


(2)
From: Battal Odabas
Reply-To: vistilef@yahoogroups.com
To: vistilef@yahoogroups.com
Subject: Re: [vistilef] yasaklı ilaçlar
Date: Tue, 18 Oct 2005 09:10:58 -0700 (PDT)


Serdar,

Boş durmaktan saldıracak yer arıyorsun galiba. Bari sus da cahilliğin ortaya çıkmasın. 3. Sinema (third cinema) konusunda konuşmak sana düşmez. Bu konuyu konuşmak için bu konunun uzmanı olman gerekiyor. Sen sataşmalarına devam et ama bilimsellik komiserliği yapma. Bilmediğin konularda ahkam kesme.


(1)
serdar tasci wrote:

Amerika’da yasaklanan aşağıdaki ilaçları can sağlığınız için almayınız, alanları uyarınız. 3. Sinema ya da Sponsorluk gibi ne oldukları belli olmayan BİLİM-DIŞI derslerden daha önemli bir gündem bu:

* AFERIN CAPSUL
* AFERIN TABLET
* ALFAROL TABLET
* APEX CAPSUL
* BABYRH
* FORZA TABLE. T
* GERAKON TABLET
* KATARIN CAPSUL
* KONGEST TABLET
* THERAFLU TABLET
* TRIAMINIC DAMLA
* TRIAMINIC TABLET
* TUSEPTIL SURUP

18 Ekim 2005

ETİK KURULLAR KURULSUN... İMZA KAMPANYASINA KATILIN, YOKSA DIŞINDA KALIRSINIZ...



Prof. Dr. Kayhan Kantarlı'dan gelen e.mail aşağıdadır. ETİK KURULLAR OLUŞSUN bildirisine imza atmak isteyenlerin aşağıdaki yazıldığı gibi elektronik yolla imza kampanyasına katılmaları mümkündür. Tüm ilgilenenlere ve ilgilenmeyenlere duyurulur. Acele edin; dışında kalırsanız, üzülürsünüz...:


Vistilef Editörleri

----------------------------------------
Sayın Profesör Batmaz,

Desteğiniz için sonsuz teşekkürler.

http://vistilefblog.blogspot.com/ da yayınladığınız basın açıklaması imza kampanyasına destek verenlerin aşağıdaki gibi bir onay yazıp kimlik ve kurum bilgilerini kayhan.kantarli@ege.edu.tr ya da ferhan.sagin@ege.edu.tr e- posta ile göndermeleri gerekiyor.

Örneğin:

"Bilim etiği konulu basın açıklamasını destekliyorum."

Ünvanı ve Adı-Soyadı :

Üniversitesi/Kurumu :
İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi



Sevgi ve başarı dileklerimle,

Kayhan Kantarlı

----------------------------------------------------------

DEMEK Kİ "ETİK" YOK... HAYDİ KAMPANYAYA... SESİMİZİ YÖK'E DUYURALIM; YÖK DE BİR İŞE YARASIN:



ÜNİVERSİTELERDE AKADEMİK ETİK KURULLARI ve KURALLARI

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Çukurova Üniversitesi


Üniversitelerimizde bilim etiğinin okutulmasını savunmak yanında üniversitelerde bilim etik kulunun oluşması artık kaçınılmaz görülüyor. Son yıllarda ülkemizde özelde de üniversitelerde en çok konuşulan konuların başında hiç şüphesiz etik konusu gelmektedir. Ayrıca her mesleğin kendi özel durumları nedeniyle de meslek etik kurallarının belirlenmesi ve işlenmesi sık sık toplumun çeşitli kesimleri tarafından yapılan eleştiriler ile dile getirilmektedir. Bugün toplumun çok geniş bir kesimi ülkemizde siyasetten, medyaya, iş dünyasından akademik alana kadar pek çok alanda ahlaki normların ve standartların bozulduğu ve “ahlaki çöküntünün" giderek arttığı konusundaki kaygılar, beraberinde bazı önlemlerin alınmasını gündeme getiriyor.

Bugüne kadar bilim dünyasında genelde sağlık alanında tartışılan etik kavramı son yıllarda diğer bilim disiplinlerinde de işlenmeye başlandı. Başta mühendislik etiği olmak üzere genetik çalışmalarla ilgili etik kaygılar, sosyal etik, çevre etiği, iş etiği gibi özgül konular da sık sık gündeme gelmektedir. Ancak son yıllarda ülkemizde hepimizin şikâyet etiği akademik etik kavramı da, yaşanan bazı sorunlardan dolayı, sıkça işlenmeye başlandı.

Prof. Dr. Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğünde “etik” kavramını şöyle açıklıyor: etik; ahlak felsefesi: Ahlaksal olanın özünü, temellerini araştıran bilim; insanın kişisel ve toplumsal yaşamındaki ahlaksal davranışlarıyla ilgili soruları ele alıp inceleyen felsefe dalı”. “İyi nedir” veya “ne yapmalıyız?” gibi soruları kendinse ödev olarak koyan felsefe dalı.
Bu tanımdan hareketle bilimde etik veya akademik etik ise, başta üniversiteler olmak üzere bütün eğitim ve bilim kuruluşlarında yürütülen faaliyetlerin genel ahlak felsefesine ve mesleki etiğe uygun yapılması olarak tanımlanabilir.

Günümüzde akademik etik; araştırma ve makale aşırmalar yanında, en azından onun kadar önemli öğrencilerle, çalışanlarla, karşı cinsle olan ilişkilere kadar genişletiliyor. Ülke ve insanlık sorunlara karşı duyarlılık da bunlara dahil edilmelidir.
Yukarıdaki tanım ve üniversitelerin işlevleri de dikkate alındığında bilimde etik:

Araştırmada etik,
Eğitimde etik,
Öğrenci ve ilişkilerde etik,
Yönetimde etik
olarak da boyutlamak mümkündür.

Araştırmada Etik
Bilimsel araştırmaya gerekli özeni göstermemek,
Araştırmayı yapmadığı halde yapmış gibi göstermek,
Elde ettiği verileri amaca uygun değiştirmek,
Başkasının verilerini kullanmak,
Başkasının yaptığı çalışmayı kaynakça göstermeden kullanmak,
Başkasının eserini yabancı dilden çevirerek kendi eseri imiş gibi göstermek,
Başkasının araştırma materyalini saklamak,
Araştırmayı başkasına para ile yaptırtmak ve yazdırtmak,
Araştırma fonunu değişik yöntemlerle dolandırmak,
Araştırıcıların verilerini para ile satmak,
Bilim adamı adaylarının seçiminde liyakate uygun davranmamak,
Akademik aşamada kayırmacı davranmak,
Bilim jürilerini etkilemek, kendine yakın jürileri seçmemek,
Akademik kadro ilanlarında alan ve ihtiyaçlar yerine kendisine yakın kişiler için ilan vermek,
İlgisi olmayan kişileri araştırmada ortakmış gibi göstermek,
Emeği geçmediği halde başkasının bilimsel çalışmasına kendisinin de dahil edilmesini istemek
Gitmediği kongreye gitmiş gibi göstermek,
Mesai saatleri içinde dışarıda iş takibi yapmak veya danışmanlık yapmak,
Projede karşılıksız öğrenci ve diğer çalışanları kullanmak,
Yapılan işin karşılığını vermemek veya eksik vermek,
Alanı olmadığı konularda uzman gibi davranmak veya uzmanlıklara saygı göstermemek,
Bilimsel araştırmaya önemi göstermemek ve alanındaki gelişmeleri izlememek veya kendini yenilememek,
Bilimsel ettiğe yakışmayan her türlü davranışlarda bulunmak

Eğitimde Etik
Başta eğitim ve öğretime gerekli önemi vermemek (kendisini yenilememek) ,
Derslere zamanında girmemek ve zamanında bitirmemek,
Ders müfredatına uygun olmayan alanlara kaymak (genelde orta öğretimde dersi alanın dışına taşımalar),
Bilimsel kalpazanlık yaparak ek ders ücreti için ders yükünü fazla göstermek,
Derse girmediği halde ek ders ücreti almak,
Derse kendisi yerine asistanı göndermeyi alışkanlık haline getirmek,
Maddi çıkar elde etmek için belirli kitap, donanım ve laboratuar malzemesi talep etmek,
Dersleri yalnızca öğretmen merkezli işlemek,
Eğitimi ve öğrenmeyi bir bütün olarak işlemek ve tartışmak için öğrenciyi araştırmaya yönlendirmemek
Derste öğrenciyi aşağılamak, sınıfta küçük düşürücü davranışlarda bulunmak,
Sınavları doğru yapmamak, değerlendirmede objektif davranmamak, bazı öğrencilere ayrıcalık göstermek, Sınavları doğru değerlendirmemek,
Sınav kâğıtlarını okumadan okumuş gibi göstermek.

Öğrenci ve İlişkilerde Etik
Başka öğrenciyi kendi yerine sınava sokmak,
Kopya çekmek veya kopya vermek, kopya çekilmesine yardım etmek,
Başkasının ödevini kendi ödeviymiş gibi sunmak,
Başkasına ödev yaptırmak,
Tezini para ile yaptırmak veya yazdırmak,
Başkasının fikirlerini kendisininmiş gibi sunmak,
Başka arkadaşlarını engelleyici tutumlara girmek,
Kayırmacılık istemek,
Toplumsal sorumluluklardan kaçınmak/ haklı olanla dayanışma göstermemek,
Burs veya harçlık için eksik-hatalı bilgi vermek,
Kitap-malzeme-materyal yürütmek...

Yönetimde Etik
Keyfi davranmak,
Yönettiği birimde liyakate uymamak,
Kayırmacılık yapmak/ "ekibini-yakınlarını yükseltmek,
Kamusal kaynakları özel istemleri/ çıkarları için kullanmak, çıkar sağlamak,
Kurumunu değil, bireysel önceliklerini düşünmek,
Çalışana haksız muamelede bulunmak,
Engelleme yapmak,
İlkelere göre değil duruma göre hareket etmek,
Elinin altındaki bilgileri farklı amaçlarla kullanmak, tehdit veya şantajda bulunmak,
Kamusal kaynakları peşkeş çekmek,
Makamını kişiler üzerinde etki/güç kurmak için kullanmak,
Makamını atlama tahtası için kullanmak.
Söz verdiği gibi davranmamak...
Her türlü etik dışı davranışlara göz yummak

Yukarıda belirtildiği gibi akademik etik yalnızca araştırma ile sınırlı değil aynı zamanda bilginin üretim, teknolojiye dönüşümü, bilginin yayımı ve öğretilmesi ile bir bütün teşkil etmektedir. Akademik etiğin paydaşları olan üniversite yönetimi, hoca, teknik personel, öğrenci ve bundan yararlanan kişi ve kurum kesimlerin etiğe uygun davranması büyük önem taşımaktadır. Sokrates “Ben onlardan daha bilginim, çünkü onlar hiç bir şey bilmedikleri halde bildiklerini sanıyorlar, ben ise bilmiyorum ama bildiğimi de sanmıyorum, demek ki ben onlardan daha bilgiliyim, çünkü bilmediklerimi bildiğimi sanıyorum” diyerek bilimde etik dersini en iyi şekilde ifade etmiştir.

Konunun taraflarının etik kurallarına uygun davranması yasal düzenlemeden önce kişinin kendisinin bilinçli davranması gerekmektedir. Yasalar yalnızca alenen yapılan yanlışların yasaya aykırılığını önler ancak sorunu tam çözmemektedir. Bilimde etik aynı zamanda üniversite kültürü içinde önemli bir yer tuttuğu için, öğretim üyesi ve yöneticinin güvenilir olması, çalışmalarında titiz davranması, araştırma sonuçlarına sadık kalması, her ne şart altında olursa olsun bilim yuvasında her türlü kritik konunun tartışılabilirliğini sağlaması, akademik aşama ve kadrolarda liyakati dikkate alması arkadan gelecek kuşakların etik davranışa davet edilmesi bakımından kritik önem taşımaktadır. Yine de buna rağmen oluşabilecek etik sorunlar için bazı ölçütler oluşturulur ve buna uyulması istenebilir. Bu bakımdan bilim etik kurullarının olması anlamlı ancak temel çözüm kişinin kendi vicdanından geçmektedir. Çok değer verdiğim, William Shakspeare’in "hiç bir miras dürüstlük kadar zengin değildir" ifadesine uygun olarak bilim etiği kampanyasına candan ve yürekten katılıyorum.

Bütün bu önlemler çağımızda bilim ve araştırma etiğinin artık dikkatle izlenmesi ve gerekli önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Günümüzde etik davranış artık her alanda sık konuşulduğuna göre, bunun bir yasasının da çıkması kaçınılmazdır. Son yıllarda özellikle üniversitelerde akademik aşama sürecinde çok sayıda aşırmanın sıkça işlendiği bu günlerde bir bilim etik kurulunun oluşması artık zorunludur. ZAMAN ZAMAN OLAN BU TÜR AŞIRMALARA "İNSANİ DUYGULARLA" ÇOĞU KEZ BİLE BİLE GÖZ YUMULMAKTADIR. Çoğunlukla da üniversite yönetimlerinin duyarlı davranmaması sonucu etiğin çiğnenmesi adeta kabul görmüş imajı yaratmaktadır.

Başta üniversite yöneticileri olmak üzere herkesin etik konusunda son derece duyarlı davranmaları beklenilmektedir. Üniversitelerin tavırları ve alacakları önlemler caydırıcı olacaktır. Üniversitelerin bu konuda alması gereken bazı tedbirler şöyle sıralanabilir:

1.Üniversite yönetimlerinin etik konusunda taviz vermez olduğunu duruşu ve kararları ile kendisini hissettirmelidir.
2.Başta akademik aşama olmak üzere yayın faaliyetlerinin ciddi olarak etik kurul tarafından izlenmesi gerekir.
3.Akademik aşama için belirli ölçüt getirilmeli ve ilanlar herkese açık yapılmalıdır.
4. Bilim etiğine uymayanlar deşifre edilmeli ve kamuoyuna teşhir edilmelidir.
5.Eğitim etiğine bağlı kalan eğitmenler ödüllendirilmeli, dersini zamanında işlemeyen, yerine asistanı gönderen, sınav kâğıtlarını doğru değerlendirmeyen eğitmenler ise uyarılmalı, tekrarı halinde cezalandırılmalıdır.
6.Bilim etiğinin önemini vurgulamak için kurumsal temelde sürekli eğitim ve seminerler düzenlenmelidir.
7.Bilimsel araştırma etiğine uygun olmayan her türlü fikir hırsızlığı, aşırma, veri değiştirme davranışında bulunan kişiler cezalandırılmalı, isimleri deşifre edilmeli ve meslekten men edilmelidir.

Üniversiteliler olarak ilke olarak kendimizin bireysel olarak resmi olmayan ahlak kurallarına uyalım, uymayanları da hukuk ile önlemeye çalışalım. Bu konuda Sayın Prof. Dr Kayhan Kantarli ve Dr. Ferhan Sagin tarafından başlatılan "ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM ELEMANLARINDAN BİLİMSEL VE ETİK DEĞERLERE SAYGI ÇAĞRISI" başlıklı kampanya metni aşağıda sunulduğu gibidir. Üniversite öğretim üyeleri olarak kampanyaya destek vermemiz, bilimsel etiğe gösterdiğimiz saygının bir ifadesi olacaktır.

Cicero’nun “Milletler parasızlıktan değil ahlaksızlıktan çökerler” ifadesini tersten okuyacak olursak toplum olarak ahlaki değerlerimizi, bilimimiz ve bilgimize yakışır şekilde yaşatırsak toplum olarak gelişir ve muasır medeniyetler düzeyine çıkabiliriz.
Duyarlı hocalarımızın katkısıyla bu mail sayısının arıttırması yararlı olacaktır.
Saygılarımla.

Not: İlgi duyanlar ve daha önce okumamış olanlar için ayrıca daha önce yazdığım “Bilimsel Etik Kurullarının Gerekliliği” adlı yazı ekte sunulmuştur.


İMZA KAMPANYASINA ÇAĞRI

Değerli Öğretim Elemanları

Bildiği gibi bilim etiği, ilgili kurumların duyarsızlığı ve örtbas etme çabaları sonunda üniversitelerimizin ve doğal olarak ülkemizin önemli sorunlarından biri haline gelmiştir.

Örtbas edilmeye çalışılan ve kanıtlara dayalı olan gerçeklerden yola çıkılarak bilim etiği başta olmak üzere toplumsal-siyasal etiğin geliştirilmesi için ilgililerin ve kamuoyunun dikkatini çekmek, toplumun her alanında gereksinim duyulan “etik ve ahlaki değerler bilinci” nin oluşmasına katkıda bulunmak ve üniversitelerde zirveye ulaşan etik dışı eylemler hakkında ilgilileri göreve davet etmek amacıyla sizleri, bu çok önemli soruna sahip çıktığınıza güvenerek aşağıdaki basın açıklamasına imzalarınızla/isimlerinizle destek vermeye çağırıyoruz.

Destek verdiklerini bildirenlerin isimleri açıklamanın altına “imza verenler” olarak eklenecek ve “ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM ELEMANLARINDAN BİLİMSEL VE ETİK DEĞERLERE SAYGI ÇAĞRISI” başlığı altında arzu edenlerin katılacağı bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıklanacaktır. Açıklama ayrıca Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, MEB, Üniversite Rektörleri, YÖK, ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA Başkanlıklarına da gönderilecektir.

Bu mesajla ilettiğimiz aşağıdaki basın açıklamasına desteğinizi bildirerek imza vermek için lütfen
butonunu tıklayın.
açılacak sayfada "----- Original Message ----- " bölümünde yer alan basın açıklaması metninin altında bulacağınız tabloyu kimlik ve kurum bilgilerinizi yazarak doldurun.
Gönder butonunu tıklayarak yanıt mesajıınızı gönderin.

Sevgi ve başarı dileklerimizle

Yaman ÖRS (Akdeniz Ü.), Hasan Yazıcı (İstanbul Ü.), Kayhan KANTARLI (Ege Ü.), Orhan BURSALI (Cumhuriyet Bilim Teknik D.), Tayfun AKGÜL (İTÜ), Levent SEVGİ (Doğuş Ü.), Mehmet ELBİSTAN (Ondokuz Mayıs Ü.), İzge GÜNAL (Dokuz Eylül Ü.), Ferhan Sağın (Ege Ü.), Semih SEMİN (Dokuz Eylül Ü.), İsmail DUMAN (İTÜ), Mustafa DEMİRCİOĞLU (Ege Ü.), Feza KORKUSUZ (ODTÜ)
---------------------------------------------------------------------------------------
ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM ELEMANLARINDAN
BİLİMSEL VE ETİK DEĞERLERE SAYGI ÇAĞRISI


Bizler, etik değerlerdeki aşınmanın son yıllarda toplum ahlakını ve ülkenin bilimsel geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmış olması karşısında Bilim Etiği başta olmak üzere Toplumsal-Siyasal Etiğin Gelişmesi ve Yerleşmesi gerektiğine inanan öğretim elemanları olarak aşağıdaki görüş ve düşüncelerimizi kamuoyu ile paylaşmak ve ilgili kişi ve kurumların dikkatine sunmak gereğini duyuyoruz.

Bilimin ana uğraşı, var olma nedeni, gerçeği aramaktır. Bilimsel gerçeğin aranmasında çıkış noktası varsayımdır. Bilim insanı önce varsayım üretir, ondan sonra da olanca güç ve dürüstlükle bu ürettiği varsayımı çürütmeye çalışır. Bunda gerçekten başarılı olamadığında ve ancak o zaman, bilimsel gerçeğe erişebilir. Kendini çürütmeye çalışmak olağanüstü bir dürüstlük gerektirir. O nedenle de ahlak ve bilim tümüyle bir bütündür. Bilim yaparken ayrıca ahlak beklenmez. Ahlak olmazsa bilim de olmaz.

Bilim uğraşının ahlaka koşut ikinci temel öğesi özgünlüktür. Özgünlük de ahlak gibi bilimin olmazsa olmazıdır. Varsayımlar aynı bile olsa bilimin temel yöntemi olan varsayım çürütme işlevi hemen her örnekte kaçınılmaz olarak değişiklik gösterir. Bu nedenle gerçek bilimsel çaba her zaman özgündür.

Bilim ahlakından sapma çok çeşitli olabilir. Kamuoyunca daha iyi bilinen aşırmalar (=intihal) yanında yapılmamış deney veya gözlemler yapılmış, yapılanların sonuçları çarpıtılmış veya bu deney ve gözlemlerle hiç ilgisi olmayanlar bunları yapmış gibi gösterilebilir. Ancak tüm sapmaların ana öğeleri, bilimin temelleri olduğunu vurguladığımız ahlak ve özgünlük yoksunluğu ile bunlara koşut giden gerçek bilim insanının birey hakkına saldırıdır. İşte bu nedenlerle bilim ahlakından sapmalar uygar ülkelerde büyük tepki alırlar.

Üniversitelerimizde onyıllardan beri süregelen ve çok tehlikeli bir şekilde adeta kanıksamaya başladığımız söz konusu sapmalardan ve daha da önemli olarak bu sapmaları yapanların, meslektaşlarımız ve özellikle yöneticiler düzeyinde gördükleri korumadan çok rahatsızız. Üniversite yöneticileri, YÖK, ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA'nın dünya görüşü, siyasal düşüncesi, inancı, akademik ve toplumsal konumu ne olursa olsun bilim ahlakını çiğneyenler karşısında tarafsız, etkin ve kararlı bir tavır almasını talep ediyor, söz konusu kişi ve kurumları bilim ahlakına gerçek anlamda sahip çıkmaya çağırıyor, akademik uğraş kadar ülkemizin saygınlığı yönünden de yaşamsal gördüğümüz bilim ahlakının yakın takipçisi olmaya korkmadan ve yılmadan devam edeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.


Yaman ÖRS (Akdeniz Ü.), Hasan Yazıcı (İstanbul Ü.), Kayhan KANTARLI (Ege Ü.), Orhan BURSALI (Cumhuriyet Bilim Teknik D.), Tayfun AKGÜL (İTÜ), Levent SEVGİ (Doğuş Ü.), Mehmet ELBİSTAN (Ondokuz Mayıs Ü.), İzge GÜNAL (Dokuz Eylül Ü.), Ferhan Sağın (Ege Ü.), Semih SEMİN (Dokuz Eylül Ü.), İsmail DUMAN (İTÜ), Mustafa DEMİRCİOĞLU (Ege Ü.), Feza KORKUSUZ (ODTÜ), İbrahim ORTAŞ (CU), Veysel Batmaz (İstanbul Ü.)

09 Ekim 2005

SESSİZLİK SARMALI


HİKMET KIRIK, SERDAR TAŞÇI, VEYSEL BATMAZ'IN İLETİLERİ...

GÖZ ATIN, KULAK VERİN; SESSİZLİK SARMALI'NA YAKALANMAYIN...

"Sessizlik Sarmalı Teorisi" için, Elisabeth Noelle-Neuman'ı okuyun...


HİKMET KIRIK YAZIYOR:

SÜKÛT İKRÂRDAN GELİR
(İDDİAYI CEVAPSIZ BIRAKMAK, İDDİAYI KABUL ETMEK DEMEKTİR)

Serdar Tasci'nin ithamları son derece agır. Bu ithamlara maruz kalanlar suskunluklarini surduremezler.

Bu noktadan sonra bu yazıda adı gecenlerin söz hakkı; cevap hakkı; savunma hakkı dogmustur. Bu haklarin kullanimini hic kimse engellemeye calismamalıdır.
Bu meslektaslarimiz kendilerine isnad edilen hukuksuzlukları yapmadiklarını; iş ahlakina uymayan davranışlarda bulunmadiklarini;

Akademik etik ve geleneklere aykırı tutum ve davranışlar içinde olmadiklarini göstemek zorundadirlar. Onlardan bunu bekliyoruz. Hem de acil olarak.

Aksi taktirde herkes "Sukut İkrardan Gelir" diye düşünmeye başlayacaktır.

Hukuki süreç tabii ki çok önemli; ama esas olan fakültenin vicdanında aklanmaktır. Akademik hayatının sonlarına gelmiş birisi bu tür ithamlar karsisinda: gormezden, duymazdan gelip isin ustunun ortulmesini boylece unutulmasini saglamaya calisabilir. Bu tiplerin zaten ovunecekleri bir akademik gecmisleri de olmadıgı icin en ideal durum gelebildikleri yerde her seye ragmen tutunup idare etmektir. Ve oyle gorunuyor ki idare de edebiliyolar.

Ancak akademide kendileri icin hala bir gelecek görenler; onlar kendilerini temizlemek zorundalar: yoksa onlar temizlenir. Nasıl Turkiye Cumhuriyeti muasır medeniyet seviyesine yukseldikçe dünya ile entegre oldukca: "Bazar ekonomisi" yerini modern üretim ilişkilerine bıraktıysa; siyaset yapma biçimi; hukuk anlayışı değişiyor, akademi de degişecek, en azından Istanbul'da boyle olacak. Uluslararası standartlar kendini dayatır, böyle biline. Buna uymayanlar/uyamayanlar icin hala Anadolu üniversitelerinin bazilarinda yer olabilir. Ama İstanbul Universitesi'nde degil.

AB Sürecini böyle okuyun. O zaman meseleyi içselestirmis olursunuz ve sizin icin "bilgi" ye dönüsür. AB ile tam üyelik sürecinde "Ulusal Cıkar" en iyi sekilde oranın standardına uygun fakülte ile sağlanır.

Müzakere sürecinde ilk başlık “Üniversiteler.” Bu tesaduf mu sizce?

Doç. Dr. Hikmet Kırık

SERDAR TAŞÇI’NIN İDDİALARI:

İletişim Fakültesi yeni bir döneme giriyor. Yüce Yargıda bu fakültede olup biten her şey açıklanacak, belgeler konuşacaktır. Hukuk devleti ihlalleri, yayınlarda yapılan usulsüzlükler, yandaş kollamalar, özlük haklarına ilişkin hukuksuzluklar, soruşturmalar, sahte evraklar, tehditler, yasal olmayan kurullar ve kararlar artık Yüce yargıya taşınıyor.

Burası devlet üniversitesi ve herkes yasalara uymakla yükümlüdür. Bu yasalara nasıl ben uyuyorsam, bu yasalara Suat Gezgin de, Murat Özgen de, Ergun Yolcu da, Aydemir Okay da uyacaklar. Bunu Türk yargısı ve tazminat rücuları ile elbet sağlayacağız. Konuşacak çok lafımız, savunacak Hukuk değerlerimiz ve ilkeli-onurlu duruşumuz var. Buranın dağ başı olmadığını Hukuk devletini devreye sokarak gösterme zamanı gelmiştir.

Suat Gezgin usulsüz soruşturmalar açamayacak, girmediği dersleri üzerine yazamayacak, tüm bölümlerin başkanlıklarını yasaya açıkça aykırı olduğu halde, yönetmeliğe dayanarak üzerinde toplayamayacaktır. Çünkü hukuk hiyerarşisi gereği, yasaların amir hükümleri yönetmelik ile ilga edilemez. Bunu Alemdaroğlu yapıyordu en son. Hani Cumhurbaşkanımızın görevden alacağı günlerde, Suat Gezgin’in propagandif bir gazete yazısı ile savunduğu devrik rektör… Anımsanacağı gibi, Alemdaroğlu hukuksuzlukları nedeniyle görevden alınmak için YÖK tarafından Cumhurbaşkanlığına teklif yapıldığı sırada, Alemdaroğlu geleneğine sahip çıkan dekan, 21 Eylül 2004 tarihinde kendi imzası ile Cumhuriyet Gazetesi’nde Alemdaroğlu’nu savunan propagandif bir yazı yayınlamıştır. Bu yazıda, Alemdaroğlu’nun görevden alınmak istendiğinin gerekçelerini yazısında şöyle dile getirmektedir, aynen aktarıyorum:

“Biliyor ve inanıyoruz ki, Kemal Alemdaroğlu görevden alınmak isteniyor, çünkü:
Çünkü Alemdaroğlu tek dili savunuyor…
Çünkü Alemdaroğlu tek devleti savunuyor…
Çünkü Alemdaroğlu tek vatanı savunuyor…
Çünkü Alemdaroğlu tek ulusu savunuyor…
Çünkü Alemdaroğlu tek bayrağı savunuyor…” (Prof. Dr. Suat Gezgin)

Ne ilginç ki: aynı günlerde Suat Gezgin, benim 8 günde okulda 13 gün olmadığımı iddia ederek açtığı soruşturmada, savunma almadan görevden çekilmiş sayılmamı sağlayan disiplin kurulu kararını çıkarmıştı. Son bir yılda, 2 si okuldan atılmam olmak üzere yönetmelikteki tüm disiplin cezalarını tarafıma usulsüz biçimde hak görmüştür. Alemdaroğlu zihniyetine boyun eğmediğim için başıma gelen tüm bu olaylardan dolayı onur duyuyorum. İftiralara uğradığım halde, Hukuk devletine karşı olan inancımdan hiç ayrılmadım. Suat Gezgin’in tehditleri benim Hukuk devletini, doğruları ve fakülte çıkarını savunmama engel olamadı, olamayacaktır da… Buna kimsenin gücü yetmez.
Tabii ki Suat Gezgin bu kararları tek başına almıyor. Yasal olmayan yönetim kuruluna bakarsanız kimlerle beraber bu kararları aldığını görebiliriz. İlgili şahıslar hakkında da hukuk usullerini ihlalden dolayı gereken başvurularımı ve tazminat işlemlerini yapacağım.

Ergun Yolca bilmediği ve dil sınavlarını veremediği dillerde asistanlara yabancı yayınlar yaptırıp kendi adı ile bastıramayacak. Bunu yaparken, yasal olmayan yönetim kurulunda, fakülte adına kararlar alamayacak. Yetkisi olmadığı halde, koca bir bölümün sorumlusu olduğuna dair beyanlar veremeyecek. Özlük haklarını ihlal edemeyecek. Çünkü hukuk devleti elbet buna izin vermeyecektir.

Murat Özgen ve Aydemir Okay sürekli biçimde, hukuk usullerine aykırı biçimde açılan soruşturmalarda artık soruşturma adaletini ihlal edemeyecekler. Hukuk devleti, üst idare makamları ve Türk yargısı bunlara elbet izin vermeyecek, dur diyecektir.
Yeni belgelerimizi açıklayacağız. Doktora tezleri, yayınlar, gazete-dergi yazıları ve usulsüzlükler…Fransa, Almanya, Türkiye, Amerika…

Bilimsel eleştiri, yoğunlaşan teşhir ve tüm yaşananların yargıya taşınma zamanı artık gelmiştir…Bakalım doğu kültürü mü, kanun benim diyen alemdaroğluculuk mu, organize usulsüzlük grubu mu, yoksa Hukuk devleti-Cumhuriyet akılcılığı mı zafer kazanacak…
Alemdaroğlu ‘Hukuk istiyorum’ diyordu en son. Bakın Hukuk herkese lazım. Dilerim hiç kimse, bir gün ‘hukuk istiyorum’ demek zorunda kalmaz. Çünkü hukuk bir gün değil, her gün ve herkes için istenmesi gereken bir şeydir.

Her makamdan ve her unvandan Herkesi; Hukuk Devleti anlayışına sahip çıkmaya 1001. kez davet ediyorum… Bu bizim görevimiz, kamu personeli bilim adamı sorumluluğumuzdur.

Alemdaroğlu dönemi sona erdi. Kimse, Hukuk devletini savunmaktan korkmamalıdır. İstanbul Üniversitesi Hukuk devletine ve Cumhuriyet akılcılığına yaslanarak Evrensel bilime katkı yapan ve öğrenciler yetiştiren bir kurum olacaksa, Alemdaroğlu uygulamalarının son kalıntılarını da kendi bünyesinden artık temizlemelidir. Sağlıklı bir nefes, uzun vadeli bir koşu için…

Aydınlık bir Türkiye için, Aydınlık ve Hukuk devletine yaslanan bir İstanbul Üniversitesi’ne ihtiyaç var…

Arş. Gör. Serdar Taşçı, MA

VEYSEL BATMAZ’IN NOTU:

Her iki iletiyi de okudunuz; YÖK de okuyor; Rektörlük de, Rektörlükler de... Bu iletimi de okuyacaklar:

İstanbul Üniversitesi Rektörü Sevgili ve Sayın Prof. Dr. Mesut Parlak, rektörlüğe Cumhurbaşkanı tarafından atanmasının hemen ardından, İstanbul Üniversitesini bir “üniversite” olduğunu görerek ve göstererek, iki önemli açıklama yapmıştı. Hem tüm üniversite camiası tarafından desteklenen, hem de Vistilef olarak biz İletişim Fakültesi çalışanlarınca doğru ve güzel kabul edilen açıklamalar şunlardı: “Üniversiteden siyaseti uzaklaştıracağım.” ve “Fakültelerin akademik işlerine ve iç ilişkilerine karışmayacağım.”

Bu iki önemli duruş, tavır ve açıklamayı tam anlamıyla destekliyoruz.

Fakültemizde olup bitenleri biz hallederiz. Önemli olan yasalar çerçevesinde suskun kalmamaktır. Hukuku ve bilimi en yüksek kriter olarak Fakülte hayatında egemen kılmaktır. Vistilefler bunun için yayındadır. Bu iki önemli olguyu “arş-ı alâya” ilan emek için.

Üniversitelerde öğrenci ve/veya çalışan olarak bulunan herkesin kişisel ideolojisi ve siyasal tavrı vardır; bilim nesneldir ama tarafsız değildir. Bu kişisel tavırlar, üniversite düzeyinde çeşitli kademe ve alanlarda ifade edilirler. İfade özgürlüğünün ve bilimsel özerkliğin gereği olarak, isteyen istediği fikri beyan eder. Ancak, üniversitede siyaset yapılamaz. Siyasetin başka platformları vardır ve yapılış mekanizmaları demokratik hukuk devletinde anayasalar ve yasalarca çizilmiştir. Üniversite siyaset alanı değildir. Rektörümüzün bu tavrı ve duruşunu sonuna kadar destekliyoruz.

İkinci olarak, Rektörlük isabetli bir kararla “Fakültelerin akademik iç yapılanmalarına karışmayacağını” ilan etmiştir. Alemdaroğlu döneminde Fakültemizde Rektörlüğün ve Dakanlığın yasaya karşı iç akademik yapılanmaya karışarak Ana Bilim Dallarını bir gecede tümden yok etmelerinin sonucunu herkes şu anda “acı” bir biçimde yaşamaktadır. Bu acıyı hissetmeyene AKADEMİSYEN denmez. Ana Bilim Dalları, bir Bölümün ve Fakültenin idari ve akademik yapı taşları ve temelleridir. Temelsiz bir Fakülte’de yaşamak, AKADEMİSYENLERE yakışmaz.

Rekötürlüğün, akademik iç işlerine karışmama kararı, bize doğrudan hukuksal ve akademik görevler vermektedir: Sevgili ve Sayın Rektörümüz, açıkça, doğru olarak ve saygın bir biçimde, “kendi işinizi kendiniz onurunuzla halledin” demektedir. Bu zımnî görevlendirmeye uymayanlar açıkça akademisyenliklerini sorgulamalıdırlar.

Bu nedenle, Fakültemizde bulunan her akademisyen arkadaşı, yeni akademik yapılanma için göreve çağırıyorum.

Bu yeni yapılanmanın koşulları ve aşamaları şunlardır:

Bölüm başkanları, bila kaydı şart, yasaya göre atanmalıdırlar.
Bölümler, sekretaryalı bir biçimde kendi içlerinde, bağımsız ve özgür olarak, yeni iletişim ortamlarına ve sektörel gelişmelere uygun olarak Ana Bilim Dallarını gerekçeli olarak oluşturmalı ve Senato’ya sunulmak üzere Fakülte Yönetim Kurullarına sunmalıdırlar.
Bu aşamalardan sonra yeni Fakülte Kurulu ve Yönetim Kurulu yasaya uygun olarak oluşturulmalıdır.
Anabilim Dalları, resmi olarak ihdas edilmeden önce (çünkü Senato ve YÖK süreci zaman alacaktır), müfredat çalışmaları yaparak, Bölüm içinde bu müfredatı tartışmaya açarak, müfredatın yeni halinin son kararını vermek üzere yasaya uygun biçimde Fakülte Kurulu’na sunmalıdır.
Şu andaki Dekanlık toptan istifa etmeli ve yerine Fakülte dışından bir Vekil Dekan atanmalıdır.
Bu Vekil Dekan koordinasyonunda, Okul’a yeni üst ünvanlı akademisyenler alınmalı ve Okul’un çok zayıf olan Profesörlük ve Doçentlik kadroları güçlendirilmelidir.

Başka çözüm yoktur: Rektörlük bu görevi, yaptığı açıklamalar ve kararlı tutumuyla, hepimizin omuzlarına yüklemiştir. Herkesi göreve çağırıyorum. Beş taş oynamıyoruz...

Prof. Dr. Veysel Batmaz
10 Ekim 2005

07 Ekim 2005

YÖK KARARI: ARŞ. GÖR.'LİLERİNE YENİ STATÜ


YÖK’ÜN YENİ KARARI ARŞ. GÖR. STATÜSÜNÜ DEĞİŞTİRİYOR

YÖK'ün Temmuz 2005'de aldığı 2005.8 sayılı kararı tüm Araştırma Görevlilerinin yeni statüsünü belirliyor. Bu karara göre 50/d maddesine göre alınmış Enstitülerde görev yapan Araştırma Görevlilerinin Fakültelerdeki sürekli kadrolara atanması gerekiyor.

Kararda, özetle başbakanlığın 02.08.2005 tarih ve 2631 sayılı genelgesiyle araştırma görevliliğine atamaların başbakanlık ve maliye bakanlığının iznine bağlandığına vurgu yapılarak, şöyle deniyor:

"Fen, Sağlık ve Sosyal Bilimler Enstitülerinde lisansüstü eğitim yapan araştırma görevlilerinden, eğitimlerini tamamlayarak ilişiği kesilenlerin ihtiyaç duyulan anabilim dallarına kısa sürede yeniden atamaları bürokrasinin bugünkü işleyişi nedeni ile mümkün görülmediğinden, üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacı dikkate alınarak sözkonusu enstitülerde görev yapan araştırma görevlilerinin de fakültelerin ilgili anabilim dallarına kadroları ile birlikte aktarılması ile araştırma görevlilerinin bölüm içindeki anabilimdalları arasında kadrolarıyle birlikte aktarılması tekliflerinin değerlendirilmesine karar verildi."


1. Bu karar YÖK tarafından 2.5 ay önce alınıyor.
2. Bu karar 50/d maddesinde enstitülerde görev yapan araştırma görevlilerinin eğitimi tamamlanınca görevine son verildiğini açıkça ifade ediyor.
3. Bu karar 50/d 'de görev yapan araştırma görevlilerinin eğitimi tamamlanınca yeniden atamasının zor olduğunu vurguluyor.
4. Bu kararla 50/d araştırma görevlilerinin kadroları ile birlikte 33/a'ya geçirilmelerini (fakülte kadrolarına) öneriyor.
5. Bu kararla, bazılarının televizyon ve diğer ortamlarda dediği gibi üniversitelerde araştırma görevlilerinin 50/d'ye göre alınmasını değil, 33/a ile alınmasını YÖK öneriyor.
6. Bu kararla YÖK 33/a'ların devamlı kadro olduğunu ve atama ve yükseltmelerde problem oluşturmadığını belirtiyor.
7. Bu kararla YÖK, üniversitelere lisans üstü eğitimini tamamlayanları sokağa atmayınız, hatta 50/d asistanlarını bile üniversitede tutma çaba ve girişimlerini gerçekleştiriniz diyor.

Özetle, YÖK üniversitede başarılı asistanlarınızı sokağa atınız mı, yoksa üniversitenizde tutmak için gerekli çabayı gösteriniz mi diye soruyor?

Vistilef olarak Dekanlığa biz de soruyoruz?

Araştırma Görevlilerini okulda tutmak için ne yapıyorsunuz?

Bu tür mağdur olan ve olabilecek arkadaşlar için hangi Ana Bilim Dallarını bu Okul’da bulacaksınız?

Fakültedeki tüm Ana Bilim dallarını yasaya aykırı olarak neden kaldırdınız?

05 Ekim 2005

VİSTİLEF UYARIYOR...


İLETİŞİM “OKULU”AÇILDI;
“İLK HAFTA DERS YOK...”

Üniversitenin ne olduğunu bilmeyen; ders veremeyen; yeni iletişim teknolojilerinden bihaber bazı kişiler, öğrencilere, “ilk hafta ders olmaz” diyorlarmış. Bazıları da “bizim geleneğimiz bu, ilk hafta öğrenci zaten gelmez” diyorlar. Oysa bazılarımız tam 10 yıldır (yazı ile on yıldır) her sömestir ilk haftada ders yapıyor ve derse, eğer o saate tören falan gibi abuk sabuk şeyler konmamışsa, 20-30 öğrenci geliyor. Zaten 250 kişilik sınıflarda, dersi layıkıyle takip eden öğrenci sayısı 50’yi geçmiyor... Sınıfların kalabalık olmasından kaynaklanan bu durum, ders verenlerin sayısının arttırılıp, sınıftaki öğrenci sayılarını azaltılırsa ve bu sayede öğrenci-hoca ilişkisinin daha verimli olması sağlanırsa düzelir. Zaten “bağıl sistem” de başka türlü uygulanamaz.

Üniversitede ders ilk haftada başlar. Dünyanın her yerinde böyledir bu. Üniversite bir “ders” yeridir. Üniversitede her şey ders için yapılır: Makaleler ders için yazılır; araştırmalar derslerde anlatılmak için yapılır; deneyler dersin bir parçasıdır; alan gezileri ve taramaları dersle birlikte olur. Projeler derse destek olmak için yürütülür. Öğretim üyeleri "ders" için "okurlar." “Dersi” olmayan üniversite, hayatında hiç “ders” almamış adamlar tarafından yönetilen üniversitedir. Bu “dersi” ders almamışlara, hiç kuşkunuz olmasın, bu okulda vereceğiz.

Dekanlık acilen, bu tür tavırlara sert tepki koymalı; ders saatlerinde toplantı ve tören yapmaktan vazgeçmeli ve ders vermeyi küçümseyen andavallıları soruşturma açıp, cezalandırmalıdır. Zaten dersin nasıl anlatılacağını bilmeyen "sektör zevatı" bu ders işini iyice sulandırmakta ve bu okulu üniversite havasından çıkartarak, "lak lak" ve "show" yeri haline sokmaktadır. Buna bizim “akademisyenler” de “çanak” tutmaktadır. Böyle yere Fakülte denmez çünkü “faculty,” adı üstünde “beceri, meleke” demektir.

Eğer şu andaki Dekanlık, bazı "akademisyelerce" de kabul ve beyan edilen "ilk hafta ders yok” mavrasını yazılı bir uyarı ile önlemezse, bu "mavrayı" gelecekteki Dekanlık, geçmişe yönelik cezalandırma olarak önleyecektir.

Veyg Editörü

03 Ekim 2005

Serdar Taşçı ve İrfan Çifçi'den yeni yıl mesajları:


SERDAR TAŞÇI'NIN MESAJI:

Yeni Akademik Dönem:

Hepimizin az çok katkıları ile;
İletişim Fakültesi yeni bir akademik döneme giriyor.
Hukukun ve Evrensel Bilimin artık ihlal edilemeyeceği bir dönemden söz ediyoruz.
Çünkü burası dağ başı değil. Çünkü burası kimsenin babasının çiftliği değil.
Evet, burası Devlet Üniversitesi. Burası özel şirket değil.
Burası makamı ve unvanı ne olursa olsun herkesin her istediğini yapabileceği bir yer hiç değil. Buna artık izin verilmeyecektir. Gerekirse haşin ve sert eleştiriler artacak, akademik ve hukuksal teşhir yapılacaktır.
İletişim Fakültesinin saygınlığı, sadece, bilim üretmek ve kaliteli, etik duyarlılığı öne alan öğrenciler yetiştirmek ile yükseltilebilir.
Dilerim bu dönem, bilgisayar kullanmayı bile bilmeyenlerin yeni iletişim teknolojileri gibi dersleri veriyor gözüktüğü son dönem olur.
Dilerim bu dönem, bölümün Profesör ve Doçentleri dururken, master ve doktora jürilerine yardımcı doçentlerin girdiği son dönem olur.
Dilerim bu dönem, fakülte dergisinde ve yayınlarında yapılan yolsuzlukların sonu olur.
Çünkü bunlar İletişim Fakültesi’nin imajını çok ama çok zedeliyor.

Hukukun Üstünlüğü ve Evrensel Bilim koşullarına riayet eden onurlu bilim insanı çalışma arkadaşlarıma yeni akademik dönemde başarılar dilerim.

Serdar Taşçı

İRFAN ÇİFÇİ'NİN MESAJI:

Merhaba,
İstanbul Üniversitesi, tarihi misyonuyla yeniden suluşma şansını bir kez daha elde ederek yeni bir öğretim yılına başlıyor. Bu "Bu gün 23 Nisan/Neşe doluyor insan" cocuksu safdilliği kadar minik, küçük ama bence önemli olabilcek bir başlangıçtır. Her şeye yeniden bir heyecanla başlayacak bir gerekçe de oluşturabilir. İçinde yaşadığımız küreselleşerek cılkı çıkmış dünyada artık büyük devdrimler / inkılab-ı kebirler olmayacağına göre dünyaya gelişimiz/yani ana rahmine düşüşümüz kadar sıradan normal ve minicik heceyacanları yaceltmeliyiz.

Onun için hukuk guguk Kemal Alemdaroğlu vb anlamsız kabuslar yerine yeni bir yıla başlamının heyecanını yüceltelim ve hatta abartalım. Veysel Bey, hukuk ve Kemal Alemdaroğlu mevzunu belirtmiş bence bu heyecan helezonu içined es geçelim.

Sevimli filozof Serdar Taşçı'nın gerekçeleri kendisine iade ederek yeni bir dönem ve yeni bir yıl sevincini yüceltiyorum.

Yeni bir sezon/yıl/dönem başlıyor, türkülerimizdeki kadar hüzün, kahır ve geçmişin ağırlığını taşıyan ama şarkılarımızdaki kadar da hafifmeşrep ve geçmişten sorumsuz temmennilere meyyal.."Yanu yeni bir dönem, yeni heyecan vs Sevtap E. misali :))"

Yeni dönemin bütün üniversite caimiamıza ve insanlık alimine güzellik, hüzün ve huzur getirmesini dileyerek bütün arkadadaşlarımıza selam, sevgi ve saygılarımı bildiriyorum....


Not: Sayın senetör Prof. Dr. Veysel BATMAZ'ın mesajı üzerine ve ondan ilhamla onun gönderdiği bütün adreslere bir nazire oarak tekrarlanmış bir mesajdır. Sürcü lisanımız varsa affını rica ederim.. Saygılaırmla.. İrfan ÇİFTÇİ

VİSTİLEF'İN İrfan Çifçi'nin MESAJINA NOTU: Hukuksuz bir kamu kuruluşunun "açılışı" olmaz; henüz İstanbul Üniversitesi'nde ve özellikle de İletişim Fakültesii'nde hukuk erozyonu düzeltilemedi tam olarak; dolayısıyla, "hukuk guguk" gibi küçültücü ifadelerle anılan, toplum olmanın en önemli boyutu olan hak/hukuk kavramlarına bu gibi yaklaşımlarla bu okulu açanlara, yollarının açık olmamasını dilemekten başka bir şey yapamayız. "İnşallah" kendilerine gerekli olmaz o HUKUK!İrfan Çiftçi'nin yazısı imlasına dokunulmadan aynen yayınlanmıştır...